Amerika’nın Happy Days dönemi
27 Nisan 2025

20’inci yüzyılın ilk bölümünde kurulan orkestralar ve kolektif doğaçlama ile birlikte aynı anda solonun önem kazanması yeni bir orkestrasyon anlayışının oluşmasına neden oldu. Böylece Amerika ve cazın tarihinde Swing dönemi başladı.

Önce klarnet ve daha sonra saksafonun da katılmasıyla zaten gruplar genişlemek zorundaydı ve böylece swing döneminde big Band’ler ortaya çıktı. Bu Big Band formatındaki orkestralarda müzik, cazda olması gereken, içten geldiği gibi duyguların peşine takılarak çalma boyutundan oldukça uzaklaşmıştı. Notaya ve besteye bağlı müzikle daha sakin müziğin önü açılmıştı. 

Chicago’ya paralel biçimde Kansas City’de de geliştirilen ve Count Basie orkestrası tarafından da kullanılan çalma tekniği, swing’e hakim olmaya başlayan Avrupai, daha temiz ve daha sakin teknik  çalma eğilimini destekledi.

Amerikan insanı, swing gruplarının müziği eşliğinde sadece müziği dinlemek yerine dans etmeye de başladı. Blues kökenli müzisyenler çaldıklarının dinlenmesine önem verdiklerinden, aslında swing eşliğinde dans edilmesine tepkiliydiler fakat swing’in büyük ticari başarısı nedeniyle seslerini fazla çıkarmıyorlardı. Bu tepkinin var olduğunu bilmemiz, bu insanların daha sonra yapacaklarını anlamamız açısından önemlidir.

Swing’in tartışılmaz kralı, beyaz olan Benny Goodman’dı. Benny Goodman orkestrasından da destek alarak klarnetiyle solo çalmaya giriştiğinde, aslında ilerideki modern cazın gelişmesine bir katkı daha yapıyordu.

Büyük orkestra ile solo çalmanın birlikte gelişmesi, cazın gelişiminde diyalektik diyebileceğimiz iç çelişkilerin nasıl birlikte yaşandığının bir başka göstergesidir.

Bu arada swing’den ve onun yarattığı dans kültüründen fazla hoşnut olmayan blues kökenli siyah müzisyenler Kansas City’de ve New York’ta buluşup jam session’lar gerçekleştirerek yeni denemelere girişiyorlardı.

***

Bir sanat dalının, kültürünün gelişiminde uygun ortama sahip olmasının ne kadar önemli olduğunu tekrar göstermek için New York’ta olanları biraz anlatmak istiyorum. 

Genç ve yetenekli müzisyenler Harlem’de, Minton’s Playhouse adlı kulüpte buluşuyorlardı. Bu müzisyenler arasında piyanist Thelonious Monk, trompetçi Dizzy Gillespie ve alto saksafoncu Charlie Parker gibi sonradan devleşen isimler de vardı. Bu isimlerden anlaşılabileceği gibi, aslında o ortamda yapılan doğaçlama müzik denemeleri ile swing müziğinin içinden modern cazın ilk doğumu yaşanıyordu. Bu doğumun ilk zamanlarındaki müziğe “bebop” adı veriliyordu. Bu müzisyenlerin yaptıkları, bebop ile başlayan daha sonra serbest caza evrilen doğaçlama müzik, dinleyen herkesi ilk önce şaşkınlığa düşürüyordu ama bu ilk tepkinin farklı seslere alışık olmayan seyirciden gelmesi sürpriz değildi. 

***

Belki de caz dinleyicisi doğaçlama yapılmasına ve farklı denemelere alışık olduğundan yeniliğe daha az tepkiliydi ve serbest cazı çok daha hızlı ve nispeten daha az tepkiyle kabul etti.

Adını verdiğim müzisyenler ve onlar gibi çalmak isteyenler hem kolektif doğaçlama yaparken hem de solo çalmaya giriştiklerinde diğerlerinden de destek alırlardı. Doğaçlama tekniğin zorlu gelişiminin doğasında vardı bu destek.

Ben bu anlattığım tarihin ortamını bizzat görmek için yıllar önce gittiğim New Orleans’ta, gece Mississippi Nehri’ne yakın ara sokaklarda dolaşırken, sokağın köşesindeki bir evin zemininden insanı o anda kendine çeken bir müzik duydum. Bu nedir diye sorduğumda, “Bu ev, bu zemin kat dünyada blues’un doğduğu yerdir,” cevabını aldım.

Ve ben -şu an ne yazık ki itiraf ediyorum- hayatımın en büyük hatasını yaptım. Blues’un yaratıldığı günlerde olduğu gibi yerel müzisyenler jam session (içlerinden geldiği gibi serbest çalma, bir anlamda kuralların olmadığı alan yaratmak) için hâlâ orada buluşup çalıyorlarmış. Aptal Serdar girsene içeri ve görsene tarihi; yok ama bunu yapmadım. Yere eğilip küçük pencereden baktığımda içerisinin çok küçük ve karanlık olduğunu gördüm, içimde klostrofobik duygular belirdi. İçeride durmaya katlanamayacak gibi hissettim ve belki de bana yıllar boyu acı verecek hatayı yapıp başka yöne yürüdüm.

New Orleans aynı zamanda bir liman şehri oluğundan, söylediğim gibi birçok farklı kültürün bir araya gelip uyumlu yaşamaya zorunlu olduğu bir şehirdir. Şehrin gece yaşamında hissedebileceğiniz serbestlik ve kural eksikliğinin bir nedeni de budur ama bu, blues gibi farklı kültürlerin sentezi olan müzik türünün özgürce doğmasına izin veren ortamdır da aynı zamanda.

Blues’un 20. yüzyılın başlarında New Orleans’ta, benim o gece girmediğim türde evlerde yaratıldığı yıllarda Amerika genelinde büyük bir arayış vardı; deyim yerindeyse koskoca ülke kendisine özgü müzik sesini aramaktaydı.

Müzisyenler sadece New Orleans’ta değil Kansas City’de (önemi genelde ihmal edilen Kansas City’nin caz tarihinde çok önemli bir yeri olduğunu tekrar vurgulayarak belirtmeliyim) New York’ta, San Francisco’da sürekli deneyler yapıyorlardı. Yeni bir sesi, yeni bir türü aramaktaydılar. ve tabii sonunda aradıklarını muhteşem biçimde buldular.

ÇOK OKUNANLAR