Burada sık sık yazıyorum: Türkiye, 18 Mart akşamı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edildiğinin duyurulmasıyla siyasette yeni bir düzleme geçti; ertesi sabah İmamoğlu’nun resmi konutunun kapısına 200 polisin dayanması ve İstanbul’un seçilmiş belediye başkanının sıradan bir suçlu gibi gözaltına alınmasıyla ise o yeni düzlemin büyük bir fay kırığı olduğu iyice netleşti.
Bugün 17 Marttaki Türkiye’den bir hayli farklı bir Türkiye’de yaşıyoruz. Bu yeni Türkiye’nin bize neler getireceğine ilişkin çok yazı yazdım, daha da yazacağım ama şimdi kısa vadeden bir gözlem aktaracağım.
Dedim ya 19 Mart sabahı yeni bir Türkiye’ye geçtik diye; bu yeni Türkiye’nin ilk büyük mücadelesi ahlaki üstünlük tesis etmek için veriliyor.
Normal şartlar altında yolsuzluk büyük bir ahlaksızlık olduğu için aslında savcılığın soruşturmasının ve bu soruşturmanın her unsurunu savunan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve takipçilerinin bir ahlaki üstünlük kurmak için çaba bile sarf etmesi gerekmemeli.
Öyle ya, suçlanan Ekrem İmamoğlu yolsuzluk ithamlarıyla karşı karşıya. Olması gereken İmamoğlu ve takipçilerinin savunmada, kendilerini temize çıkarma derdine düşmesi; Tayyip Erdoğan ve takipçilerinin ise “Sen önce şunun hesabını ver” deyip rahatça köşelerinde oturması.
Ama hepiniz görüyorsunuz, durum hiç öyle değil.
Ekrem İmamoğlu ve takipçileri savunmada olmayı bırakın sürekli saldırıda.
Bakın İmamoğlu daha 21 Mart günü saat 18.35’te ifadesini alan polisler “Son bir söyleyeceğiniz var mı” diye sorduğunda cevabına nasıl başlıyor:
“Gözaltına alındığım saatlerden, ifadeyi verdiğim şu ana kadar hissettiklerimden ifade anında sorulan sorulardan sonra kendimi; milletimiz, şehrimiz ve ülkemiz adına çok daha kötü hissettiğimi ifade etmek isterim. Türkiye’nin ulusal ve uluslararası birçok çözüme muhtaç konusu varken yukarıda sorulan sorular göstermiştir ki kumpas, uydurma, yalan ve komplo teorilerinden oluşan mesnetsiz suç isnatları ile gözaltına alındığım an itibariyle Türkiye’nin ve bütün dünyanın gündemine düşmüş olmak, ülkemizin itibarının ciddi zarar görmesi, demokrasi ve adaletin zedelendiğinin yaşanması çok üzücüdür. Bilgi edindiğim kadarıyla ekonomiye yüksek etkisi, insanlarımızın umutsuzluğunun büyümesi ve özellikle gençlerin feryatla yapılan kötü muameleye tepkisiyle sonuçlanmıştır. Milletimize ve ülkemize ödetilen bu bedelin karşılığını bu kötü niyetli suçlamaları hazırlayanlar asla ödeyemeyecekler. Ben şahsen sadece kendi savunmamı yapmayacağım aynı zamanda bu hazırlığı yapan, bu suç isnatını bana yükleyen ve 16 milyon İstanbullunun gözaltına alınmış bir Belediye Başkanı dönemini yaşatan bu insanlarla ilgili yasal tüm haklarımı hayatım boyunca arayacağımı yargılanmaları için elimden geleni yapacağıma milletimin huzurunda söz veriyorum…”
İmamoğlu’nun bu meydan okumasının daha devamı var ama bu kadarı size bir fikir vermiştir.
İmamoğlu’nun üç gün boyunca polis nezarethanesinde kaldıktan sonra bile kendini ahlaken üstün görmesi ve kendini savunmakla hiç uğraşmadan kendisini suçlayanlarla hesaplaşmaya yemin etmesi, benim “Yeni Türkiye” dediğim şeyin özünü oluşturuyor.
Buna karşılık Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 19 Mart’ı izleyen ilk birkaç gündeki suskunluğunun ardından bizzat devreye girmek ihtiyacı duydu. Önce belirsiz “daha turbun büyüğü heybede” konuşmaları yaptı, sonra eski para kulelerini gündeme getirdi ve kendi cephesinin (ki buna savcılık da dahil) ahlaki üstünlüğünü kurmaya çalıştı.
O cephe aslında oldukça büyük ve geniş bir cephe. TRT’den Atv ve aHaber’e, TGRT’den başka kanallara kadar pek çok televizyonu, Sabah gazetesinden Yeni Şafak’a ve Türkiye’ye kadar pek çok gazete ile web sitesi, Abdülkadir Selvi ve Nedim Şener’den Okan Müderrisoğlu’na pek çok köşe yazarı ile TV’de konuşan kafası var. Yetmiyor Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve son birkaç gündür bizzat başkanın kendisi, Fahrettin Altun var.
Ama belli ki bir sıkıntı var. İddiaların düzeyi düştükçe düşüyor, İmamoğlu ve ekibini suçlayalım derken pot üstüne pot kırılıyor. En son, “İmamoğlu’nun lüks otomobilleri” diye sergilenen araçların bir MHP milletvekiline ait olduğu ortaya çıkıverdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bu süreçte çok aktif. Girmediği polemik kalmadı gibi bir şey. Kameralara bant yapıştırmaktan CHP’nin parti otobüsü şoförünün suçlanmasına kadar her konuyu Cumhurbaşkanı seviyesinde polemik olarak işittik son birkaç hafta içinde.
Bunca hırçınlığın, belediye başkanının bir otelde yaptığı toplantıda yanında jammer bulundurup bulundurmamasının cumhurbaşkanı seviyesinde konuşulması, otobüs şoförünün suç işleyip işlemediği konusunda cumhurbaşkanının görüşlerini herkesin işitmesi son derece çarpıcı şeyler.
Normalde her polemik fırsatının üzerine atlamak, sürekli hırçın olmak muhalefette gözlenen şeylerdir ama bugün Erdoğan bu pozisyonda; hırçınlaştıkça hırçınlaşıyor, Yeşilay toplantısında bile konuşmasının yarısını CHP’ye ayıracak kadar bu konuya odaklanmış durumda.
Hepsinin sebebi belli: Ahlaki üstünlüğü bir türlü kuramamak, gündemi belirleyen değil gündemi takip edip laf yetiştiren insan konumuna düşmek.
Bakalım daha neler göreceğiz…