Mükemmel fırtına olmasın: Şirketler bu durumdayken vatandaşın hali ne olacak?
02 Mayıs 2025

Bugünler, Dünyada da Türkiye’de de halka açık şirketlerin, yani hisse senetleri borsada işlem gören şirketlerin yılın ilk üç ayına ilişkin bilançolarını yayınlama dönemindeyiz.

Her gün Amerika’dan da Türkiye’den de yağmur gibi şirket bilançoları geliyor. Örneğin dün Apple ve Amazon’un bilançoları açıklandı; Apple umulmadık kadar fazla satış geliri elde etmişti, Amazon’da ise durum biraz karışıktı.

Peki Türkiye’de durum ne? Çok sayıda şirket bilançosunu açıkladı, daha da açıklayacak olanlar var. Bunların tek tek haberlerini zaten ekonomi sayfalarında görüyorsunuz.

Ama biz gazetecilerin yapması gereken bir işi bir borsa aracılık kurumu uzmanı yapmış, şirketleri tek tek alt alta dizmiş, onun. yaptığı liste iki gündür elden ele dolaşıyor.

Liste şöyle:

-THY ilk çeyrekte zarar açıkladı. 16 milyon dolar kar beklentisine karşı 44 milyon dolar zarar açıkladı.

-KOÇ HOLDİNG, 1. çeyrekte 1,2 milyar TL zarar beklentisine karşı 1,4 milyar TL zarar açıkladı.

-CARREFOURSA CARREFOUR SABANCI TİCARET MERKEZİ A.Ş. 3 aylık dönemde 1.10 milyar TL net zarar açıkladı.

-TOFAŞ TÜRK OTOMOBİL FABRİKASI A.Ş. 3 aylık dönemde 140.5 milyon TL net zarar açıkladı.

-ARÇELİK, yılın ilk çeyreğinde 1.64 Milyar TL net zarar açıkladı.

-KOROPLAST TEMİZLİK AMBALAJ ÜRÜNLERİ SANAYİ VE DIŞ TİCARET A.Ş., 3 aylık dönemde 51.2 milyon TL net zarar açıkladı.

-VESTEL BEYAZ EŞYA SANAYİ VE TİCARET A.Ş., 3 aylık dönemde 1.01 milyar TL net zarar açıkladı.

-KENT GIDA MADDELERİ SANAYİİ VE TİCARET A.Ş., 3 aylık dönemde 52.3 milyon TL net zarar açıkladı.

-TURCAS PETROL A.Ş., 3 aylık dönemde 22.5 milyon TL net zarar açıkladı.

-TAT GIDA SANAYİ A.Ş. bilançosunu açıkladı., 3 aylık dönemde 79.3 milyon TL net zarar açıkladı.

-EGE SERAMİK SANAYİ VE TİCARET A.Ş., 3 aylık dönemde 294.1 milyon TL net zarar açıkladı.

-EBEBEK MAĞAZACILIK A.Ş., 3 aylık dönemde 45.9 milyon TL net zarar açıkladı.

Şirketler kesimindeki bu zararlar, Türkiye’de yaşanan ekonomik yavaşlamanın sonuçları. Aslında geride kalan üç aya yansıyan bu yavaşlama bizzat şirketler tarafından beklenen bir şeydi; çünkü Türkiye iyi kötü bir enflasyonla mücadele programı yürütüyor; bu programın doğal bir parçası TL’nin değerlenmesi. Şirketlerin kredi alamaz veya alsalar bile çok pahalı alabilir hale gelmesi bir yandan, anti-enflasyonist programın esasen vatandaşın tüketim talebini kesmeye yönelik olması bir yandan, bu yavaşlama kaçınılmazdı.

Ama bu tabii hem vatandaş hem de şirketler açısından bir fedakarlık dönemiydi. Yarın enflasyon düştüğünde yaşanacak rahatlama uğruna buna katlanılıyordu.

Dolayısıyla belki bugün bilançolara yansıyan bu rakamlara sürpriz gözüyle bakmamak lazım; herkes kemerlerini sıkmıştı zaten. Sanayi üretimi düşüyor, sanayide ve kısmen de hizmetler sektöründe istihdam kayıpları, yani işsizlik başlamıştı.

Ama geleceğe dönük iyimserlik de vardı. Çünkü eline kağıt kalem alan herkes mayıs ayından itibaren enflasyonun baz etkisiyle düşeceğini, bugün yüzde 38 seviyesindeki enflasyonun daha da gerileyeceğini görüyor, gelecekten ümit taşıyordu.

Ta ki 19 Mart sabahı CHP’nin cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı Ekrem İmamoğlu gözaltına alınana kadar.

Bu operasyon öyle bir dönüm noktası oluşturdu ki, zaten durgunluğun içinde olan Türk ekonomisini geri dönülmesi çok zor olacak bir güven krizine sokuverdi.

Güven krizi dediğim şuydu: Ülkeyi yönetenler, yani Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, siyaseti ve siyasi silahları kullanmayı ekonomik programı aksatmak pahasına elinden bırakmıyor; Erdoğan’ın yeniden kazanma arzusu, ekonomik istikrardan belli ki daha önemli. O zaman ekonomik istikrarın geleceğine ve işlerin normale döneceğine inanmaya devam etmek ne kadar gerçekçi?

Tam da bu sebeple 19 Mart sabahından beri ne para piyasaları ne hisse senedi piyasaları kendine gelmiş değil. Bu iki piyasadaki bozulmayı aslında bugün reel sektör de hissediyor ama onların rakamları henüz istatistiklere yansımadı.

Bakın, TÜİK geçen gün açıkladı, ekonomi Mart ayında ciddi istihdam yaratmıştı. Bu, şirketlerin geleceğe dönük iyimserliklerinin bir sonucuydu. Şimdi maalesef o istihdamı kaybetme tehlikesi yaşıyoruz.

İlk üç ayda bağırlarına taş basıp zarar yazan şirketler ikinci üç ayın da zor geçeceğini görüyorlar. Düne kadar krediye erişmekte zorluk çekiyorlardı, bu zorlukları daha da arttı, çünkü Merkez Bankası dolardaki ateşi dindirmek için faizleri arttırdı.

Ekonomi bir kez daha kırk katır mı-kırk satır mı ikilemine girdi. Faiz artmasa kur krizi yaşanabilir, doların fiyatı fırlayıp gidebilir. Doların fiyatının fırlaması fiyatlama davranışını bozup enflasyonu yeniden yükseltebilir, o da faiz artışı getirir… Onun yerine Merkez Bankası ve iktidar faizi peşin arttırıp kuru tutmayı denemeye karar verdi ama piyasadaki döviz talebi bitmiş değil, kuru tutmakta da zorluk yaşanıyor, hızla rezerv satılıyor.

Bütün bunlar da maalesef bir “mükemmel fırtına” atmosferi yaratıyor. Yani zaten makro dengeler bozulmuş ve yeniden kurulmaya çalışılırken mikro ekonomi cephesindeki bozulma ve kötümserlik ona eşlik ediyor.

Gerek olası bir ekonomik yavaşlamanın, hele hele bu yavaşlamaya eşlik edecek bir işsizlik dalgasının siyaseti zor durumda bırakacağına kuşku yok. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu olasılıktan kaçınmak için enflasyonla mücadeleyi feda edebileceğini geçmiş tecrübemizden hepimiz biliyoruz. Nitekim Erdoğan geçen gün enflasyonla mücadele programı için emir kipiyle değil dilek kipiyle konuştu, “İnşallah sürdüreceğiz” dedi.

Türkiye açısında her zaman olabilecek en kötümser senaryo, aynı anda hem yüksek enflasyonu hem de ekonomik durgunluğu yaşamak, yani stagflasyondur.

Şu anki manzara, siyasette mucizevi bir yumuşama olmadığı sürece, stagflasyona doğru gidişi gösteriyor korkarım.

ÇOK OKUNANLAR