Hakikat artık yalnızca aranan değil; çoğu zaman bastırılan bir değer haline geldi. Devlet işlerinde, iş dünyasında, özel ilişkilerimizde, tarihte, bilimde ve teknolojide… hemen her alanda. Bilginin güç olduğu bu çağda, hakikatin korunması ve dezenformasyonun önlenmesi kritik önem taşıyor.
Dijital çağda bilgi bir tık kadar yakın ama aynı anda o kadar da bulanık. Herkes konuşuyor; ama kimin sesi hakikati taşıyor, kiminki eksik veya yönlendirilmiş bilgi, kiminki sadece yankı odasında dönen bir algı manipülasyonu?
“Post-truth” (hakikat sonrası) çağının tam ortasındayız. Artık bilgi değil, algı belirliyor gündemi. Veri değil, duygu şekillendiriyor kanaatleri.
İşte bu yüzden dezenformasyonla mücadele sadece teknik bir mesele değil; aynı zamanda demokratik, etik ve stratejik bir meseledir. Konuya bu bütünlük içinde yaklaşmalıyız.
Türkiye’nin Adımı
Türkiye bu alanda önemli bir adım attı: Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM) kuruldu. Dijital ve geleneksel medyada yayılan bilgi kirliliğiyle başa çıkmak için tasarlanan bu yapı, çağın gereklerine bir yanıt niteliğinde. Ancak şunu unutmamalıyız: Hakikatin peşinden gitmekle, hakikati tanımlama yetkisini tek bir elde toplamak arasında ince ama hayati bir fark var.
Devletin Refleksi Yeterli mi?
DMM’nin hızlı reaksiyon kapasitesi, kurumlar arası koordinasyon yeteneği ve devletin ağırlığını hissettirmesi etkileyici.
Fakat bu çabalar yeterli mi?
Dezenformasyonla mücadelede güven ancak tarafsızlık, şeffaflık ve katılımcılıkla inşa edilir. Bir devlet kurumu, hakikatin hakemi olmayı hedefliyorsa, her türlü siyasi angajmandan uzak durmalı; eleştiriyi bastıran değil, onu tartışma zemine çeken bir rol üstlenmelidir.
Dünya Nasıl Mücadele Ediyor?
Batılı demokrasiler bu konuda temkinli ama sistematik adımlar atıyor:
•ABD’nin Global Engagement Center’ı, yalnızca dış kaynaklı tehditlere odaklanıyor.
•Fransa’nın VIGINUM birimi, dezenformasyon kaynaklarını analiz ediyor ama kamuoyuyla doğrudan polemiğe girmiyor.
•AB’nin EUvsDisinfo platformu, medya okuryazarlığına ve kamu bilincine yatırım yapıyor; doğrudan bireyleri hedef almıyor.
Hepsinin ortak noktası: Bilgi güvenliğini sağlarken ifade özgürlüğünü zedelememek.
Öte yanda Rusya ve Çin var. Bu ülkelerde devletin söylemi dışındaki sesler potansiyel tehdit olarak görülüyor. Hakikat, merkezi iktidarın tanımladığı dar çerçevede var olabiliyor. Bu otoriter modeller, bilgi kirliliğini bastırırken toplumun nefesini de kesiyor.
Türkiye, bu iki uç arasında kendi özgün ve demokratik modelini geliştirme şansına sahip.
Güvenin Anahtarı: Çapraz Denetim
Sürdürülebilir bir mücadele için şu ilkeler esas alınmalı:
•Tanımlar net olmalı. Dezenformasyon açıkça tarif edilmeli. Farklı görüş, itiraz ve eleştiri “yalan” diye damgalanmamalı.
•Şeffaflık sağlanmalı. Hangi bilginin neden yanlış ilan edildiği, gerekçeli ve kaynaklı biçimde kamuoyuyla paylaşılmalı.
•Sivil denetim mekanizmaları oluşturulmalı. Bağımsız doğrulama kuruluşları sürece dahil olmalı.
•Medya okuryazarlığı, eğitim sistemine entegre edilmeli. Vatandaşlar bilgiye eleştirel akılla yaklaşmayı öğrenmeli.
•Uluslararası ilkeler dikkate alınmalı. Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi, UNESCO ve OECD’nin şeffaflık ilkeleri doğrultusunda kurumsal reformlar yapılmalı.
Sessiz, Etkili, Güvenilir
Dezenformasyonla mücadele bir itibar savaşıdır. Bu mücadele sessiz ama etkili yürütülmelidir. Gösterişli kampanyalardan, demeçlerden çok, güven tesis eden, gerekçeleri sağlam yapılar gerekiyor. Sessizliğin gücü, doğru bilginin etkisindedir.
DMM gibi kurumlar, siyasetin değil; toplumun ortak hakikat arayışının temsilcisi olmalıdır. Çoğulcu zeminlerde, özgür tartışma ikliminde, farklı kaynaklarla teyit edilmiş bilgilerle şekillenen bir hakikat anlayışı, Türkiye’yi, şebekeyi iceride, dünyada ve uluslararası arenada daha itibarlı kılar.
Gerçeği Filizlendirmek İçin
Hakikat yalnızca doğruluğuyla değil; tartışılabilirliği, çoğulculuğu ve inandırıcılığıyla da ayakta kalır. Dezenformasyonla mücadele, bu hakikati bastırmak için değil; filizlendirmek için yürütülmelidir.
Türkiye bunu başarabilirse yalnızca bilgi güvenliğini sağlamaz; aynı zamanda demokratik olgunluğun testini de başarıyla geçmiş olur.
Ve bu sınavı geçmek, sadece devletin değil; hepimizin ortak sorumluluğudur.