Bu hafta anlayayım diye kafa patlattığım bilim haberlerinden biri şuydu: California Üniversitesi’nin Berkeley ve Irvine kampüsünden bilim insanları, beş kişinin gözlerindeki özel bazı hücreleri manipüle ederek o beş kişinin başka hiçbir insan tarafından görülmemiş olan bir rengi görmesini sağlamışlar. Bu renk, mavimsi-yeşilimsi bir renkmiş.
Kafamın karışmasının sebebi şu: Doğada renk diye bir şey yok. Renk dediğimiz şey ışık parçacıklarının (fotonlar) çeşitli yüzeylere çarptıktan sonra bizim gözümüze gelirkenki dalga boylarındaki farklılıkları beynimizin tercüme etme biçimi.
Zaten öyle olduğu için bilim insanları görme sinirlerimizi ve gözümüzdeki hücreleri manipüle ederek bu “yeni renk”i yaratmışlar. Yaratmışlar dediğim, beyin daha önce rastlamadığı bu dalga boyunu yeni bir renk olarak okumuş ve deneye katılan bireylerin bilincine yansıtmış.
Araştırmayı yapan bilimciler, bu başarının renk körü insanlara çok büyük faydaları olacağını düşünüyorlar. Umarım olur.
Anlamakta zorluk çektiğim şey ise şu: Doğada renk diye bir şey yok, renkler beynimizin uydurması ve her beynin aynı şeyi uydurduğu da meçhul. Yani hepimiz aynı kırmızıya bakıp belki kırmızıyı görüyoruz ama ara renkler söz konusu olduğunda görüşümüz de, gördüğümüz şeyi tarifimiz de farklılaşıyor. Üstelik bu farklılaşma bilinen renkleri katalogladığımız, onlara isimler ve kod numaraları verdiğimiz halde oluyor.
Peki ama olmayan, daha önce hiçbir insan tarafından görülmeyen bir rengi gördüğümüzü nereden biliyoruz? Tabii deneye katılan beş kişinin kendi subjektif tecrübeleri var kuşkusuz ama bu deneyin gerçekleştiğini ve daha önce olmayan bir şeyin görüldüğünü nasıl kanıtlıyoruz? Bu kanıtı başkalarına nasıl gösteriyoruz?
Gel de çık işin içinden…