Sınırları Olmayan Güzellikler
15 Nisan 2025

Geçenlerde sevgili bir dostum nazikçe bana şunları söyledi:

“Yunan adalarını hep övüyorsun — doğası, yemekleri, insanlarının dürüstlüğü. Neden kendi ülkemizin hazinelerini yazmıyorsun?”

Gülümsedim.

Öncelikle, gerçekten beni etkileyenleri yazarım — isteğe bağlı olarak değil, kesinlikle bir görev olarak da değil.

İkinci olarak, güzellik sınırları tanımaz. Ruhumu harekete geçiren her şeyi yazarım — ister Türkiye’de, ister Yunanistan’da, Fas’ta, Japonya’da, Birleşik Krallık’ta veya nerede olursa olsun.

Üçüncü olarak… Türkiye’nin harikaları hakkında yazdım yazmadığım kadar. Belki okurlar buna o kadar alıştı ki artık fark etmiyorlar! Ama yine de yeni köşeler, yeni tatlar, yeni hikayeler keşfetmeye devam ediyorum.

Bugüne kadar 157 ülke gezdim. Her biri kendisinden bir parça bıraktı — bir koku, bir ses, bir gülümseme, bir ders.

Bu izlenimler, Yaşam Bir Seyahattir adlı kitabımın sayfalarını şekillendirdi. Kitap, seyahatin bana öğrettiklerini yansıtıyor: Dünyayı açık gözlerle ve açık bir kalple görmek.

Evet, ülkemizi derinden seviyorum.

Ama bana göre sevgi kör değil — dürüsttür.

Gerçek sevgi, bir şeyin kusursuz olduğunu iddia etmekten değil, onun güzelliklerini tanıyıp kutlamaktan gelir, ancak bunun ötesine de açık olmak gerekir.

Bazen, o güzellik bir köyde zeytinyağlı yemeklerde yatar.

Veya gölgeli bir sokak kafesinde, huzurlu bir sessizlikte…

Belki de bir çiftçinin yorgun ellerinde, bir şehir duvarının solmuş katmanlarında, veya bir yabancının sesindeki sıcaklıkta bulunur.

Nerede bulursam, olduğu gibi söylerim.

Çünkü soru şu değil: “Bu bizim mi, onların mı?”

Soru şu: “Gerçek mi? Güzel mi? İçimizdeki bir şeyle konuşuyor mu?”

Belki de en gerçek sadakat, dışlamada değil, dahil etmededir —
Kapanan sıralarda değil, açılan kalplerde.
Taraf seçmekte değil, hayrete düşmekte.

Ve böyle yazıyorum. Düşünüyorum. Devam ediyorum.

Provence’ın lavanta tarlalarından Normandiya’nın deniz kayalıklarına,
Cotswolds’un bal rengi kulübelerinden Edinburgh’un taş zarafetine…
Shanghai’ın ritmik nabzından Xi’an’ın eski huzuruna…
Harbin’in buz gibi ışığından Turpan’ın çöl rüzgarlarına…
Almatı’nın dağcı nefesinden, Bakü’nün Hazar parıltısına…
Key West’in pastel gökyüzünden, Ege’nin zamansız zeytinliklerine kadar…

Her bir yer, her bir an, aynı mucizenin farklı bir tonunu taşır: Hayat, önümüzde açılıyor.

Türkiye’de, her adım attığımda yeni bir şey keşfediyorum — İstanbul’un güneşle ıslanan sokaklarından, her tuğlada tarihin fısıldadığı yerlere, dağların ve sahillerin saklı hazinelerine kadar…

Anadolu’nun sonsuz düzlüklerinden, antik kalıntıların bulunduğu topraklardan, Akdeniz’in turkuaz sularına kadar… Türkiye’nin güzelliği sadece manzarasında değil, insanlarında, yemeklerinde, kültüründe de var. Küçük bir köyden, Ankara’nın hareketli sokaklarına kadar yayılan bir sıcaklık var.

Peki, bir yeri gerçekten kutlayabilir miyiz, diğer yerlerin güzelliklerini göz ardı ederek? Türkiye’nin güzelliğini takdir etmek, dünyadaki diğer güzellikleri yok saymak mı demek? Kesinlikle hayır. Her kültür, her ülke kendine özgü bir şey sunar — farklı bir ritim, farklı bir tat, farklı bir gülümseme.

Yunanistan’ın masmavi suları büyüleyici, ama İstanbul’un kuşlarının akşamda çağırışı da bir o kadar etkileyici. Japonya’nın kiraz çiçekleri büyüleyici, ama Türkiye’nin zeytinlikleri de kendi sessiz görkemiyle büyüler. Fas’ın çöl rüzgarları ruhu harekete geçirir, ancak Türk Rivierası’nın zamansız cazibesi de etkileyicidir.

Ve Paris belki romantizmi simgeliyor, ama İstanbul, hiçbir başka şehirde bulunmayan bir sıcaklık ve gizemle seni sarar.

Gerçek güzellik sınırları tanımaz. Her gün batımında, her gün doğumunda, her sohbetin içinde, her nazik davranışta vardır. Bu “bizim mi, onların mı?” meselesi değil — bu, ortak insan deneyimiyle ilgili bir şeydir. Güzelliği nerede bulursak bulalım, güzel olduğu için seçelim, sevelim.

ÇOK OKUNANLAR