Dün, bir büyük trajedinin 110. yılıydı, peki 24 Nisan 1915’te ne oldu?
25 Nisan 2025

“Polis kapıyı çaldı… ‘Birkaç saat kalıp dönecekseniz, yanınıza bir şey almanıza gerek yok’ dendi.”

BBC Türkçe’ye konuşan tarihçiler 24 Nisan 1915’te İstanbul’da tutuklanan Ermeni aydınlarının polisle ilk karşılaşmalarını bu sözlerle anlatıyor.

O gün Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentinde 250 Ermeni’nin tutuklanmasıyla başlayan süreç daha sonra farklı kesimlerin “tehcir” ya da “Ermeni soykırımı” olarak anacağı trajedinin habercisi oldu.

Bu olaylarda devlet kaynaklarına göre 350 bin, bazı tarihçilere göreyse 1,5 milyon Ermeni öldü.

Ermeniler 24 Nisan’daki tutuklamaları “soykırımın” fiili başlangıcı kabul ediyor ve 1915’te hayatını kaybedenleri her sene bu gün anıyor.

Türkiye ise ölümleri kabul ediyor ancak olayların Birinci Dünya Savaşı şartlarında yaşandığını hatırlatıyor, “soykırım” tanımını reddediyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bu yılki 24 Nisan mesajında “Birinci Dünya Savaşı’nın zorlu şartlarında hayatlarını kaybeden Osmanlı Ermenilerini bu yıl da saygıyla anıyor, torunlarına bir kez daha taziyelerimi iletiyorum” dedi.

Erdoğan “Ermeni Toplumu’nun geçmişte yaşadığı acıları samimiyetle paylaştığımı yineliyorum” diye ekledi.

Peki o gün İstanbul’da neler oldu?

‘Sıra dışı bir dönem’

Geç Osmanlı ve modern Ermeni tarihi üzerine uzmanlaşan Ara Sarafian, Ermeni aydınların tutuklanmasının Osmanlı için siyasi ve askeri bir dönüm noktasında gerçekleştiğini anlatıyor.

Sarafian, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ile savaş halinde olan İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale’ye dayandığını ve 24 Nisan’dan günler önce Rusların Van’ı işgal ettiğini hatırlatıyor:

“Ermeniler, kendilerini şehirde barikata alarak savundukları için şehrin düşmesine katkıda bulunmakla suçlanıyordu. Ermeni gönüllüler Rus ordusu saflarında çarpışıyordu. Yani tutuklamaların ilk başlamasına dair karmaşık bir durum söz konusu.”

Sarafian, 1915’i başkentin İstanbul’dan Konya’ya taşınmasının dahi masada olduğu “sıra dışı bir dönem” olarak tarif ediyor.

Tarihçi, Osmanlı devletinde Ermenilerin “şüpheli topluluk” görüldüğü böyle bir ortamda 24 Nisan’daki tutuklamaların “çok da mantıksız olmadığını” söylüyor ve şunu ekliyor:

“Biliyorum bu söylediğim Ermeni bir tarihçiden duymayı beklediğiniz bir şey değil.”

Listeler önceden mi hazırlandı?

Bağımsız araştırmacı Nedim Ovadya İzrail da 24 Nisan’a giden süreçte Osmanlı emniyeti ve hükümetinin Ermeni liderlere yönelik istihbarat hazırlıkları yaptığını anlatıyor.

Hrant Dink Vakfı’nın organize ettiği hafıza yürüyüşünde 24 Nisan 1915’te Pangaltı’da gözaltına alınan Ermeni aydınlarının hikayelerini anlatan İzrail, BBC Türkçe’ye o gün yaşananları anlatırken hazırlıkların çok daha erken başladığını söylüyor.

İzrail, Eylül 1914’ten itibaren istihbarat toplandığını ve Osmanlı arşivinde tutuklanması planlanan 610 kişiye dair bir liste olduğunu aktarıyor.

İzrail, emniyet güçlerinin tutuklamaları bu liste üzerinden gerçekleştirdiğini söylüyor:

“Aşağı yukarı toplumda duyulan yazar, çizer, aydın, entelektüel, doktor, avukat, tüccar her türlü böyle adı geçen isimleri bir şekilde listelemişler.”

Bağımsız araştırmacı, tutuklamalardan hemen önceki süreci şöyle tasvir ediyor:

“Listeler önceden hazırlanıyor, karakollarda kapalı zarflarda bekletiliyor. Yukarıdan emir geldiğinde bu listeler karakollarda açılıyor ve listelerdeki insanların evlerine tek tek gidiliyor.”

“1915 Olaylarını Anlamak: Türkler ve Ermeniler” isimli kitabın yazarı Doç. Dr. Mustafa Serdar Palabıyık ise sözkonusu listelerin Osmanlı’ya karşı Rus saflarında yer alan Ermeni yöneticileri kapsadığını söylüyor.

Bunun için kimlerin tutuklanacağı konusunda bir hazırlık çalışması yapılmış olabileceğini ancak bunun “aylar, yıllar önce yapılan bir çalışma olmasının mümkün olmadığını” savunuyor.

Geçmişte TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nde çalışan ancak akademiden ayrılan Palabıyık halen Türkiye Bilimler Akademisi asosye üyesi.

‘Sanatçılar da tutuklandı’

BBC Türkçe’ye konuşan Sarafian ve İzrail, 24 Nisan 1915’te yaklaşık 250 kişinin tutuklandığını söylüyor.

Londra merkezli Gomidas Enstitüsü’nün icra direktörü Ara Sarafian, tutuklanan isimlerin ortak noktalarının “topluluk aktivistleri ve liderleri” olmak olduğunu vurguluyor ve aralarında siyasi figürlerin de yer aldığından bahsediyor.

Sarafian, neredeyse tamamı erkek olan isimlerin arasında sanatçılar da olduğunu anlatıyor:

“Aralarında müzisyen Gomitas Vartabed gibi ünlü isimler de vardı. Kendisinin birçok hayranı vardı ve büyükelçiler serbest bırakılması için baskı yaptı çünkü bir tehdit ya da devrimci olarak tutuklanması gülünçtü.”

Nedim Ovadya İzrail ise bazı kişilerin isim benzerliğinden tutuklandığını belirtiyor.

İzrail, o gece olanları şöyle aktarıyor:

“Cumartesi gecesi insanların artık yatmaya doğru gittiği 12-3 arası saatlerde kapılar çalmaya başlıyor.

“Polis memurları, gayet kibar ve nazik bir şekilde Ermeni vatandaşlara birkaç soru sormak üzere karakola davet ediyorlar.”

“Hatta ‘Üstünüzü değiştirmeyin, gece kıyafetiyle bile gelebilirsiniz’ şeklinde yakın karakollara götürülüp orada ilk toplama merkezi oluşturuluyor.”

“Kimi doktor ‘bir hasta var’ denip karakola davet ediliyor, kimi başka bir konu vesilesiyle çağrılıyor.”

Palabıyık da listelerde toplumun kanaat önderlerinin, kültür ve sanat insanlarının yer aldığını söylüyor.

Ancak Doğu Anadolu’daki isyanları hatırlatarak bu iki durumu birbirinden ayırmak gerektiğini savunuyor:

“Yani Osmanlı hükümeti burada tutuklanan Ermenileri onların kültürel kimlikleri, ırksal kimlikleri, dinsel kimlikleri nedeniyle mi tutukladı? Yoksa siyasi faaliyetleri nedeniyle mi tutukladı?”

Palabıyık bu kitlesel tutuklamalarda yanlışlıklar olmasını ise savaş koşullarına bağlıyor ve tutuklamaların sistematik olmadığının kanıtı olarak değerlendiriyor.

İzrail, 24 Nisan’da tutuklananların Fatih’te günümüzde Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin bulunduğu merkez hapishaneye götürüldüğünü söylüyor.

Araştırmacı, Osmanlı emniyetinin yaptığı tutuklamaların operasyonel başarısına dikkat çekiyor:

“Bugün İstanbul’un nüfusu ile orantıladığınız zaman bir gecede 3500 kişinin tutuklandığını düşünün, böyle bir operasyon.

“O zaman İstanbul’un nüfusu 900 bin civarında. Ona göre 250 kişi topladığınız zaman bugüne göre 3 bin 500 kişiye tekabül ediyor. Dolayısıyla bugünkü koşullarda bile çok büyük bir operasyon.”

Ayaş ve Çankırı’ya gönderildiler

Ara Sarafian, merkez hapishanede toplanan tutukluların vagonlarla ya da yürüyerek Sarayburnu’nda bekleyen yolcu vapurlarına götürüldüğünü, buradan Haydarpaşa’ya geçtiklerini anlatıyor.

Tutuklar Haydarpaşa’dan Ankara’ya giden trenlere bindiriliyor.

Daha ağır suçlar isnat edilen ve aralarında siyasi figürlerin de olduğu bir grup Kastamonu’nun Ayaş ilçesindeki bir hapishaneye götürülüyor.

Sayıca fazla olan diğer grupsa Ankara’nın Çankırı ilçesine götürülüyor.

Sarafian, bu süreçte Ermeni tutuklulara “iyi davranıldığını”, ancak bu isimlerin “kanuni prosedür ve tutukluk hakkına itiraz etme imkânı olmadıklarını” söylüyor.

Tarihçi, Ayaş ve Çankırı’ya götürülen tutukluların anı yazılarından yola çıkarak şunları anlatıyor:

“Bu grup büyük ölçüde rahat bırakıldı. Kendilerine bakabiliyorlardı, kendi yemeklerini hazırlayabiliyorlardı.”

Tarihçi, Çankırı’da kalan birçok Ermeni’nin serbest bırakılmak için dönemin Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Talat Paşa başta olmak üzere üst düzey Osmanlı yetkililerine telgraflar gönderdiklerini söylüyor.

Nedim Ovadya İzrail de Çankırı’daki bazı tutsakların “şehir dışına çıkmamak kaydıyla” serbest bırakıldığını ve “Bir şekilde herkese kendi evini tutma, bir araya gelip gruplar halinde yaşama” imkanı verildiğini anlatıyor.

İzrail, 24 Nisan’ın ardından Osmanlı hükümetinin Ermenilere yönelik politikasında değişime gittiğini, İstanbul’daki tutuklama operasyonuna benzer uygulamaların ilerleyen aylarda Osmanlı coğrafyasının geneline yayıldığını vurguluyor.

24 Nisan’dan sonra ne oldu?

Ara Sarafian, 24 Nisan’da İstanbul’da tutuklanıp Kastamonu ve Ankara’ya götürülen Ermeniler hakkında “Birçoğu ünlü Ermenilerdi; yazarlar, şairler… Bu isimler tutuklandıktan sonra bir daha bulunamadı” diyor.

Tarihçi, Ermenilerin “toplu olarak sürülme ve öldürülme sürecinin” Haziran 1915’te “tam anlamıyla” başladığını söylüyor.

Sarafian “İlk tutuklananların öldürülmesi kesinlikle [Osmanlı] makamları tarafından alınan bir karardı ve sistemli bir şekilde gerçekleşti” yorumunu yapıyor.

Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı döneminde Ermenilere yönelik sistematik bir öldürme stratejisi izlenmediğini savunuyor.

1915 olaylarında Ermeni topluluğunun ayaklanacağı gerekçesiyle yüzbinlerce kişi Osmanlı Devleti tarafından zorla yerinden edildi ve Suriye’nin çorak bölgelerine gönderildi.

Nedim Ovadya İzrail, Osmanlı hükümetinin tehcir politikasını destekleyenlerin Ermenilerin Suriye’ye gönderilmesini “Burası Osmanlı toprağı, dolayısıyla hükümetin böyle bir hakkı vardır” diyerek savunduğunu anlatıyor.

İzrail, bu görüştekilerin “Birtakım olayların çıkmasını engellemek için böyle bir tedbir alındığını” desteklediğini vurguluyor ve ekliyor:

“Ama bu gönderme olayı başlı başına bir infaz olayına dönüşüyor.”

İzrail, o dönem ağırlıklı yaya halde yüzlerce kilometre yol yapan konvoyları şöyle tasvir ediyor:

“Yolların büyük kısmını yürüyerek geçiyorlar. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar… yollarda devamlı soyguncu çeteler var. Bu giden insanların malına mülküne saldırıyor, karısını, çocuğunu alıyor. Böyle bir tablo düşünün. Yukarıdan aşağı, kuzeyden güneye akan bir sel var. Bu sel yollarda devamlı tacize uğruyor.”

Osmanlı hükümetinin niyeti neydi?

Palabıyık ise bu dönemde Osmanlı’nın İstanbul’da, Doğu Anadolu’da, Çanakkale’de yoğun bir tehdit altında kaldığının altını çiziyor.

Tehcir Kanunu olarak bilinen kanunun tam adının “Savaş zamanında hükûmet uygulamalarına karşı gelenler için asker tarafından uygulanacak önlemler hakkında geçici kanun” olduğunu hatırlatan Palabıyık şöyle devam ediyor:

“Evet, bu kanunla en çok Ermeniler tehcir edildi. Ama Süryaniler, Keldaniler, Asuriler, hatta Kürt, Arap ve çok az sayıda olmakla beraber bazı Türkmen aşiretler de tehcir edildi. Bu kanun sadece Ermeniler için çıkarılmış bir kanun değil.”

“Osmanlı hükümeti güvenliğini tehdit altında gördüğü yerlerde tehciri uygulamaya çalıştı. Tehcir edilen konvoyların güvenliğinin sağlanması gibi birçok yönetmelik de çıkartıldı. Yani soykırım kastı olan bir hükümetin bu tarz yönetmeliklerle uğraşacağını düşünmek çok akla yatkın gelmiyor.”

Palabıyık, yaşananları “muazzam bir trajedi” olarak niteliyor ancak “soykırım” tanımını tarihçilerin değil, hukukçuların yapması gerektiğini söylüyor.

Palabıyık “Soykırım tanımı sonuçlardan ziyade niyetlere bakıyor. Evet, çok sayıda masum Ermeni hayatını kaybetti, içlerinde öldürülenler oldu. Ama burada acaba Osmanli hükümeti bunları planlayarak mı hareket etti? Yoksa askeri güvenlik gerekçesiyle bir tehcir kararı aldı ve bu tehcir kararının uygulanması sırasında yaşanan pek çok aksaklıktan dolayı mı bu kadar kayıp yaşandı? Bu mesele üzerinde durmak lazım.”

1915 olaylarını “soykırım” olarak tanımlayan Ara Sarafian ise hem 24 Nisan’ın hem de 1915’in kalanında yaşananların tarihçiler tarafından objektif ve eleştirel biçimde ele alınması gerektiğini savunuyor.

Tarihçi, “Ben hiçbir kampın parçası değilim, buna soykırım diyorum çünkü soykırım” diye konuşuyor ve ekliyor:

“Maalesef eleştirel diyalog kuramıyoruz çünkü mesele siyasileştirildi. Ermeniler tarafından da siyasileştirildi. Türkiye’den siyasi, ideolojik talepleri oluyor. İdeolojik yaklaşımlar meşru tartışmaların altını kazıdı ve bu, iki taraftaki milliyetçi kampın da işine geldi.”

ÇOK OKUNANLAR