Tembellik deyince çoğumuzun aklına, koltukta uzanıp hiçbir şey yapmadan geçirilen saatler gelir. Ve insanlara “tembel” yaftasını kolayca yapıştırırız.
Oysa motivasyonla insanları harekete geçirmek, verimliliklerini ve hızlarını artırmak mümkündür.
Şunu da unutmayalım ki tembellik tek tip değildir; hatta bazen insanın ruhunu dinlendirmesi, durup düşünmesi için gereklidir.
Ne var ki tembellik alışkanlığa dönüşürse, zihni de bedeni de sarar ve insanın potansiyelini sessizce söndürür.
Bazen ne yapacağımızı bilmediğimiz için dururuz. Kafamız karışıktır, seçenekler içinde kaybolmuşuzdur. O anlarda tembellik, zihinsel bir pusun sonucudur. Aslında bu pus, küçük bir adımla dağılabilir. Ne yapacağımızı oturup düşünerek değil, harekete geçerek anlayabiliriz.
Kimi zaman da içimizde bir korku vardır. Başaramamaktan, eleştirilmekten ya da hayal kırıklığı yaşamaktan çekiniriz. Bu korku bizi hareketsiz kılar. Oysa geçmişte defalarca korkularımızı aştığımızı hatırlamak, bizi tekrar harekete geçirebilir. Cesaret, bazen yalnızca bir adım uzaklıktadır.
Bazı insanlar ise farkında olmadan kendilerine bir sınır çizer: “Ben zaten bu işte iyi değilim” ya da “Ben böyle biriyim.” Bu sabit inançlar, gelişimin önünde görünmez duvarlar örer. Ancak bu inançların çoğu, geçmişten gelen alışkanlıklardır ve değiştirilebilir.
Yorgunluk da sık sık tembellikle karıştırılır. Oysa bu yorgunluk yalnızca fiziksel değil, zihinsel de olabilir. Uzun süreli stres, tükenmişlik ve sağlıksız yaşam tarzı insanı hem bedenen hem zihnen ağırlaştırır. Bu da doğal olarak atalet ve tembelliği besler.
Bu yüzden zinde kalanlar, bedenine ve ruhuna iyi bakanlar, enerjisini yönetenler pek tembel olmaz. Zihinsel berraklık ve fiziksel dinamizm, tembelliğin en güçlü panzehiridir.
Bir diğer tembellik hali ise ilgi eksikliğinden kaynaklanır. Kimi zaman yapmak zorunda olduğumuz şeyler, bizi heyecanlandırmaz. Bu da bizi sürüncemede bırakır. Ancak insan neyi sevdiğini, neyin içinde zamanın akıp gittiğini hatırladığında, o tutkuyu mevcut hedefleriyle buluşturmanın yollarını da bulur.
Geçmişte yapılan hatalar yüzünden kendimizi affedememek de hareketsizliğe neden olur. “Zaten geç kaldım” ya da “Artık çok geç” düşüncesi, bugünü de elimizden alır. Halbuki her gün, kendimizi yeniden tanımlamak için yeni bir fırsattır.
Tembelliği bir kimlik haline getirenler de vardır. “Ben tembel biriyim” cümlesi, yalnızca bir düşüncedir, gerçeklik değil. Bu tür tanımlar, davranışlarımızı şekillendirir. Ama unutmayalım, kimliğimiz değil, alışkanlıklarımız değişir.
Bazı zamanlar ise yapılacak çok şey vardır ve nereden başlayacağımızı bilemeyiz. İşler gözümüzde büyür, biz de hiçbirini yapmamayı tercih ederiz. Bu bunalma hali, tembelliğin bir başka yüzüdür. Halbuki o yığıntının içinden birini çekip almamız, bir anda ilerleme hissi yaratabilir.
Günümüzün en sinsi tembellik sebebi ise dikkat dağınıklığıdır. “Bir bildirim bakıp çıkarım” deyip saatlerimizi kaybettiğimiz çok olur. Oysa odaklı kalmak, çevremizi sadeleştirmekle başlar. Tıpkı zihni susturmak gibi.
Ve elbette konfor… En tehlikelisi belki de budur. Çünkü görünürde hiçbir sorun yoktur. “Fena değilim böyle” der insan. Ama gelişim, hiçbir zaman konfor alanında gerçekleşmez. Rahatsızlık duymak, büyümenin işaretidir.
Tembellik sadece bireylerin meselesi değildir. Devletler de tembel olabilir; refleksleri yavaşlar, reform üretme kabiliyetini kaybeder, risk almaz hale gelir. Aynı şekilde tembel şirketler yenilikten uzaklaşır, pazar payını yitirir. Tembel silahlı kuvvetler tehditlere karşı körleşir, caydırıcılığını kaybeder. Hepsinin ortak ilacı aynıdır: Zinde kalmak, yenilenmek, hareket halinde olmak.
Evet, bazen tembel olmaya ihtiyacımız var. Bazen durmak, nefes almak, hiçbir şey yapmamak gerekir. Ama bu hal, alışkanlığa dönüşmemeli. Çünkü tembellik, süreklilik kazandığında sadece zamanımızı değil, hayallerimizi ve kimliğimizi de tüketir.
Her yeni gün, kendimizi bir adım ileri taşımak için bir fırsattır. Önemli olan o ilk adımı atmaktan korkmamaktır.