Eski sevgilinizi hâlâ stalk’lıyor musunuz? WhatsApp penceresinde “acaba Online mı?” diye iç geçirenlerden misiniz? Yoksa hâlâ o şarkıyı duyunca gözlerinizin kenarı nemleniyor mu? Rahat olun, beyninizde bir arıza yok—ama bir tür aşk yoksunluğu sendromu yaşamanız oldukça olası. Bilim söylüyor, ben değil.
Dün 10Haber’de yayımlanan bir araştırmaya göre, eski sevgiliye olan bağlılık tam 4,18 yıl sonra ancak yarı yarıya azalıyor. Mart 2025’te Social Psychological and Personality Science dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, Jia Y. Chong ve R. Chris Fraley’in, 300’den fazla katılımcıyla yaptıkları çalışmada, bireylerin eski bir partnere olan bağlılıklarından tamamen vazgeçmelerinin ne kadar sürdüğüne dair bir zaman çizelgesi oluşturması amaçlandı. Elde edilen sonuçlar ise oldukça şaşırtıcıydı. Hani o “zamanla geçer” diyorlardı ya, o zaman ortalama sekiz yıl sürüyormuş. Evet evet, üniversite bitiyor, torun sahibi oluyorsunuz ama beyin hâlâ “ama o bana bir gün dönse?” diye fısıldıyor.
Neden mi böyle? Çünkü aşk, beynin ödül sistemini hedef alan bir nörobiyolojik lunapark. Dopamin, oksitosin, norepinefrin… Hepsi aşkın kimyasına katkıda bulunuyor. Dopamin öyle bir salgılanıyor ki, beyniniz bu durumu çok ciddiye alıyor. Bir ilişkiden ayrıldığınızda ise bu kokteylin kesilmesi, beyni neredeyse “yoksunluk krizine” sokuyor. Tıpkı nikotin gibi, kokusunu alırsanız yine başa sararsınız.
İşte bu yüzden, ilişkiden sonra yaşadığımız o beş evre—inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme—aslında minik bir yas süreci. Kayıp, sadece ölümle değil, ayrılıkla da yaşanıyor. Ve her ayrılık bir tür “ben kimim?” sorusunu tetikliyor çünkü çiftken “biz” olmuştuk ve o “biz” gidince benliğimizden de bir parça eksiliyor.
Peki ne yapmalı?
Eski sevgilinizin sesini duyduğunuzda kalbiniz hala “bi tık” atlıyorsa, onu istemiyor olabilirsiniz ama onu kaybetmenin nörolojik yankılarıyla baş etmeye çalışıyorsunuzdur. Bu düşünceler onu geri istemek değil, sadece bir zamanlar yaptığınız duygusal yatırımın faizidir.Sonuç ta ayrılıklar kolay değil. Ama her “keşke” bir “iyi ki”ye dönüşebilir. Beyninizi suçlamayın, o sadece bağımlılık yapacak kadar güzel birine denk geldi. Yavaş yavaş çözülürsünüz. Kendi kimliğinizle barıştığınız gün, “ben” tekrar ayağa kalkar. O zamana kadar? Belki biraz çikolata, biraz terapi, bolca kahkaha.
Peki ya “en iyi unutma yöntemi, yeni bir ilişki midir?”Yani halk arasındaki tabirle: Çivi çiviyi söker mi? Cevap biraz karmaşık. Nörobiyolojik açıdan bakarsak evet, yeni bir ilişki dopamin musluklarını tekrar açabilir. Beyin ödül sistemini yeniden canlandırabilir, hatta oksitosin sayesinde yeni bir “güvende hissetme” duygusu bile oluşabilir. Ama… (ve burada büyük bir ama geliyor): Bu, eski çiviyi gerçekten çıkardığınız anlamına gelmez.
Çünkü çiviler birbirine denk gelmeyebilir. Hatta bazı çiviler paslıdır. Ve siz hâlâ eski sevgilinizin Spotify listesinde dolaşırken, yenisine kendinizi %100 veremeyebilirsiniz. Beyin, “eski yatırımın” dosyasını tam kapatmadan yeni dosyayı açmakta zorlanır. Sonuç? İki arada kalmışlık. Ne tam geçmiştesiniz ne de tam şimdiki zamandasınız.
Yeni bir ilişkiye atlamak, bazen bir “duygusal bandaj” gibi işlev görebilir. Acıyı kısa süreliğine uyuşturur ama iyileştirmez. Hele ki yeni kişi, sadece eskiyi unutmak için hayatınıza girdiyse, bu sefer onu unutmak da ayrı bir mesaiye dönüşebilir. Yani beyniniz bir yoksunluk krizinden diğerine sekebilir.
O yüzden…
Eğer biriyle yeni bir yola çıkacaksanız, onu “ilaç” olarak değil, “yeni bir hikâyenin başlangıcı” olarak görmelisiniz. Çünkü unutmak bir yarış değil, bir süreçtir. Bazen çiviyi çekip deliği görmek daha iyidir. O delikten biraz rüzgar essin, biraz sessizlik girsin… Sonra isterseniz yeni bir çiviyle değil, yepyeni bir duvarla başlarsınız.