Mustafa Taviloğlu: Her gördüğünü almış dediler, ama alamadım, keşke alabilseydim! 
19 Nisan 2025

Bazı markalar vardır, sadece ürün satmaz… Hayatımıza bir dönem, bir ruh, bir anı bırakır.

Benim Mudo’yla ilk tanışmam, 90’lara doğru Güzelce’deki yazlık evimizde, yaz güneşinin denize yansıdığı, zamanın ağır ağır aktığı günlerde oldu. Ablamların birer kumaş çantası vardı; biri siyah, biri kırmızı… Üzerinde büyük, kalın harflerle “Mudo” yazıyordu. Yanında bir Mudo tişört – o yaz tüm Kumburgaz sahillerinin gözdesi! Küçüktüm, tişörtü giyemiyordum ama onlar uyurken sessizce çantayı kapıp plaja koşardım. Mudo, o zamanlar gözümde sadece bir çanta ya da tişört değil, büyüklerin dünyasına açılan bir kapıydı. Tarzın, şehirli olmanın ve modern hayatın simgesiydi.

Bugün Mudo, Türkiye’nin en köklü ve ikonik markalarından biri. Ve bu markaya ruh veren isim, Mustafa Taviloğlu… Onunla uzun süredir planladığımız söyleşi için Maslak’taki devasa Mudo Concept mağazasında buluştuk. 

O’nun enerjisi daha kapıdan girer girmez sizi sarıyor. İnanılmaz bir kişilik. Mağazanın her detayına hâkim, raflardaki bir objenin eğimi bile gözünden kaçmıyor. Benimle sohbet ederken göz ucuyla müşterileri izliyor, çalışanlara destek veriyor, gelen telefonları cevaplıyor. Ajda Pekkan arıyor, Halis Komili’yi arıyor, Yahşi Baraz’la yeni eserleri konuşuyor, Ömer Aras’la kısa bir fikir alışverişi… O an fark ediyorsunuz ki, onun enerjisi sadece mağazaya değil, hayatın her alanına yayılmış durumda.

Mustafa Taviloğlu sadece bir sanayici değil; aynı zamanda deniz aşığı ve tutkuyla sanat koleksiyonu yapan bir vizyoner. Türkiye’nin en büyük sanat koleksiyonlarından birine sahip ve geçtiğimiz altı ay boyunca yedi farklı mekânda, tam 2412 eseri sanatseverlerle buluşturdu. Koleksiyonunda Pablo Picasso’dan Komet’e, Tom Deininger’den ,  Fahrelnissa Zeid’e,  Fikret Mualla, Avni Arbaş, Aliye Berger, Cihat Burak, Ömer Uluç, Nejad Devrim, Seçkin Pirim, Devrim Erbil, Hoca Ali Rıza gibi son iki yüzyıla damgasını vurmuş pek çok sanatçının eserleri var.

Mudo’nun doğuşunu, bir markanın nasıl kültüre dönüştüğünü ve bu etkileyici koleksiyonun hikâyesini onun gözünden dinlemek bambaşkaydı.

Karşınızda sadece bir girişimci değil, Türkiye’nin ruhuna dokunan bir isim: Mustafa Taviloğlu.

Arabamın bagajında tişört sattım

Elif: Mudo denince benim ilk aklıma gelen üzerinde Mudo yazan kumaş bir çanta ve renkli tişörtler. Nasıl başladı her şey?

Mustafa Taviloğlu: Benim hayat mottom hep “ilkleri yapmak” olmuştur. Elif o çanta var ya… Belki çok basitti, ama ilkti. O çanta ve o tişört bizim için birer dönüm noktasıydı. Biz o çantayla mükemmel bir isim yaptık. Ama asıl ilham kaynağım, 1968’de Paris’teki öğrenci olayları sırasında gençlerin giydiği tişörtlerdi. Türkiye’de tişört yoktu o zaman. Gördüm ve “Ben bunları yapmalıyım” dedim. Geri döndüm, Penyelux’un sahibi arkadaşımdı ona anlattım, yaptırdım. O tişörtü tanıtmak için Türkiye’de ilk kez billboard yaptım. Düşün, o zamanlar Türkiye’de billboard yok! Risk aldım, matbaa bulamadık büyük afişleri bastırmak için, afişleri balıkçı tekneleriyle boğazda dolaştırdık. Reklamcı Atilla Aksoy, tasarımcı Bülent Erkmen… Hepsiyle birlikte ilkleri başlattık.

Fiat arabamın bagajında sattım. İlk safari ceketleri de Fransa’dan ilhamla yaptım. Her detayın peşinden koştum. Küçücük bir dükkândan çıktık. 12 metrekarelik bir dükkanım vardı, işler düzelince 24 metrekarelik bir dükkâna geçtim. Her şeyin ilk kez yapıldığı bir dönemdi.

Türkiye’deki ilk yere kadar vitrini ben yaptım, bir haber geldi Vitali Hakko beni çağırıyor. Beyoğlu’ndaki mağazaya gittim ama bir yandan da çekiniyorum niye beni çağıyor acaba diye. Onun vitrincisi var Hayri Bey bazen bana gelip yardım ediyor. En üst kata Vitali Bey’in odasına çıktım, tebrik ederim seni dedi, çok takdir ediyorum seni Giyim Sanayicileri Derneği kuruyoruz, Nuri Güven başkan oldu, seni de Moda Konseyi’ne alıyoruz benim yardımcım olacaksın dedi. İlk böyle tanıştık Vitali Bey ile hayatının sonuna kadar da hiç ayrılmadık, çok vizyoner bir insandı, hocamdır, Türkiye’ye moderniteyi getirmiş bir insandır. Onun ardından Cem de bu kültürü devam ettiriyor. İlklerin ve beraberliğin, dostluğun olduğu yıllardı.

Ajda aradı, ‘Ben niye yokum’ dedi

Elif: Bir sonraki anım Hıncal Uluç’un yazılarındaki Bay Mudo hikayeleri?

Mustafa Taviloğlu: Hıncal’ı kimse tanımazken benim Mudo reklamında oynattık onu. Ünlüleri giydirdiğim bir reklamım vardı onu da oynattım orada birçok ünlü oynadı hatta Ajda Pekkan beni aradı ben niye bu reklamlarda yokum dedi. Gönüllü geldi oynadı. O yıllarda böyle bir ortam vardı Türkiye’de herkes birbirine destek olurdu. Bir kitap yapıyoruz şimdi Mudo’nun 50 yıllık reklamları, Türkiye’nin reklam tarihini içeren, orada bu reklamları da görebileceksiniz ayrıca Rastgele adında balık kataloğum çıkıyor, Taviloğlu Koleksiyonu’nun kataloğu çıkıyor. Aynı anda birçok kitap projesi çıkacak yakında. 

Ralph Lauren beni rakip gördü

Elif: Sonra Mudo City efsanesi var!

Mustafa Taviloğlu: Orası benim rüyamdı. St. Tropez’deki pazar yerlerinden ilham aldım. Butik markalar getirdim. Müşteri deneyimi pazarlamanın ta kendisi benim için. Ufak detayların büyük etkiler yarattığına inanırım. Akmerkez’de, girişin sağına Mudo kurulacaktı. Ancak anchor marka istediler. Ralph Lauren’i getirdiler. RL beni orada istemedi beni rakip gördü, Ali beni yukarı aldı sana 1000 metrekare yer vereceğim dedi. St.Tropez’yi çok severim orada çok ünlü bir pazar yeri vardır, Akmerkez’deki mağazaya ben bu konsepti uygulamak istedim, bir çok marka getirdim hatta kahveci bile koydum mağazaya. Çok iş yapan bir mağaza oldu hayatımın en önemli işlerinden biridir. Çağ atlattım Mudo City ile. 

Sergi yapacaktım, ürktüm

Elif:90’lı yıllarda resimle ilgili bir kitap çıkartmışsınız. 

Mustafa Taviloğlu: Türk Resmi Kitabı Türkiye’deki ilk özel koleksiyon kitabıdır 890 tane resim vardır içinde. Ben koleksiyonerliğe tesadüfen başladım ama koleksiyonerliğin en önemli vasıflarından bir paylaşmaktır. Ben bir sergi yapacaktım ancak ben bu konudan biraz ürktüm yapamadım, 1994 yılıydı Ferit Edgü, Bülent Erkmen ile çalıştık o sergi için, yer hazırdı, ekip hazırdı ama içimde bir çekince vardı. Onun yerine kitap yapmaya karar verdik. Çünkü koleksiyonculuk, paylaşmak demek.

Keşke ne bulduysam alsaydım, alamadıklarım aklımda

Elif:1972-1982 yılları arasında 250 eser almışsınız? Sonra bir dönem eser alımı yapmamışsınız Yahşi Baraz ile bir sorun olmuş aranızda o dönem?

Mustafa Taviloğlu: Ben asla vazgeçmeyen bir kişiyim bir konu olduğunda derinine kadar giderim. Ucu açık işleri sevmem. Yarım yamalak işleri sevmem bir dönem yoğun alım yaptım. Hilton’da tanıştık Yahşi Baraz ile, onun Hilton’da bir kiosku vardı. İlk eserimi ondan aldım ve bugüne kadar hep beraber yol aldık. Ama 80-82 arası aramız biraz bozuldu, ben o dönem vakit kaybettim ama 2 yeni koleksiyoner çıktı oradan, Erol Aksoy ve Halil Bezmen, benim yerime onlar aldılar. 

Bu sergi döneminde en hoşuma giden laf ‘ne bulduysa aldı’ dediler, Ömer Aras’ın lafı bu mikropluk (gülerek) yaptı bana, takıldı. Papandreou’nun olduğu bir konferans vardı. Benim sergimi gezdi, orada söylendi bu. Ne bulduysam keşke alsaydım, alamadım aklımda kaldı. Benim böyle bir reklam filmim var benim, Sinan Çetin çekmişti, benim hayatımın filmidir. ‘Alamadıklarım aklımda’ benim bir reklam filmimin sloganıdır. Keşke ne bulduysam alabilseydim. 

Her teknenin denizi ayrı

Elif : Koleksiyonunuzda ağırlıklı olarak yerli sanatçılar var yabancılar neden daha az ?

Mustafa Taviloğlu: Benim için güzelin tarifi yoktur. Yurtdışı resmine çok geç başladım. O hataydı. Yabancı eserleri almaktan korktum. Orası bir okyanus ben onların arasında benim sandalım ufak boğulurum sandım ama öyle değilmiş nerden alacağımı öğrenince sistemi çözdüm, 180 eserim var. Babamın bir lafı vardır ‘her teknenin denizi aynıdır’. Benim teknem ufak ama denizde, nerelerde gezeceğimi bilirim. 

Bir saat geç kalsam Osman Hamdi’yi alamayacaktım

Elif: İllaki koleksiyonumda olsun dediğiniz bir sanatçı var mı? 

Mustafa Taviloğlu: Yok ama aklımın kaldığı çok eser oldu. Ama Osman Hamdi Bey’i almak için çok uğraştım. Her yere haber bıraktım ve en sonunda İsviçre’den bir arkadaşımdan haber geldi hemen uçağa atlayıp gittim ve aldım bir saat geç gitsem alamayacaktım çünkü çok talibi vardı. Müzeden satın aldım o eseri. Ama aklımın kaldığı çok eser oldu tabii. 

90 tane Fikrem Muallam var

Elif: Mağazalarınızda koleksiyonunuzdan eserler olduğu doğru mu?

Mustafa Taviloğlu: 100-150 eserim mağazalarımda sergileniyor. Dikkat ederseniz duvarlarda görebilirsiniz. 

Elif: Türkiye’deki en büyük Fikret Mualla koleksiyonunun sizde olduğu söylenir doğru mu?

Mustafa Taviloğlu: Sanıyorum öyle yaklaşık 90 tane Fikret Mualla tablom var büyük bir kısmını Paris’ten aldım, birkaç tane Yahşi Baraz’dan aldım. Karımın teyzesinin eşi Paris’in en önemli sanat galerilerinden birinin sahibiydi, Mona Lisa Galerisi, Rue du Bac’da, onlar sayesinde birçok esere erişimim kolay oldu. 

Başka açılardan bakmayı öğrendim

Elif: Koleksiyon sergisini 3 yılda hayata geçirmişsiniz neden bu kadar uzun sürdü? Marcus Graf proje önüne geldiğinde çok şaşırmış. 

Mustafa Taviloğlu: 3 yıl belki daha fazla sürdü, iletişime geçtiğim ekiple, Marcus Graf ve Derya ile her şey daha kolay oldu. Onlarla kolay oldu çok doğru kişilerle çalıştım. Bana başka açılardan bakmamı sağladılar, mükemmel bir ekip. 

3 aya sıkıştırmak yanlıştı

Elif: Niye seçki yapmadığınız tüm eserlerinizi sergilediğiniz konuşuldu?

Mustafa Taviloğlu: Çünkü hiçbir eserimin benim için ayrıcalığı yok hepsi benim gözümde aynı, ben bir koleksiyon hikayesini sergilemek istedim. Seçki yaparak almadım o eserleri. O zamanın ruhuna göre aldım, aynı koleksiyonu 20 yıl boyunca konularına göre farklı seçkilerle sergileyebilirim, temalara ayırıp sergilerim, zamanlara böler sergilerim, genç sanatçıları sergilerim, figüratif eserleri sergilerim, 50-60 temayla yepyeni sergiler yapabilirim. Bu koleksiyonumu sergilemekti istediğim. Ama zaman ayarlamasında sıkıntı çektim 50 yıllık koleksiyonumdan daha çok 3 aylık süreçte sıkıntı yaşadım. Çünkü açılır açılmaz fark ettim ki böyle kapsamlı ve büyük bir sergiyi, içinde 2412 eser 903 sanatçının olduğu 7 farklı salona dağılmış bir sergiyi 3 aylık bir gösterime sıkıştırmak yanlıştı. Dünyanın en büyük sergilemelerinden biriydi. Bunu uzatmak için çok mücadele verdim. Bazı yerlerde başarılı olamadım ama Serdar Bilgili bana yardımcı oldu, karşılıksız hemen yerini verdi, Ferit Şahenk hemen devreye girdi. Sürpriz bir maddi külfet yüklendik yeni yerlerde oğluma biraz yük oldum. Mudo yüklendi Tahmin etmediğimiz bütçeler çıktı. 

Hedef koleksiyonu büyütüp gelecek nesillere aktarmak

Elif: Taviloğlu Koleksiyonun sonraki adımı ne olacak? Bu kadar büyük bir koleksiyon için Centre Pompidou gibi bir merkez açmayı düşünmez misiniz?

Mustafa Taviloğlu: Biraz bu süreci kendi içimde değerlendirmem gerek, gelen yorumlara çok sevindim, ziyaretçilerle temas ettim, çok memnun oldum ilgiden, evet yoruldum, zaman zaman üzüldüm bu dönemde, ama çok güzel bir iş çıkardığımızı düşünüyorum. Yeni sergiler için çok teklif var ama biraz dinlemek istiyorum yaz döneminde, sonrasında teklifleri değerlendireceğim. Ama ana hedeflerimiz Taviloğlu Koleksiyonu’nu muhafaza edip gelecek nesillere aktarmak ve büyütmeye devam etmek. Bunun için kalıcı bir sergileme alanı sağlamak, vakıf için adımlar atmak ve her zaman koleksiyonu güncel ve gelişime açık kılmak. Önce dostlarıma büyükçe bir ekip kuracağım kalıcı bir sanat ortamı kurmak istiyorum. Çok değerli insanlarla tanıştım hem koleksiyonu genişletmeye devam edip hem de başka koleksiyonerlere de destek verme niyetindeyim. Koleksiyonum muhafaza edilecek ve gelecek nesillere aktarılacak bu benim için çok önemli bir konu. Koleksiyonun devamlılığı için Bir sanat merkezi yapmak niyetindeyim çünkü bizim memleketimiz güzel şeylere layık. 

En kötü günlerimde bile koleksiyonumdan bir tek eser satmadım. Asla bunu yapmam. Ben bir el çantası ile işe başladım, hayallerim vardı adım adım ilerledim, sonra 12 metrekarelik bir dükkâna geçtim nasıl yaparım diye hayal kurdum, dünyayı gezerken bunları nasıl ülkeme uyarlarım dedim, sonra hayallerim benim 12 metrekarelik dükkanıma sığmadı. Büyüdük, arada dalgalarla boğuştuk ama 50 yıldır bu gemiyi yüzdürdüm. 1965’ten bugüne 35 bin kişilik bir ekosistem haline geldik.  Çok fırtınalar gördük ama yılmadım memleketime çok güveniyorum. Tüm dünyayı gezdim ama bizim memleketimden daha güzelini görmedim. 

Hayat güzel, yaşamayı seviyorum

Elif :4 rakamını neden sevmiyorsunuz?

Mustafa Taviloğlu: Ben evhamlı bir adamım 4 rakamını hiç sevmem. Çin’de 4 rakamı yoktur çünkü 4 ölüm demektir ben ölümden korkuyorum. Daha doğrusu ölümden değil ama gitmekten korkuyorum çünkü hayat çok güzel yaşamayı çok seviyorum. Gözüm çok iyi görür kendi yazımı okuyamam, düz çizgi çizemem ama çok iyi görürüm. Göz görmez yürek görür zaten. Küçük Prens’in dediği gibi…

ÇOK OKUNANLAR