Gerçek aşk, iki güçlü insanın birbirini eksiltmeden tamamlamasıdır. Ne yalnızca tahta oturtmakla olur bu, ne de sonsuz bir ilgiyle. Kendi tahtına sahip olmayan, başkasının kalbinde kalıcı yer edemez.
Hayatta bazı sözler vardır, ilk duyduğunuzda kulağa hoş gelir. “Bir kadına kraliçe gibi davranırsan, o da sana kral gibi davranır” gibi…
Nezaketli, romantik, karşılıklılığa dayalı… Ancak yaşanmışlıklar, insana bu sözlerin yalnızca bir başlangıç olduğunu gösteriyor. Gerçek hayatta kraliçelik ya da krallık, yalnızca unvan değil; bir varoluş biçimidir.
Kadınlara “kraliçe” muamelesi yapmak, sadece güzel sözlerle, pahalı hediyelerle ya da şatafatlı jestlerle sınırlı kalırsa, bu ilişki pamuk ipliğine bağlı hale gelir. Çünkü mesele sadece onu yüceltmek değil, onun gerçekten saygı duyabileceği bir adam olabilmektir.
Ve her kadının da kraliçelik vasfı, kendisine sunulan ilgi kadar, o ilgiyi nasıl taşıdığıyla ölçülür.
Zaman içinde bizzat öğrendim ki, evet, hepimizin zaman zaman şımartılmaya, görülmeye, yüceltilmeye ihtiyacı var.
Ama bu ihtiyaç bir beklentiye, bir rutine, hatta bir hakka dönüştüğünde, ilişkinin kimyası bozuluyor.
Çünkü şımartılmak arada bir güzeldir; sürekli hale gelince ilişkide denge kaybolur, yapaylık başlar.
Birini sürekli yücelttiğinizde, o kişi ayağını yerden kesebilir. Gerçeklikten kopar, pohpohlanmayı hak sanır.
Ve siz bir gün yorgun düştüğünüzde ya da onu yüceltmeye ara verdiğinizde, ilişki boşluğa düşer.
Oysa sevgi dediğimiz şey, bir tarafın diğerine sürekli “hizmet” ettiği bir düzlemde değil, karşılıklı bir denge içinde filizlenir.
Sevgi, bir kişinin gölgesine sığınmak değil; iki kişinin birbirinin ışığını büyütmesidir.
Ama bu ışık yalnızca karşıdakinin üzerine tutulursa, bir taraf hep gölgede kalır.
Gölgede kalan sevgilerse, zamanla solar.
Kadınlarımıza kraliçe gibi davranmak; onları sahneye çıkarmaktan, methiyeler dizmekten ibaret olmamalı.
Asıl mesele, onların gerçeğine, derinliğine, emeğine, sezgisine ve mücadelesine saygı gösterebilmekte.
Ama kadınların da bu sevgiyi, bir “görev” ya da “borç” gibi algılamaması gerekir.
Çünkü hiçbir sevgi, karşılıklı insanlaşmayı unuttuğu anda yaşamaz.
Kendi tahtınıza sahip değilseniz, başkasının gözünde de kral olamazsınız.
İçinizdeki denge, vakar, güven, sadakat ve tutarlılık, sizi tahta layık kılar.
Aksi halde, en güzel sözleriniz bile sahte gelir. En büyük jestleriniz bile, karşı tarafta yorgunluk yaratır.
O halde birkaç önerim olacak. Hem kadınlara, hem erkeklere, hem de bu ilişki düzenini yönlendiren daha büyük yapısal çevreye…
Kadınlara:
Kraliçe olmak, sadece ilgi beklemek değil; o ilgiyi hak edecek zarafeti, anlayışı ve dengeyi taşımaktır.
Size değer veren birine siz de aynı özenle yaklaşmazsanız, o tahta çıkan kişi bir gün inmeye mecbur kalır.
Erkeklere:
Kendinizi “veren taraf” olarak görüp kibirlenmeyin. Sevgi ne sadaka, ne de yarış alanıdır.
Sevdiğiniz kadına verdiğiniz değerin altında bir asalet, bir tutarlılık ve bir samimiyet yoksa, en sonunda her şey yıkılır.
Önce kendinize kral olun ki, sonra sevdiğiniz kadına layık olun.
Gençlere:
Gerçek sevgi Instagram karelerine, abartılı cümlelere sığmaz.
Gerçek aşk, birbirinizi eksiltmeden büyütmek, birlikte olgunlaşmak, gerektiğinde birbirinize ayna olmaktır.
Romantizmi idealleştirip ilişkinin emek kısmını küçümsemeyin.
Toplumsal Kültür Endüstrisine:
Kadınları sürekli ilgiyle beslenmek isteyen, erkekleri de sadece veren ve tükenen varlıklar gibi resmetmekten vazgeçin.
Bu dengeyi bozan tüm söylemler, ilişkilerin altını oyar.
Topluma sorumluluk sahibi, kendini bilen, karşısındakine de ayna tutabilen bireyler gerek.
Ve unutmayalım:
Kimse sizi tahta oturtmazsa, kendi tahtınızı kendiniz kurarsınız.
Çünkü gerçek aşk, ancak kendi tahtında sağlam oturan iki insanın birbirini eksiltmeden büyüttüğü yerdir.