Avrupa daha büyük düşünmeli, daha stratejik hareket etmeli
15 Mayıs 2025

9 Mayıs Avrupa Gününü geride bıraktık. Avrupa’da barış, refah ve birliğin yeniden doğuşunun bir simgesi ve Avrupa Birliği’nin ardındaki kalıcı vizyonun bir ifadesidir.

Her zaman Avrupa Birliği’nin tarihteki en büyük barış projesi olduğunu savunmuşumdur. Tarihi savaşlarla dolu bir kıtada, Avrupa Birliği’nin kurulması kalıcı bir barış ve refah dönemi başlatmıştır. AB üyesi ülkeler birbirlerine bir kez dahi silah doğrultmamıştır. Nitekim bugün II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 80. yılını kutladık. Ancak bu kıtasal barış projesinin küresel bir barış girişimine dönüşebilmesi için, Türkiye’nin dahil edilmesi ve aktif katılımı elzemdir.

Uluslararası düzende yaşanan köklü dönüşümlerin Türkiye-AB ilişkilerini de doğal olarak etkilediği bir dönemden geçiyoruz. Avrupa bir yol ayrımında bulunmaktadır. Avrupa Birliği, yerleşik ekonomik ve siyasi kabullerin yerini yeni gerçekliklere bıraktığı bir dünyada var olmaya çalışmaktadır. Küresel rekabet, güvenlik tehditleri, teknolojik dönüşüm ve demografik baskılar artmaktadır.

Bu bağlamda, küresel etkisini artırmak için yenilenmiş politikalar ve güçlendirilmiş ortaklıklar geliştirmek, AB’nin en önemli stratejik hedeflerinden biri haline gelmiştir.

Rekabetçilik Pusulası ve Avrupa Savunması için Beyaz Kitap gibi girişimler bu vizyonun somut yansımalarıdır. Rekabetçilik Pusulası, Avrupa’nın ekonomik üstünlüğünü güçlendirme aciliyetini vurgularken; Savunma için Beyaz Kitap, güvenlik ve savunma alanında çok stratejik özerklik inşa etmenin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde, Letta ve Draghi raporları da Avrupa iç pazarının ve rekabet gücünün geleceğine dair ortak ve kritik bir mesaj vermektedir: AB, hem iç dayanıklılığını hem dış etkisini artırarak stratejik olarak evrilmek zorundadır. Gerçek bir jeopolitik aktöre dönüşmelidir.

Bu çerçevede, genişleme yalnızca bir politika tercihi değil, aynı zamanda Birliğin geleceği için jeopolitik bir zorunluluktur. Tutarlı, güvenilir ve adil bir genişleme politikası, Avrupa’nın barışı, güvenliği ve istikrarı için en iyi stratejik yatırım olacaktır. Başarılı bir genişleme, AB’nin jeostratejik değerini artıracaktır.
Ancak yeni üyelerle birlikte gerçekten küresel bir aktör olmak isteyen Avrupa Birliği, şu temel soruya yanıt vermelidir: Homojen bir ulus-devletler grubu olarak mı kalacak, yoksa çeşitlilik içinde birliği mi benimseyecek? Eğer Avrupa, geleneksel ulus-devlet reflekslerine geri döner ve içine kapanık bir “Kale Avrupa”ya dönüşürse, küresel hedeflerine ulaşması mümkün olmayacaktır.

Şu anda Avrupa Birliği, bir yandan iç siyasi dinamiklerin baskısı altında, diğer yandan da hızla değişen dış ortamın zorluklarıyla karşı karşıyadır.

Kısa vadeli seçim kazançlarının uzun vadeli stratejik düşüncenin önüne geçtiği kimlik temelli siyaset ve popülizmin yükselişi, Avrupa’nın jeopolitik bir aktör olma kapasitesini tehdit etmektedir.

Önümüzdeki on yılları başarıyla aşmak isteyen bir Avrupa, bu kısır döngülerden kendini kurtarmalıdır. Daha büyük düşünmeli ve daha cesur hareket etmelidir.

Bugün Avrupa’nın geleceği, güvenlik kavramıyla ayrılmaz biçimde iç içe geçmiştir — ve bu güvenlik, sadece ordular ve sınırlarla değil; enerji, ticaret, teknoloji ve toplum dokusuyla da ilgilidir.

Güvenlik ve istikrar sadece bir temel değil, aynı zamanda Avrupa’nın bir sonraki büyük hamlesi için sıçrama tahtasıdır.

Bu geleceği şekillendirmek için üç temel ilke rehberimiz olmalıdır: iş birliği, stratejik öngörü ve karşılıklı saygı.

Birinci ilke: İş birliği

Günümüzdeki bölgesel ve küresel tehditlerle hiçbir ülke tek başına baş edemez.

Ukrayna savaşı, Gazze’deki çatışmalar ve Netanyahu hükümetinin insanlık dışı politikaları, Suriye’deki rejim değişikliği ve Asya’daki yeni tehditler, jeopolitiği temelden dönüştürmüştür.

Bu derin değişimler, Avrupa güvenliğinde AB ile AB dışı müttefikler arasında yeni bir köprü kurulmasını gerektirmektedir.

Türkiye, hem bir NATO müttefiki hem de AB adayı olarak bu yeni güvenlik ortamında Avrupa’nın en önemli ortaklarından biridir.

Türkiye’nin stratejik konumu, NATO’daki 70 yıllık üyeliği, askeri kabiliyetleri ve gelişmiş savunma sanayisi, Avrupa’nın güvenliği için vazgeçilmez fırsatlar sunmaktadır.

Ayrıca Türkiye’nin katkısı sadece geleneksel güvenlikle sınırlı değildir: tedarik zincirlerinin güvenliği, enerji ve gıda arzı, iklim değişikliğiyle mücadele ve düzensiz göçle başa çıkma gibi konularda da Türkiye, Avrupa’nın direncine katkı sağlamaktadır.

Ekonomilerimiz derinden entegredir: Türkiye, AB’nin beşinci büyük ticaret ortağıdır; AB ise Türkiye’nin birincisidir.
Enerji koridoru olarak Türkiye, Avrupa’nın enerji güvenliğini güçlendirmekte, kıtayı hayati kaynaklara bağlamaktadır. Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu doğal kaynakların %70’i Türkiye’nin kuzey, güney ve doğusundadır. Bu kaynaklara güvenle ulaşmak için Avrupa’nın Türkiye’ye ihtiyacı vardır.

Kısacası, Avrupa ve Türkiye güvenlikten ekonomiye tüm alanlarda birlikte hareket etmelidir.

İkinci ilke: Stratejik öngörü

Çünkü yarının sorunları için bugünden harekete geçmek gerekir.

Tarih gösteriyor ki güvenlik tehditleri bir anda ortaya çıkmaz; zamanla birikir.

İster terörizm, ister jeopolitik rekabet, ister ekonomik istikrarsızlık olsun; krizleri önlemenin yolu erken teşhis ve hazırlıktır.

Türkiye ve AB, ileriye dönük, proaktif diplomasiye, erken uyarı mekanizmalarına ve koordineli savunma politikalarına dayanan bir güvenlik stratejisi geliştirmelidir.

Unutmayalım: “Plan yapmamak, başarısızlığı planlamaktır.” Güvenlik risklerini birlikte öngörürsek, krizleri önleyebiliriz.

Üçüncü ilke: Karşılıklı saygı

Çünkü sürdürülebilir ortaklıklar anlayışla, çatışmayla değil inşa edilir.

Türkiye ve AB geçmişte bazı anlaşmazlıklar yaşamıştır. Ancak farklılıklar, kopuş anlamına gelmemelidir.

Karşılıklı saygıyı esas alırsak, farklılıklarımızı yok etmeden onları yapıcı biçimde yönetebiliriz. Bu da Avrupa’yı bütün olarak daha güçlü kılar.

Eğer Türkiye ve AB bu üç ilkeyi — iş birliği, stratejik öngörü ve karşılıklı saygı — benimserse, daha güçlü, daha dirençli ve geleceğe daha hazır bir Avrupa inşa edebiliriz.

Biz, Türkiye’nin AB’nin vizyonunu genişleteceğine ve küresel etkisini artıracağına inanıyoruz. Bu da daha derin bir jeostratejik bakış açısı ve daha etkin hareket kabiliyeti demektir.

Bu bağlamda Türkiye’nin AB içindeki yeri artık “olup olmayacağı” değil, “ne zaman olacağı” meselesidir.

Bu mesele, ayrışmayla değil; iş birliği, dayanışma ve karşılıklı saygı ilkeleriyle tanımlanan bir Avrupa inşa etme meselesidir.

ÇOK OKUNANLAR