Cinayeti çöz, ilişkiyi kurtar, kültürlen; çok iş var!
05 Mayıs 2025

TEHLİKELİ RİCALAR, TEHLİKELİ DOSTLAR

Küçük Rica Daha (Another Simple Favor)

Tehlikeli ikili Stephanie ve Emily döndü! Başrollerinde Anna Kendrick ve Blake Lively’nin olduğu, Darcey Bell’in aynı adlı kitabından uyarlanan ‘Küçük Bir Rica’ (A Simple Favor) adlı filmi izlemişsinizdir, izlediyseniz sevmişsinizdir. O halde Prime’a, devam filmi ‘Küçük Bir Rica Daha’ya (Another Simple Favor) yol alın! Filmi duymadıysanız ama kara mizah soslu bir suç ve gizem filmi kulağa hoş geliyorsa veya ‘Kayıp Kız’ (Gone Girl) filmini sevdiyseniz ilk iş, ilk filmi izleyiniz.

‘Küçük Bir Rica’ ve ‘Küçük Bir Rica Daha’ filmlerinin olay örgüsü, bir cinayetin aydınlatılması üzerine kurulu ve sonu ters köşelerle dolu. Ancak filmler bize kalırsa dostluk ve düşmanlık arasında ne kadar ince bir çizgi olduğuyla alakalı. Birbirinden hayli farklı iki kadının (anaç ve sevimli Stephanie, mesafeli ve karizmatik Emily) birbirlerinin hayatına takıntılı hale gelmelerinin neden olduğu toksik ilişkiyi izliyoruz aslında. Bu ikili birbiri olmadan var olamıyor, ama bu sembiyotik ilişki onları için için tüketiyor. İşte dost-düşman (frenemy) ikilimiz Emily ve Stephanie benzer sularda, bu kez daha ziyade düşmanlık kıyılarında yüzecek.

İlk filmin konusu, çocuklarının okulda arkadaş olması vesilesiyle tanışan iki annenin, Stephanie ve Emily’nin (Anna Kendrick ve Blake Lively) yollarının kesişmesiyle başlar. Emily bir gün Stephanie’den ‘küçük bir rica’da bulunur: O gün okuldan sonra çocuğunu birinin alması ve ufaklığa göz kulak olması gerekmektedir. Anaçlığıyla, yardım severliğiyle, insanları memnun etme çabasıyla meşhur Stephanie bu ricayı seve seve kabul eder. Ancak Emily çocuğunu almaya gelmez. Ertesi gün de, öbür gün de. Derken Emily’nin ölüm haberi gelir ve işler karışır!

İkinci filmde Capri’deyiz!

İlk filmde suçun kanıtlanması ve Emily’nin hapse gönderilmesinin ardından Stephanie, annelik ve yemekler hakkında konuşan bir içerik üreticisinden gerçek suç konularını işleyen birine dönüşmüştü. İkinci filmde Stephanie’nin Emily vakasıyla ilgili bir kitap yazdığını da öğreniriz, yani ününe ün katmıştır. Ama küçük bir sorun vardır: Stephanie, Emily’nin yeni kocasını öldürmekle suçlanıp Capri adasında ev hapsine mahkûm edilmiştir! Filmi buradan açarız ve geriye dönerek olaylara dâhil oluruz.

Olaylar Stephanie’nin imza günüyle başlıyor: Hapiste olduğunu düşündüğümüz Emily, filme adını veren ricalarından biri için yine karşımıza çıktığında haliyle şaşırırız. Emily yine bildiğimiz gibidir, oldukça havalı ve gizemli! Önceki filmin aksine bu kez gizeminin nedeni bellidir: Emily nişanlısı sayesinde hapisten çıkmıştır ve yeni hayatını ikinci evliliğiyle taçlandıracaktır. Stephanie’den düğününde baş nedime olmasını istemek için imza gününü basmıştır.

Emily’nin niyeti nedir? İntikam peşinde midir yoksa hapiste gerçekten değişmiş, Stephanie’nin yaptıklarının hayra vesile olduğuna mı kanaat getirmiştir? Söz konusu Emily’yken ve ikilinin geçmişini düşündüğümüzde, ikincisine inanmak hayli zor. Ki Emily, baş nedime olmasını istemesine rağmen Stephanie’ye bir an bile geçmişi hatırlatmadan duramaz.

İlk filmle benzer şekilde Stephanie yine ricayı kabul eder, ancak bu kez insanları memnun etme güdüsünden değil, mecburiyetten ve Emily’ye olan takıntısından. İlk filme paralel şekilde Stephanie’nin fotoğraf çekmesi yine yasaktır, bu kez Emily’nin isteği üzerine değil, düğünün kuralı gereği. Bu noktada Emily’nin İtalyan nişanlısı Dante’nin (Michele Morrone) mafyayla bağlantılı olduğunu öğreniriz ve işler karışır.

Yeni karakterlerin yanı sıra ilk filmden aşina olduğumuz yüzleri de görüyoruz. İkilinin çocukları ve Emily’nin eski eşi Sean da (Henry Golding) aramızda, Emily’nin Capri adasında gerçekleşecek düğününde. Bu vesileyle bol Capri manzarası da bizi bekliyor. İlk filmde olduğu gibi yönetmenliği Paul Feig, senaryoyu (bu kez Laeta Kalogridis’le) Jessica Sharzer üstleniyor. Orijinal hikâye tek kitapla sınırlı kaldığı için bu kez aynı temayı özgün bir senaryoyla birleştiren ‘Küçük Bir Rica Daha’ bizi yine bir rica sonrası cinayete sürükleyecek.


İLİŞKİLERİN DÖRT MEVSİMİ

Dört Mevsim (Four Seasons)

Netflix bizi bu hafta, bölümleri arka arkaya izlenmelik ‘Dört Mevsim’ dizisiyle karşılıyor ve ansambl kadrosuyla fırtına gibi esiyor! Dizi Alan Alda’nın 1981 tarihli aynı adlı romantik komedi filminden uyarlama. Adını ve teması için ilhamını Vivaldi’nin meşhur ‘Dört Mevsim’ konçertosundan alan dizi (ve film), her mevsim farklı bir yerde tatile çıkan üç çifti konu alıyor. Dört mevsim, dört tatil ve hem romantik hem dostça ilişkilerin baharı, yazı, güzü, kışı!

Dediğimiz gibi kadro oldukça iddialı: Steve Carell, Tina Fey, Kerri Kenney gibi gönlümüzde taht kurmuş isimlerin yanı sıra, onların partnerlerini canlandıran Marco Calvani, Colman Domingo, Will Forte’yi de keyifle izliyoruz. Tina Fey yalnızca ana karakterlerden değil, Lang Fisher ve Tracey Wigfield’la birlikte dizinin yaratıcılarından.

Bolca komedi ve azıcık da dram olarak sınıflayabileceğimiz dizi, birbirlerinin aynı zamanda dostu olan bu çiftlerin her yıl tekrarladığı bir gelenekle başlıyor: Yılda dört kere, her mevsim başka bir yerde tatile çıkmak. Diziyi bahar ayında, Nick ve Anne (Steve Carell, Kerri Kenney) çiftinin göl evinde açıyoruz. Oldukça tatlı ve uyumlu bu çift, yaş almanın ama henüz yaşlanmamanın eşiğinde, huzurlu hayatlarının tadını çıkarıyordur.

Değişimler fırsat mı felaket mi?

Görünüşte! Nick bu hayatı fazla huzurlu bulmaya, eşi Anne’le herhangi bir etkinlik yapamamaktan, onu mobil oyun batağına ve atalete kaptırmaktan şikâyetçidir. Ancak Nick işi ileri götürür ve bu şahane altı kişilik dostluklarına ve geleneksel buluşmalarına gölge düşürecek bir karar alır: Anne’den boşanacaktır! Her şeyden habersiz nikah tazeleme töreni hazırlayan Anne dışında bunu diğer çiftler de bilmektedir ve Nick’i kararından döndürmek için kolları sıvamışlardır.

Tina Fey’in canlandırdığı gergin ama iyi niyetli Kate ile anlayışlı ve sempatik eşi Jack (Will Forte), her daim enerjik ve flörtöz Danny ile daha ağırbaşlı eşi Claude (Colman Domingo, Marco Calvani) bu görevde başarılı olacak mıdır? Yolda onları başka nasıl badireler beklemektedir? Peki ya kendi ilişkileri mükemmel midir? Nick’in hepsini şok eden ve hem Anne’le ilişkisini hem dostluklarını riske atan hamlesinden sonra dengeler nasıl korunacaktır? Tüm bu sorular ve Vivaldi’nin ezgileri eşliğinde bir çırpıda bitireceğiniz bu keyifli Netflix dizisi hafta sonu sıkıntınıza birebir!


DÜŞÜNMENİN EĞLENCELİ HALİ

Elçin Sangu ile 101

Eğlenceli belgesel, absürt belgesel, sahte belgesel formatlarını yavaş yavaş yerli yapımlarımızda da görmeye başladık. İkonik ve hayli absürt ‘Cunk on Earth’ belgeselini nevi şahsına münhasır tarzıyla yerelleştiren ve ortaya farklı bir iş çıkaran Kerem Özdoğan’ın ‘Ve İsmet’ini biliyorsunuzdur. Sıradaki yapımımız bir sahte belgesel değil, ama Gain’de yayınlanan eğlenceli belgesel ‘Elçin Sangu ile 101’. Her bölümünde gündelik hayatımızı ilgilendiren konuların, belgesellere yapışmış ‘sıkıcı’ etiketinden arındırılarak ele alındığı belgesel dizisinin yönetmenliğini Fatih Ahmet Kaya, yapımcılığını Umut Kurt üstleniyor.

Konulara geçmeden önce, seriyi daha ilgi çekici hale getiren isimlere yer verelim. Adı üzerinde, seriyi ünlü oyuncu Elçin Sangu sunuyor ve her bölümde alanında uzman konuklara yer veriyor. Peki bu işin araştırmasından, metin yazarlığından ve röportajların hazırlanmasından kim sorumlu dersiniz? Başta ‘Dilozof’ adıyla tanıdığımız, felsefeyi kitlelere sevdiren YouTube videolarıyla meşhur Pelin Dilara Çolak!

İlk bölümünü hemen izleyebileceğiniz belgeselin diğer bölümleri haftalık yayınlanacak. Ele alınan konulardan ilki en az belgeselin formatı kadar eğlenceli: Video oyunları. Konuya ilgisi olmayanlar kaçmasın diye gelecek bölümlerden de bahsedip ilk bölüm incelemesine öyle geçelim: Yapay zekâ nimet mi tehlike mi, astrolojinin artan popülaritesi, elektrikli araçlar ve çevre, aşk ve ilişkiler, çocuk yapmalı mıyız, güzellik standartları, sağlık ve görünüşümüz, stres ve anksiyete gibi konular arasında koşarken pek eğleneceğiz.

Selam olsun içimizdeki oyuncuya!

‘İnsan, Oyun Oynayan Hayvandır’ başlıklı ilk bölümde insanın deyim yerindeyse oyunbaz tarafı milattan öncesinden alınıyor. Yani genellikle gençlerle, mecra olarak ise günümüzde bilgisayarlar ve telefonlarla, öncesinde Game Boy’la ve kutu oyunlarıyla, öncesinde de mahallede kanlı canlı oynadığımız oyunlarla özdeşleşen bu mesele ne yeni ne gençlere özgü ne de mecraları bunlarla sınırlı.

Nihayetinde konu video oyunlara, sanal gerçekliğe, gerçeklikle ilişkimiz ve gerçeklik algımız gibi felsefi konulara bağlansa da (ve hemen ardından ‘Black Mirror’ izleme ihtiyacı hissetseniz de) konunun tarihsel bir açıdan ele alınması bize bu meselenin boş zaman aktivitesinden öte bir boyutu olduğunu hatırlatıyor. Mesela oyunun toplumların yapı taşı olarak düşünülebileceği pek azımızın aklına gelmiştir, değil mi? Oyun oynamayı da merak ettiğiniz konularla ilgili okumalar yapmayı da seven biriyseniz bunların zaten farkındasınızdır; konunun çok uzun zamandır akademi ve sanat camialarında araştırma nesnesi olduğunun da. Belgesel dizisi oyun meselesini tüm bu açılardan ele alsa da konu üzerine hiç kafa yormamış olanların gözü korkmasın. Nihayetinde adı üzerinde ‘101’, yani konuya giriş. Yani önceliği, konuya bir yerinden başlamak isteyenleri kazanmak olan bir iş bu. Kim bilir, belki ‘102’leri, ‘103’leri de görürüz!

Bölüm özelinde görüş alınan isimler Oyungezer Dergisi Yayın Yönetmeni Serpil Ulutürk, Sanatçı Bager Akbay, Küratör Lalin Akalay, Psikiyatr Dr. İbrahim Bilgen. Bizi bu isimlerle bir araya getiren ve niceleriyle bir araya getirecek olan yapıma, gündelik hayatın felsefi düşünme ediminden bağımsız olmadığını her seferinde hatırlatan Pelin Dilara Çolak’a teşekkürler. Elçin Sangu’nun izlence keyfine keyif katan enerjisiyle ‘Elçin Sangu ile 101’ belgeselinin bölümleri her salı Gain’de!

Yolculuk kıyamet sonrasına mı, uzaya mı, sanata mı?Yolculuk kıyamet sonrasına mı, uzaya mı, sanata mı?

 

ÇOK OKUNANLAR