Büyükada: Nar Köşk’ün Terasında Kalan Kalbim
02 Mayıs 2025

İstanbul’un yorgun kalbine saplanmış zaman dışı bir şiirdi bir zamanlar Büyükada. Fayton seslerinin taş sokaklara yankılandığı, martıların sabah selamıyla güne başlanan, çam kokularının rüzgârla evlere süzüldüğü bir hayaldi.

Ve o hayalin içinde, Çankaya Caddesi’nde Nar Köşk içinde çok sevdiğim bir evim vardı.

Her Londra dönüşümde, İstanbul’a ne zaman yolum düşse, birkaç günlüğüne bile olsa, hiç üşenmeden kendimi usulca adalar vapuruna atardım. O vapur, benim için sadece bir taşıma aracı değil, bir rüya gemisiydi.

Her iskelede — Kınalı, Burgaz, Heybeli — biraz daha uzaklaşırdım karanın gerçekliğinden. Son durak Büyükada olduğunda ise içim titrerdi.

Sanki sevgiliye kavuşur gibi inerdim iskeleden.

Eve kadar on dakikalık bir yürüyüş… Her adımda geçmişin gölgeleri, erguvan çiçekli bahçeler, faytonların nal sesleri, ada çocuklarının şarkıları karşılar beni.

Eve varınca terasa oturur, kitaplarımı ve yazılarımı önüme serer, zamanın akmadığı bir âna geçerdim.

Sabahları tarihi Splendid Otel’in görkemli verandasında ya da Sinek Cafe’de kahvaltı eder, sonra başlardım uzun yürüyüşlere…

İstanbul’un kıyısında değil, adeta bir Ege kasabasının koylarında dolaşır gibi. Büyükada’nın sunduğu en kıymetli şey buydu: zamandan soyutlanmış bir sükûnet, bir ruh hâli.

Ama o ritim bozuldu. Hayvan hakları gerekçesiyle — ki elbette gerekliydi ama ölçüsüz uygulandı — adanın ruhunu taşıyan at arabaları tamamen kaldırıldı.

Özel bir yemekte İstanbul belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’na neden böyle radikal bir karar aldıklarını sormuştum.

Oysa çözüm tümden kaldırmak değil, dönüştürmek olabilirdi.

Bugün dünyanın birçok şehri, geçmişin zarafetini yaşatan atlı arabaları korumayı başardı: Viyana’da, New York’ta, Sevilla’da faytonlar hem simge, hem turistik cazibe, hem kültürel bir aidiyet.

Bizse, sildik tamamen.

İmamoğlu, o dönemde geçici bir çözüme imkân görmediklerini, çünkü fayton işinin belli bir kesimin elinde olduğunu, adanın huzurunun bozulduğunu, ikna etmekte zorlandıkları icin toptan bir karar alındığını, tabii ki elektrikli araçların yanı sıra ileride az sayıda sembolik faytonun yeniden gündeme gelebileceğini söyledi.

İkna olmadım.

Koca bir kent ve tarih bir avuç faytoncunun insafına terk edilmezdi. Bu noktada liderlik gerekiyordu, ama gösterilemedi.

Bir ülkede, bir belediyede, bir toplumda eğer tarihî miras, estetik ve kimlik duygusu varsa, böyle bir mücevhere nasıl özenle bakılırdı, insan hayal etmeden edemiyor.

Bizde ise dunyada eşine az rastlanır güzellikte kosk ve yalılara evsahipligi yapan Büyükada, giderek Anadolu taşrasını andıran merkez mahalleleriyle sıradanlaştı, kimliğini ve ruhunu yitirdi. Tur operatorlerinin getirdigi Ortadogulu turistlerin akınına uğradı. Gitmez oldum.

Ve bir gün o çok sevdiğim Nar Köşk’ünu kalbimin bir parçasını orada bırakarak sattım. Adanın kalite düşüşü yüzünden birçok insan benzeri seçim yapmak zorunda kaldı, ne yazik ki.

Kolay olmadı.

İstanbul’daki yeni evim artık Galata Kulesi’ne yakın; sevgili dostum Uğur Ergün’ün yardımıyla bulduğum, ulaşımı kolay, merkezi bir yerde. Restoranlar, sanat galerileri, tarih.

Ama hiçbir mekân, Nar Köşk’ün o sabah ışığını, o terasta içilen kahvelerin ruhunu vermiyor.

Aklım, kalbim, hâlâ Büyükada’da.

Orası sadece bir semt değil; yaşadığım en gerçek rüya, en huzurlu yalnızlık, en içten aidiyetti.

Yine de içimde hâlâ bir umut var. Çünkü Büyükada, yeniden ayağa kalkabilir. Bu zarafeti tamamen kaybetmiş değiliz. Şayet bir vizyon ortaya konursa… işte birkaç samimi önerim:

•Faytonlar, hayvan refahına uygun şekilde ve sembolik sayıda yeniden yaşatılmalı.

•Ada mimarisi koruma altına alınmalı; özgün evler restore edilmeli, yeni yapılar ruhuna uygun tasarlanmalı.

•Ticari işletmeler, zincir marketleşmeden uzak; özgün, butik, sanata ve edebiyata yer açan yerler olmalı.

•Kültürel hafıza, müzeler, açık hava sergileri, edebiyat etkinlikleriyle diri tutulmalı.

•Adalılar, dönüşümün parçası kılınmalı; ziyaretçilere rehberlik edecek bir bilinçle donatılmalı.

Çünkü şehirler sadece taşla, yollarla kurulmaz; seslerle, hatıralarla, ruhla yaşar. Ve o ruhu kaybettiğimizde, geriye ne deniz kalır, ne manzara, ne de sessizlik.

Benim kalbim hâlâ Nar Köşk’ün terasında.

Orada yazmadığım cümleler, içmediğim son kahve, duymadığım son nal sesi duruyor.

Belki bir gün, Büyükada yeniden eski hâline kavuşursa, vapura tekrar binerim. Sevgilime kavuşmak için heyecanla yola çıkarım.

Şimdilik, kalbimdeki bu derin sızıyla, o güzelim Nar Köşk’ü ve Büyükada’yı selamlıyorum… Ve bekliyorum — yeniden rüyama geri döneceğim günü.

ÇOK OKUNANLAR