Bugünün dünyasında insanlar artık zincirlerle bağlanmıyor belki ama başka türlü bir kölelik düzeni sessizce hükmünü sürdürüyor. Artık bu düzen; dinin yanlış yorumlarıyla kutsanmış itaate, bitmek bilmeyen maddi hırslara ve sorgulanmadan sürdürülen geleneklere yaslanıyor.
Acı, eşitsizlik ve adaletsizlik yeni formlar buldu. Artık ekrandan, sokaktan, ofisten sızıyor hayatımıza. En ürkütücü olanıysa, buna alışmamız. Hatta bazen sessizce onaylamamız.
Daha da düşündürücü olan, bu düzene itiraz eden seslerin çoğu zaman “bizden” sayılmayanlardan, ötekileştirilen toplumlardan yükselmesi. Kimi zaman “gavur” diyerek küçümsediğimiz bu insanlar, vicdanın, merhametin ve insan haklarının sesi oluyor. Oysa bir zamanlar ahlakla, adaletle övünen coğrafyamız suskun. Bu sessizlik, bize asıl inancın ve geleneğin özünü mü yitirdik sorusunu sorduruyor.
Köleliğin Tarihi: Zincirlerin Gölgesinde
Kölelik, insanlık tarihinin en eski ve en karanlık uygulamalarından biri. Sadece bedenlerin değil, ruhların da alınıp satıldığı, özgürlüğün gasp edildiği bir sömürü düzeni.
Antik Yunan’dan Roma’ya, Çin’den Afrika’ya kadar hemen her uygarlık köleliği kabul etti. Roma’da köleler nüfusun üçte birini oluşturuyordu. Çin’de devlet projeleri onların emeğiyle yürütülüyordu. Afrika’daki kabile savaşları esnasında esir alınanlar Arap ve Avrupalı tüccarlara satıldı.
15inci yüzyıldan itibaren Avrupa’nın sömürgecilik dalgası, köleliği küreselleştirdi. “Üçgen ticaret” sistemiyle Afrika’dan Amerika’ya milyonlarca insan taşındı. Onlar tarlalarda, şeker ve pamuk plantasyonlarında hayatlarını tükettiler. Tahminen 12 milyon Afrikalı bu sistemin kurbanı oldu.
Amerika köleliği 1865’te anayasal olarak kaldırdı, ama ardından ırkçılık ve ceza sistemiyle başka türden zincirler devreye girdi. Avrupa ise yasal olarak köleliği kaldırsa da, sömürgelerde bu düzen yıllarca sürdü.
Osmanlı’da da kölelik yaygındı. Savaş esirleri ve pazar köleleri, saraylardan taşralara kadar her yerde çalıştırılıyordu. Kadın köleler, cariye adıyla saraylarda hizmet görüyordu. 1846’da kamuya açık köle pazarları kapatıldı. Ama bu düzenin tamamen kaldırılması, Atatürk dönemi reformlarıyla mümkün oldu.
Günümüzde Köleliğin Yeni Yüzleri
Bugün resmi olarak kölelik yasak. Ancak gerçekte, Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre 50 milyondan fazla insan modern kölelik koşullarında yaşıyor. Zorla çalıştırılan işçiler, insan ticareti mağdurları, borçla esir alınanlar, çocuk askerler, zorla evlendirilen kız çocukları, cinsel sömürüye maruz kalan kadınlar… Adlar değişti, ama öz aynı kaldı: İnsan insanı sömürüyor.
Körfez ülkelerindeki “kafala sistemi” bu modern köleliğin en net örneklerinden. Pasaportuna el konulan, maaşını alamayan, ülkeden çıkamayan işçiler, görünmeyen zincirlerle tutuluyor. On binlerce Güney Asyalı ve Afrikalı, insanlık dışı şartlarda çalışmak zorunda bırakılıyor.
Türkiye’de de tablo farklı değil. Tarlalarda, atölyelerde, ev hizmetlerinde, hiçbir güvencesi olmadan çalışan milyonlarca insan var. Özellikle göçmen kadınlar, evlerde adeta çağdaş cariyeler gibi kullanılıyor. Organ mafyaları, fuhuş şebekeleri, insan ticareti zincirleri 21. yüzyılın modern köle pazarları haline gelmiş durumda.
Dinler Bu Konuda Ne Söylüyor?
Kölelik sadece ekonomik değil, aynı zamanda dini bir miras. Peki dinler bu mirasa nasıl bakıyor?
İslamiyet: Kur’an köleliği bir anda değil, aşamalı olarak kaldırmayı hedeflemiş. Köle azadı kefaret olarak sunulmuş, özgürleştirme teşvik edilmiş. “İyiliğin yolları arasında köle azad etmek vardır” (el-Belad 90/13). Hz. Muhammed kölelere iyi davranılmasını öğütlemiş. Ancak uygulamada, özellikle Abbasi ve Osmanlı dönemlerinde kölelik ekonomik ve siyasi yapının bir parçası haline gelmiş.
Hristiyanlık: İncil köleliği açıkça yasaklamaz. Pavlus’un mektuplarında kölelerin efendilerine itaat etmesi, efendilerin de adil olması gerektiği belirtilir. Uzun süre Kilise köleliği meşru gördü. Ama 18. yüzyıldan itibaren bazı mezhepler bu düzene karşı çıktı ve kölelik karşıtı hareketlerin öncüsü oldu.
Yahudilik: Tevrat’a göre İbrani köleler yedi yılda serbest bırakılmalı. Yahudi olmayan kölelerle ilgili daha esnek hükümler var. Ancak genel olarak merhamet ve adalet sınırları belirleyici. Günümüzde Yahudi topluluklar köleliği ahlaken reddediyor.
Budizm: Buda’nın öğretileri, her canlının özgürlüğünü savunur. Açık bir kölelik düzeni yoktur. Budist felsefeye göre bir insanın başka bir insan üzerinde tahakküm kurması doğru değildir. Modern Budizm, köleliği tümüyle reddeder.
Ne Yapmalı?
Bu düzeni ortadan kaldırmak zor ama imkânsız değil. Atılması gereken bazı adımlar var:
Uluslararası hukukta bağlayıcı yaptırımlar artırılmalı. Özellikle kafala sistemi gibi uygulamalara karşı ortak hareket edilmeli.
Küresel tedarik zincirleri şeffaflaştırılmalı. Büyük markalar, hangi koşullarda üretim yaptırdığını açıklamak zorunda olmalı.
Eğitim ve medya aracılığıyla toplumsal farkındalık artırılmalı. Modern kölelik kavramı açıkça anlatılmalı.
İnanç toplulukları, adalet ve özgürlük temelinde daha aktif bir tutum sergilemeli.
Gerçekten Özgür müyüz?
İstanbul’un sokaklarında köle pazarları kurulmayalı çok oldu. Zincir sesleri duyulmuyor. Ama borçla, korkuyla, cehaletle, şiddetle zincirlenen milyonlarca insan hâlâ özgür değil.
Artık adına “göçmen işçi”, “ev yardımcısı”, “borçlu çiftçi” diyoruz. Ama hikâye aynı: İnsan emeği, onuru ve hayatı hâlâ bir meta.
Gerçek özgürlük, sadece zincirleri kırmakla olmaz. Zincir üreten düzeni yıkmak gerekir. Ve belki de en önemlisi, zihnimizdeki zincirleri kırmadan bu kölelik sona ermez. Susmamak lazım.