CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İBB’ye yönelik ikinci dalga operasyon kapsamında 53 kişi hakkında gözaltı kararı verilmesine ilişkin olarak “Bu arkadaşlarımızı alıp içeriye atmak, felakete karşı, depreme karşı İstanbul’u savunmasız bırakmaktır. Bu sabah güneş doğarken İstanbul’un muhafızlarını gözaltına alan Erdoğan’a sesleniyorum; ne yapıyorsun sen? Bu saatte, bu vakitte yılan sokmaz adamı. Böyle bir günde, deprem kapıdayken sen bu uzmanları topluyorsan, gerçekten sen bu İstanbul’a da bu millete de dost değilsin” dedi.
Mersin’de düzenlenen “Millet İradesine Sahip Çıkıyor” mitinginde konuşan Özgür Özel’in açıklamalarından satır başları şöyle:
“Eylem yapmaya, sonuç almaya geldik”
“Bugün Mersin’de dron kalabalığın ucuna ulaşamıyor. Mersin, tarihin en büyük mitinglerinden birini yapıyor ama hep söylediğimiz gibi, bugün biz buraya Mersin’de toplanmaya, miting yapmaya gelmedik. Biz bugün Mersin’e eylem yapmaya, sonuç almaya geldik.
Bugün bu meydanda narenciyeyi dalda bırakanlara, adaleti limon gibi sıkanlara karşı mitinge değil, eyleme geldik. Zulme karşı susmayan, bugün de Yenişehir Meydanı’na sığmayan Mersinlilerle birlikte tarihe geçmeye, tarih yazmaya geldik.
“AKP gidecek, CHP gelecek”
Gelecek seçimlerden sonra AK Parti gidecek, Cumhuriyet Halk Partisi gelecek. Türkiye’ye huzur gelecek. O huzuru ise bugün bizi Silivri zindanındaki odasında küçücük telefondan izleyen, koca yüreğiyle Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu’dur. Buradan Ekrem Başkan’a, Silivri’ye bin selam yolluyoruz. Sizi görüyor, sizi heyecanla izliyor.
“Tek adam varsa hata vardır, hata varsa işgal vardır”
Bu ülke kolay kurulmadı. 100 yıl boyunca çok zor zamanlardan geçtik, çok kara kışlar gördük. Ama nerede tökezledik, nerede düştük, hep birlikte daha güçlü ayağa kalktık. Şimdi de kendini milletin üstünde görenler, bu millete istikamet dayatmak isteyenler var. Bu milletin nasıl bir millet olduğunu, bir kişiden, bir zümreden, bir partiden çok daha güçlü ve büyük olduğunu bütün Türkiye’ye ve dünyaya her gün gösteriyoruz. Çünkü, bu millet her şeyi affeder. Yoksulluğa, sıkıntıya bile sabreder. Ama iradesini elinden almak isteyenlere sabretmez. Onları affetmez. Bu millet, sandığın değerini bilir ve sandığına, seçme seçilme hakkına her zaman sahip çıkar. Darbeler olur, kimine hemen direnir, kiminde biraz gecikir. Ama eninde sonunda iradesinin arkasında, darbecilerin karşısında olur. Çünkü bilir ki, sandık giderse, seçme hakkı giderse her şey tehlike altındadır. Bunu nereden bilir? Şuradan bilir; Çanakkale Savaşı’nda bütün bir millet Çanakkale’yi bırakmamak için oradan donanma geçmesin, işgal orduları geçmesin diye, Anadolu işgal edilmesin diye can vermiştir, on binler toprak altında kefensiz yatmıştır ama sonra bir kişinin iradesiyle, ne zaman ki Çanakkale geçilmesin diye dedelerimiz koyun koyuna toprak altında kefensiz yatmasına rağmen, İstanbul’daki tek kişinin bir onayıyla, bir hatasıyla o donanmalar birkaç yıl sonra gelmiş, İstanbul işgal edilmiştir. Bir yönetimin, tek adamın rızasıyla nasıl işgal orduları ayak basmıştır, sonrasında Anadolu 7 farklı ordu tarafından taksim edilmiş, işgal edilmiştir. Anadolu’daki çiftçinin tarlasına, bağına, bostanına işgalci askerlerin postalı basmıştır, köyüne düşman ordusu gelmiştir, malı mülkü, namusu tehdit altına girmiştir. O gün Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile beraber ayağa kalkmış, şahlanmış, düşmandan yurdu kurtarmış, sonra da kurtarıcısıyla birlikte cumhuriyeti kurmuştur. Mustafa Kemal’e kimi krallık layık görmüştür, kimi padişahlık, kimi Amerikan tipi başkanlık önermiştir, kimi İngiliz gibi krallık. Paşa demiştir ki; kararı millet verir, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. İşte Anadolu’nun, Rumeli’nin irfan sahibi güzel insanları bilir ki; her tek adam rejiminin sonu hüsrandır. Kendine de hüsrandır, vatana da hüsrandır.
Nerede sandık vardır, nerede demokrasi vardır, nerede seçme ve seçilme hakkı vardır; orada huzur, barış, bolluk vardır. Onun için kim sandığa el uzatırsa, kim seçme hakkını almaya kararı ben vereceğim derse, o bu milletin düşmanıdır, bu millet o darbecilerin karşısındadır. Bu millet onun için sandığı namusu bilir, namusu gibi korur. Çünkü, sandık yoksa tek adam vardır. Tek adam varsa hata vardır. Hata varsa işgal vardır. İşgal varsa ne malın, ne mülkün, ne namusun garantisi vardır. Onun için sandığımıza, adayımıza, ülkemize namusumuz gibi sahip çıkmaya devam edeceğiz hep birlikte.
“İstiklal Marşımız ‘Korkma’ diye başlar”
Geçen yerel seçimin İstanbul Belediye Başkanı’na ama esas olarak gelecek seçimin cumhurbaşkanı adayına, CHP’nin, ülkenin kurucu partisinin cumhurbaşkanı adayına, geleceğin cumhurbaşkanına darbe girişimi vardır. Bu darbe girişiminin karşısında on milyonlarca cesur yürek, on milyonlarca cumhuriyetini, Atatürk’ün emaneti sandığını, demokrasiyi koruyanlar vardır. İşte ben, bugün Mersin’de o iradeye sahip çıkan yüz binleri görüyorum, milyonları görüyorum.
Malum, her darbenin bir cuntası, her darbenin bir başı, her darbenin bir hedefi var. Hedef; şüphesiz şahıs olarak Ekrem İmamoğlu ama esas olarak sizin iradenizdir. Bu cuntanın karargâhı Beştepe’dir, saraydır. Bu cuntanın silahı, ele geçirdiği yargıdır. Ve bu silahın mühimmatı, yalandır, iftiradır. Mübarek Ramazan’da, bir iftar sofrasında haber aldık ki; Ekrem Başkan’ın 31 yıl önce aldığı diplomasını iptal ettiler. Takip eden sahurda, binlerce polis kardeşimizi haksızca evine gönderdiler, gözaltına aldılar. 4 gün tuttular ve ardından Silivri zindanına koydular. İstiklal Marşımız ‘Korkma’ diye başlar. Saraçhane’de 7 gün 7 gece direnenlere, Mersin’de, 81 ilde sokaklara taşanlara, Maltepe’de 2,2 milyon olup meydanlara sığmayanlara, 15,5 milyon kişi sandık başına koşup adayına sahip çıkanlara selam olsun, helal olsun ki; darbecilere tarihi bir ders vermişlerdir.
“Onlar artık gayri meşru bir cunta yönetimidir”
Ancak, halen karşımızda bir vesayet rejimi kurmak isteyenler vardır. Onlar artık iktidar değildir. Onlar artık gayri meşru bir cunta yönetimidir. Çünkü, milletten korkana, sandıktan kaçana iktidar demek mümkün değildir. Olsa olsa geleceğin muhalefet partisidir ve iktidar değişimi için milletimiz gün saymaktadır, ya sabır çekmektedir. Devlet dediğimiz, milletin evidir. Ama bu evin kapısına bir avuç vesayetçi bugün kilit vurmuştur. İçeri giren onlardır, dışarıda kalan millettir. Devletin kapıları millete kapanmıştır. Bu millet; önce işgalden kurtuldu, sonra yokluktan kurtuldu, şimdi iradesini esir almak isteyen bu bir zümre insandan kurtulacak. Devletin kapıları da bu millete açılacaktır, andolsun.
“Ya istifa ya sandık”
Tayyip Bey, Türkiye’nin 4 bir yanına gidiyoruz, millet 4 bir yandan iki tane şey söylüyor; bir, Ekrem İmamoğlu’na selam söylüyor. Görüyor musun? Bir de bu millet, Türkiye’nin 4 bir yanından sana bir şey söylüyor. Duyuyor musun Tayyip Bey, bu millet sana ne diyor? Millet, Erdoğan’ı, millet Tayyip Bey’i istifaya çağırıyor. İstifa bir erdemdir. Ama bunu yapmayacaksan, eğer istifaya gerek görmüyorsan, kendine güveniyorsan o zaman sandığı getireceksin, kararı millet verecek.
“4 kişiden birini bile ikna edemediler”
Neredeyse 40 gün oldu, Ekrem Başkan ve arkadaşlarıyla ilgili bir tek iddialarını ispat edemediler. Yandaş medya yalan attı, iftira attı, atmaya da devam ediyor. Ancak, yapılan bütün anketlerde en yükseği yüzde 30, geneli yüzde 25 civarı sonuçlarla, bu iftiralara inanan yüzde 35, en çok yüzde 30. Bu kadar iftira ile 4 kişiden birini bile ikna edememiş bir müfteri iktidarla karşı karşıyayız.
“Tehditle, şantajla yalancı tanık yaratmaya çalışıyorlar”
Halen ortada iddianame yok. Baskıyla, tehditle yalancı tanıklar aranıyor. Gizli tanıkların; meşe, çınar, ladin diye üç tane odunun attığı iftiraları ne MASAK raporuna doğrulatabildiler, ne bir tek kanıt bulabildiler. Şimdi, hep birlikte, savcılarıyla, ifade vermiş olan tanıklara, ifade vermiş olan sanıklara baskı yaparak, mobbing yaparak, ‘Benim istediğim gibi ifade ver, evine git, çocuklarına kavuş. Ama böyle ifade verirsen seni 10 yıl içeride tutarım’ diye tehditle, şantajla yalancı tanık yaratmaya çalışıyorlar. Başaramıyorlar, başaramayacaklar. Yani özeti, ‘Ekrem İmamoğlu’na iftira at, sonra direkt evine git’ diyen, ‘Bunu yapmazsan 10 yıl evladının yüzünü göremezsin’ diyenlere hukuk insanı denemez, savcı denemez. Bunlar iftiracıdır. Bunlara el aman demeyeceğiz, teslim olmayacağız.
“Tayyip Erdoğan’ı düelloya davet ediyorum”
Buradan, Mersin’den Tayyip Erdoğan’a sesleniyorum; Sayın Erdoğan, eğer savcına güveniyorsan, arkasına geç. Ben, cumhurbaşkanı adayıma, Ekrem Başkan’a güveniyorum, tam arkasındayım. Eğer iddialarına güveniyorsan, TRT’yi açalım, isteyen bütün televizyonları açalım, senin savcın soruları sorsun, benim başkanım canlı yayında yargılansın. Görelim bakalım; kim dürüst, kim iftiracı? Var mısın? Buradan Sayın Erdoğan’a bütün milletin önünde bir büyük teklifte bulunuyorum. Ve siyaset tarihinin, siyasetimizin en büyük karşı karşıya gelmesini, düellosunu teklif ediyorum. Şunu yapacağız; canlı yayında yargılama olacak, sonra Türkiye’nin bütün anket şirketlerinin ortalamasını alacağız. Eğer Ekrem İmamoğlu’nun suçluluğuna millet ikna olursa, siyaseti ben bırakıyorum. Olmazsa, sen bırakmaya var mısın? Hatta sana yüzde 25 de avans veriyorum. Eğer senin savcın haklı çıkarsa ben istifa edeceğim. Ekrem İmamoğlu’nun haklılığı ortaya çıkınca sen istifa edecek misin? Var mı cesaretin? Hodri meydan sana. Ama böyle bir yürekleri, cesaretleri yok.
“İBB operasyonunun iki hedefi var”
Daha bu sabah, millet operasyonlardan ‘illallah’ demişken, ‘ekonomiye zarar veriyor’ demişken, millet ‘deprem gündemim var, benim seçtiğimi getir yerine otursun’ demişken, bugün yeni bir operasyona giriştiler. Ve İBB’den üst düzey bürokratların da içinde olduğu 53 kişiyi daha gözaltına aldılar. Maksat, bulamadıkları kanıtı, ikna edemedikleri yalancı şahidi şimdi 53 yeni masum üzerinden yapmaya çalışacaklar. Piyasalar, borsa hukuk ister, güven ister. Bunun için bu operasyonu hafta içinde yapmaya cesaret edemediler. Piyasalar kapandıktan sonra, bir cumartesi sabahı bu operasyonu yapıyorlar ki; borsa düşmesin, dolar yükselmesin. Bu operasyonun içinde ahlak olsa, hukuk olsa borsa neden düşsün, piyasalar neden bozulsun? Hepimiz bunun bir iftira olduğunu, Tayyip Erdoğan’ın rakibinden kurtulmak için yaptığı bir kumpas olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bugün yapılan işin tamamen iki hedefi vardır. Bunlardan birincisi milletin iradesine çökmek, ikincisi İstanbul’un rantına çökmek. Öyle ki; Ekrem Başkan hapse atıldıktan hemen sonra Kanal İstanbul ihanetini hemen raftan indirdiler. İstanbul’un muhafızı Ekrem Başkan Silivri’de iken Arap TV’lerinin reklamlarına Recep Tayyip Erdoğan başrolde çıktı. Kanal İstanbul manzaralı, göl manzaralı evler, Türkiye pasaportu garantili evler, 3,5 dakikalık reklam yayınlarında. Tayyip Erdoğan, Katar’dakilere, Arap şeyhlerine güzel daireler vaat ediyordu. Ve bunu gören İSKİ, buna itiraz etti.
“Kanal İstanbul yoksa Tayyip Erdoğan yok”
İSKİ’nin Genel Müdürü buna en temelden itiraz eden kişi olarak Ekrem Başkan’a gitti, bilgi notlarını sundu. Kendisi, genel müdür yardımcısı ve imar daire başkanı, Kanal İstanbul için yapılan inşaatları, öyle dedikleri gibi yoksullar için yapılan konut falan değil, Kanal İstanbul için yapılan bütün işleri gördü ve bunların kaçak olduğu için TOKİ’ye bunlar hakkında yıkım kararı verdiğini bildirir yazıyı dün yolladı. Bugün, muhalif gazetelerde bu haber var. Ve bu sabah, 40 gün önceki operasyonda adı olmayan, hakkında hiçbir iddia olmayan İSKİ’nin Genel Müdürü, Genel Müdür Yardımcısı ve İmar Daire Başkanı şafak baskınıyla gözaltına alındı. Hepimiz biliyoruz ki; mesele yolsuzluk değil, mesele Kanal İstanbul’suzluk. Kanal İstanbul yoksa Tayyip Erdoğan yok. Onun için saldırıyor arkadaşlarımıza.
“Bu saatte yılan sokmaz adamı”
Buradan Tayyip Erdoğan’a sesleniyorum; İstanbul, unuttuğun, unutturmaya çalıştığın deprem gerçeğiyle geçtiğimiz günlerde bir kez daha yüzleşti. AKOM’un baş koltuğu boş duruyor. Oraya İstanbullular Ekrem Başkan’ı oturttular. Deprem paniğinde İstanbul’a güveni verecek olan da deprem tehlikesine karşı bugüne kadar yaptığı çalışmaları sürdürecek ve bitirecek olan da İstanbul’u depremden koruyacak olan da Ekrem Başkan ve arkadaşlarımızdır. Ancak, bu durumda bile depremden siyaset yapan, Ekrem Başkan’ın yerine seçilen belediye başkan vekili yerine AK Parti İl Başkanı’nı yanı başına oturtan Erdoğan, deprem tehlikesine karşı bugün en lazım olan bürokratlarımızı sabahleyin evlerinden toplamıştır. Bugün topladığı bürokratlar, her yağmurda denizle birleşen Üsküdar Meydanı’nı o günlerden kurtaran arkadaşlardır. Ranta direnen, kaçak yapılarla mücadele edenlerdir. Bu arkadaşlarımızı alıp içeriye atmak, felakete karşı, depreme karşı İstanbul’u savunmasız bırakmaktır. Bu sabah güneş doğarken İstanbul’un muhafızlarını gözaltına alan Erdoğan’a sesleniyorum; ne yapıyorsun sen? Bu saatte, bu vakitte yılan sokmaz adamı. Böyle bir günde, deprem kapıdayken sen bu uzmanları topluyorsan, gerçekten sen bu İstanbul’a da bu millete de dost değilsin.
“Direnen gençlerin alınlarından öpüyoruz”
Ama sadece onları değil. Dün akşam Ankara’da 30 tane de gencimizi gözaltına aldılar. İstanbul’da 2 bin gencimizi gözaltına almışlardı. 301 evladımızı tutuklamışlardı. Halen daha 40’ın üstünde evladımız Türkiye’nin 4 bir yanında tutuklu. Şimdi de Ankara’da 30 gencecik evladımızı gözaltına aldılar. Pırıl pırıl çocuklar. Hepsiyle gurur duyuyoruz, gençlerimizin ayrı ayrı alınlarından öpüyoruz. İyi ki varlar, iyi ki direniyorlar.
“Ekrem Başkan’dan korktuğu için 52 milyar dolar harcadı”
Mersin’in çiftçisine, işçisine, emeklisine kaynak vermeyenler bu darbeyi yapmak için yıllardır biriktirilmiş dolar rezervlerimizi yaktılar. Tam 52 milyar dolar. Düne kadar 50 milyardı, son dün de 2 milyar yakıldı, 52 milyar dolarımızı mahvettiler, yok ettiler. Güya 2,5 puan faiz düşecek, faiz yüzde 40 olacaktı, bırakın düşmesi 3,5 puan arttı, yüzde 46 oldu. Yüzde 60’lık Venezuela’dan, yüzde 35’lik Zimbabwe’den sonra ikisinin arasında en yüksek faiz Türkiye’de. Dünyanın en yüksek ikinci faizi Türkiye’de.
Ve Merkez Bankası’ndan satılan 52 milyar dolar, yaklaşık 2 trilyon lirayla bakın ne yapılabilir? Mersin’deki değil sadece, 81 ilde bütün Türkiye’deki çiftçilerin banka borçlarının faiziyle birlikte toplamı 1 trilyon lira. Bugün Ekrem Başkan’ın operasyonunu yapmak için yaktıkları paranın yarısı, çiftçilerin banka borçlarını bitiriyor. Diğer yarısıyla her bir çiftçiye 420 bin lira verebilirsiniz. Bu parayla atanmayan 1 milyon öğretmenin hepsini atayabilir, üç yıllık maaşlarını peşin yatırabilirsiniz. Bu parayla her bir emeklimize asgari ücret, ama Tayyip Bey’in layık gördüğü 22 bin lira değil, bizim savunduğumuz 30 bin liralık asgari ücreti her bir emeklimize en düşük maaş olarak yatırabilirsiniz. İşte bugün çiftçi için, emekli için, işçi için para bulamayan 19 Mart darbecileri, bu parayı doları dizginlemek için harcamış durumdadırlar.
İktidarlar tercihlerini kimi seviyorlarsa ona göre yaparlar. Neden korkuyorlarsa ona göre yaparlar. Bu iktidar iktidardan gitmekten korktuğu için, Ekrem Başkan’dan korktuğu için, sizin iradenizden korktuğu için 52 milyar dolar harcadı. Gelecek iktidar, sizin iktidarınız, bizim iktidarımız; emekliyi sevdiği için, asgari ücretlinin dostu olduğu için, narenciye üreticisinin, çiftçinin dostu olduğu için, gençlerin dostu olduğu için, kötülüğe değil, iyi yönetmeye bütçe ayıracak. Söz veriyoruz hepinize.
“Bu darbenin mali ayağı Mehmet Şimşek”
Bu darbenin mali ayağı Mehmet Şimşek. Dün Amerika’da şöyle açıklamalar yapıyor… ‘Yurtiçi gelişmelerin ekonomimize yansımalarını sınırlamak için gerekli adımları atıyoruz.’ Neymiş yurtiçi gelişme Mehmet Bey? ‘Darbe yaptık’ desene, ‘Milletin parasını bu darbe için sattık’ desene. Şimdi gitmiş eskiden kurtulduk dedikleri IMF’nin Başkanının kapısında. Amerika Birleşik Devletleri Maliye Bakanı’nın kapısında, yanında. Görüşmeyi yapmış Amerikan Maliye Bakanı açıklıyor. ‘Şimşek’le görüştüm, İran’a karşı maksimum baskı uygulayacağız, yanımızda olacaksınız dedim’ diyor. Talimat vererek, parmak sallayarak. Suriye bu halde, sırada İran, sonra Türkiye, bunlara diyor ki; ‘İran’a karşı yanımızda olacaksınız.’ Mehmet Şimşek aynı görüşmeyle ilgili ne konuştuğunu açıklıyor. ‘Yapay zeka konuştuk, robot konuştuk, ekonomi konuştuk.’ Ey Mehmet Bey, adam resmi açıklamış, sana nasıl görev vermiş, istikamet vermiş, para karşılığı sana nasıl emir vermiş, sen anlatıyorsun. At yalanı, dönüp sayalım inananı. Yapay zeka konuşmuş. Yapay zeka konuşmuş yalancı.
“Kıbrıs’ın ve Filistin’in yanındayız”
19 Mart darbesinin icazetini Recep Tayyip Erdoğan, Trump’tan almıştır. 19 Mart darbesi Amerika’nın desteğiyle yapılmıştır. 19 Mart darbesinden sonra Kıbrıs davasından vazgeçilmiş, 19 Mart darbesine susulması karşılığında Türki Cumhuriyetlerin Güney Kıbrıs’ı tanımasına ses edilmemiş, Kuzey Kıbrıs yalnızlaştırılmış, ‘Yavru Vatan’ dedikleri, bizim için Kardeş Vatan AK Parti tarafından satılmıştır. Ayrıca Türkiye’deki haksızlıklara, hukuksuzluklara susulması karşılığında Trump’ın ‘Bu Gazze güzelmiş, buradan Filistinlileri yollayalım, civar ülkelere yerleşsinler’. Yani tehcir yapacak. Soykırım yetmedi bir de tehcir yapacak. ‘Bunları yollayalım, buralara otel yapalım.’ Haddizatında bize otel diyor da aklı otelde değil. Aklı Gazze’nin önündeki Avrupa’ya 100 yıl yetecek hidrokarbon yataklarında. Doğalgazda. Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi ezme, antidemokratik işlerine susma karşılığında, hem Kıbrıs’ı yalnız bıraktığının, hem de Filistin davasını sattığının kanıtı işte bu yaşadıklarımızdır. Ama biz hem Kıbrıs Barış Harekatı’nı yapan Başbakan Karaoğlan Bülent Ecevit’in partisi olarak, hem Yaser Arafat’ın dostu Filistin mücadelesinin destekçisi Karaoğlan’ın partisi olarak, hem de Filistin’e gidip de savaşan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yol arkadaşları olarak kim satarsa satsın Kıbrıs’ı, Kıbrıs’ın yanındayız. Kim yalnız bırakırsa bıraksın Filistin’i, Filistin davasının sonuna kadar arkasındayız.
“Bugün buradan bir başka altın hesabını kendisine hatırlatalım”
Biliyorsunuz bu iktidarın, Tayyip Erdoğan’ın kimyasını bozan işlerden bir tanesi de altın hesabı. Yıllardır AK Parti geldiğinde en düşük emekli maaşının sekiz çeyrek altın, şimdi üç çeyrek altın aldığını, en düşük asgari ücretin AK Parti geldiğinde, Erdoğan geldiğinde yedi çeyrek altın ve şimdi dört çeyrek altın aldığını ısrarla anlatıyorum. Ben bunu söyledikçe çıldırıyor, deliriyor. Diyor ki ‘Altın hesabını bırak.’ Bugün buradan bir başka altın hesabını kendisine hatırlatalım. 19 Mart darbesini yaptığın 40 gün önce, sadece 40 gün önce asgari ücretli 6,5 gram altın alabiliyordu. Şimdi beş gram alıyor. Her asgari ücretin cebinden aylık 1,5 gram altın, 4 bin lira gramı, 6 bin lira fakirleştirdin onları. Her emekliliğinin cebinden bir gram altın, 4,5 gram alıyordu, 3,5 grama düştü. En düşük memur maaşı 13 gram altın alıyordu, 10 grama düştü. Üç gram çeyrek altın her memurun cebinden çıktı gitti. Yani yapılan bu darbenin her birimize maliyeti ayrı ayrı oldu. Bu parayı bir gecede, bir haftada çarçur edenler para Mersin’e lazım olunca, Adana’ya, Osmaniye’ye, Kahramanmaraş’a, Hatay’a lazım olunca, Türkiye’deki çiftçilere lazım olunca susuyorlar, duruyorlar.
“Demokrasiye inanmış milyonlarla bir olacağız”
Ben Mersin’de muhteşem bir kalabalığı, çok güzel insanları, Mersin’in bütün renklerini bir arada görüyorum. Burada Cumhuriyet Halk Partililer var. Ancak burada seçimlerde de omuz omuza veren Mersin’in bütün demokratları var. Sosyal demokratların yanında milliyetçi demokratlara, muhafazakar demokratlara, Kürt demokratlara, Mersin’in bütün renklerine, bütün demokratlarına selam olsun. Mersin’de Kürtüyle Türkü birlikte yaşam kültürüyle kol kola yaşarken, biz bundan sonra ‘Ya otokrasi, ya demokrasi’ diyenler olarak, siyasi yelpazenin el sağından el soluna kadar bugün burada olduğu gibi tüm siyasi partilerden demokrasiye inanmış milyonlarla bir olacağız, birlikte olacağız. Bizim birlikteliğimizin adı; Yenişehir’de Yenişehir ittifakıdır, Mersin’de Mersin ittifakıdır, Türkiye’de Türkiye ittifakıdır. Renklerini ay – yıldızlı al bayraktan alan ancak kimseyi öteki yapmayan, kimseyi küçük görmeyen, önüne geleni terörist ilan etmeyen, Türkiye’yi Kürtüyle – Türküyle, Lazıyla – Çerkesiyle, Alevisiyle – Sünnisiyle bir gören, birlikte gören, Türkiye’nin kurtuluşunu birlikteliğimizde gören milyonlarız biz. Mersin’de çok sayıda Kürt vatandaşımız da huzur içinde hep birlikte yaşıyor.
Bir süredir Kürt meselesinde yeni bir süreç yürütülüyor. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, en başından beri insanlar ‘Sorunumuz var’ diyorsa, bu sorunun çözümünden yanayız. Tüm sorunların çözümünün demokrasiden geçtiğinin farkındayız, bilincindeyiz. Bunun için Meclis’ten başka zemin, Meclis’te çalışmaktan başka çare bilmeyiz. Gizli pazarlıkların, olmayacak anlaşmaların değil; şeffaflığın, samimiyetin, toplumsal mutabakatın sonuna kadar arkasındayız. Bu konuda tarihsel tutarlılığa sahip bir parti olarak, sorunun çözümü için, kendi komisyonumuz, hukukçularımız, siyaset bilimcilerimiz uzun süredir çalışıyorlar. Meclis Başkanı’na sorumluluk alması için çağrıda bulunduk. Ne yapılacaksa milletin gözü önünde, milletin vekilleriyle, milletin gözünün içine bakarak, şehit ailelerinin ve gazilerin gözünün içine bakamayacak bir şey yapmadan… Ama birileri gibi ‘Böyle bir sorun yoktur’ deyip, öyle gözünü ve kulağını da kapatmadan. İnsanı insan olarak severek, Türk ile Kürt’ün kardeşliğini bilerek, bundan sonraki barışın Türkiye’yi güçlendireceğini bilerek, Mersin’den Türkiye’deki herkesi, bütün demokratları büyük bir inanç ve kararlılıkla selamlıyorum. Büyük bir kararlılıkla.
“Hemşehriniz Ahmet Özer’in sonuna kadar arkasındayız”
Biraz önce bir hemşerinizin, size emeği olan, Toros Üniversitesi’nin kurucularından Esenyurt’un seçilmiş Belediye Başkanı Ahmet Özer’in mektubu okundu. Dinlediniz, alkışladınız, dayanışmanızı gösterdiniz. Yıllarca Mersin’de görev yapan bir evladınız. Elbette şu anda bulunduğu hücresinden bizi izliyor. Onu, Esenyurt’u, bizim 100 bin nüfusken AK Parti’ye verip geçen dönem 1 milyonun üstündeki nüfusla aldığımız Esenyurt’u kazandığı için onu terörist olmakla suçluyorlar. Suçu; Kürt olmak. Suçu; Kürtlerle Türklerin kardeşliğini savunmak. Bu konuda kitaplar, makaleler yazmış olmak. Hatta bugünkü iktidardan övgüler almış olmak. Ahmet Özer’i terörizmle suçlama gerekçeleri ne biliyor musunuz? İki gerekçesi var: Biri, kent uzlaşısı dedikleri, Esenyurt ittifakı dediğimiz, Kürtlerin de kendilerinden birini görünce oy verebildikleri bir listeye, Esenyurt ittifakına terörist damgası vuruyorlar. Ama esas suçlama; Ahmet Özer telefon açmış demiş ki bir babaya, vefat eden anası için… ‘Anneniz sizin gibi çok kıymetli evlatlar yetiştirdi.’ Konuştuğu kişi, herhangi birisi. Bir kardeşinin varmış bir terör örgütüyle bağlantısı. ‘Anneniz sizin gibi kıymetli evlatlar yetiştirdi’ deyince, güya teröriste övgü yapmış. Esenyurt’u kazanmaktan başka suçu olmayan Ahmet Özer’in, Mersin’in evladı Ahmet Özer’in sonuna kadar arkasındayız.
“İmamoğlu zindanda ama umutla göğün yedi kat üstünden bakıyor”
Değerli Mersinliler, ‘Hak, hukuk ve adalet’ diyor buradakiler. Duyuyor mu Ankara’dakiler? Hakka saygı duymayan, hukuku çiğneyen, adaleti ayaklar altına alan Erdoğan, duyuyor musun Mersin nasıl sesleniyor ‘Hak, hukuk, adalet’ diye? Bugün buradaki birlikteliği görenler, geçen hafta Yozgat’ı görenler, Samsun’u görenler, Ankara’yı, Maltepe’yi görenler, Saraçhane’yi görenler artık bir tek adama karşı, hep birlikte nasıl ayağa kalktığımızın, nasıl demokrasi istediğimizin, nasıl adım adım iktidara yürüdüğümüzün farkındalar.
Bizim adayımız Silivri’de zindanda. Onların adayı sarayda, bütün yetkiler elinde. Bizimki küçücük hücrede ama sanki göğün yedi kat üstünde büyük bir umut, büyük bir kararlılık, büyük bir özgüvenle bakıyor bu meydana. Çünkü kazanmak için lazım olan üç şey… Ahlaki üstünlük, bu meydanda. Psikolojik üstünlük, bu meydanda. Çoğunluk enerjisi, bu meydanda. Oysa o bütün yetkileri elinde bulunduranlar, bıçakları, kılıçları çift taraflı kesenler saraydalar ama psikolojik olarak yerin yedi kat dibindeler. Bunalımdalar, çünkü kaybedeceklerini biliyorlar. Biz adayımızın arkasındayız. Zindanda olsa da onu çıkarmaya kararlıyız. Mücadeleyi sonuna kadar da sürdüreceğiz. Eninde sonunda o sandığı getireceğiz, bu tek adamı yollayacağız, demokrasiyi kuracağız.
“Başörtülü kardeşlerimizin güvencesi CHP’dir”
Bu iktidar yürüyüşünü görenler her türlü saldırıyı, her türlü iftirayı yaparken, dün Milli Eğitim Bakanı olacak o meczup çıkmış diyor ki, ‘Efendim iktidar değişirse okullara başörtülü kızların, evlatların girmesi tehlikeye girer.’ Bu hayatımda duyduğum en büyük yalandır, partime atılmış en büyük iftiradır. Ben bundan 30 yıl önce Ege Üniversitesi’nde birileri başörtülü arkadaşlarımızı derse sokmamaya çalışırken, onlar için eylem yapan, onlarla birlikte eylem yapan, ‘Onlar sınıfa girmeden biz de girmeyiz’ diyen bir Genel Başkan olarak bu iftiranın karşısında bütün başörtülü kardeşlerime diyorum ki; sizi sömüren, sizi kandıran ve sizin tüm özgürlüklerinizi gençlerle birlikte elinizden alan bu iftiracılara karşı sizin, örtünen – örtünmeyen herkesin eğitim güvencesi de iyi bir gelecek güvencesi de daha zengin ve daha özgür bir Türkiye’de yaşama güvencesi de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisi Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarındadır. Başörtüsü kaygısıyla yoksulluğun üstünü örtemezsiniz. Başörtü kaygısıyla haksızlıkların, adaletsizliklerin üstünü örtemezsiniz. Bu ülkede tüm özgürlüklerin teminatı, geleceğin iktidarı Cumhuriyet Halk Partisi’dir, geleceğin Cumhurbaşkanı Ekrem İmamoğlu’dur.
“Ay yıldızlı bayraklarımızla Silivri’yi selamlıyoruz”
Şöyle bir bakınca Mersin’de apartmanlara, balkonlara asılmış bayrakları görüyorum. Ekrem Başkan ‘23 Nisan’da bayrak asalım, 19 Mayıs’a kadar bayraklar balkonlarda kalsın’ demişti. Mersin’de bayrakları görüyorum, Ekrem Başkan’ın 19 Mayıs’a kadar bayrak asma çağrısını hep birlikte tekrar ediyoruz. Türkiye’yi bayraklarını 19 Mayıs’a kadar balkonlarında tutmaya davet ediyoruz. Mersin bugün gözün alabildiği, televizyonun çekebildiği yerin ötesine kadar dolu. Hep birlikte bayrakları sallayalım. Türkiye’nin beraberliğinin, birliğinin, bütünlüğünün garantisi ay yıldızlı al bayraklarımızla buradan Silivri’yi selamlıyoruz. Buradan Türkiye’nin tüm cezaevlerindeki siyasi tutsakları selamlıyoruz. Ve inanıyoruz ki kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz.”