İktidar yürümekte olan sürece “Terörsüz Türkiye” adını taktı, sanırım bu isim benimsendi.
“Terörsüz Türkiye” yolunda önemli bir adımı ayrılıkçı terör örgütü PKK atma vaadinde bulundu, kendisini fesh ettiğini ve silahlı mücadeleyi bıraktığını açıkladı. Ama henüz silahını teslim etmiş, kendi idari yapısını ortadan kaldırmış değil.
Bu sürecin ucunda hukuki ve demokratik reformlar olacağından kimsenin bir kuşkusu yok. Ama Türkiye daha önce sütten ağzı yandığı için yoğurdu bile üfleyerek yiyor, yapılacakların içeriği konusunda genel laflar dışında bir şey pek söylenmiyor.
İşte dün Devlet Bahçeli Meclis’te özel bir komisyon kurulmasını istedi ama bu komisyonun Meclis’in diğer ihtisas komisyonlarından ne gibi bir farkı olacak, o belli değil. Yasalar önce burada mı konuşulacak, yoksa bu komisyon raporlar mı hazırlayacak, bunlar hep gelecekte belli olacak şeyler.
Kürt sorunu konusunda Türkiye’nin epey uzun bir tecrübesi ve birikimi var. Bu sorunla ilgili dile getirilmemiş pek az talep ve konu kaldı. Geleneksel olarak Kürt siyasi hareketinin ve PKK’nın taleplerinden biri hep Kürtleri Anayasada eşit kurucu unsur olarak yazmaktır. Türkiye’nin geri kalanı ise buna başından beri direnir, bu konuyu tartışma dışı sayar.
Şimdi Abdullah Öcalan dün DEM Parti aracılığıyla bir mesaj göndererek “yeni bir toplumsal sözleşme” istedi. Bunun anlamı açık: Kürtlerin varlığının ve eşitliğinin Anayasa tarafından tanınmasını istiyor.
Bu bir siyasi talep olarak elbette söylenebilir, bu talebi dile getirenler uzun bir siyasi mücadele de verebilirler ama talep Öcalan’dan gelince akla ister istemez bunun bir kırmızı çizgi, olmazsa olmaz bir koşul olup olmadığı sorusu geliyor.
Eğer öyleyse, “Terörsüz Türkiye süreci” bundan ciddi zarar görebilir. Çünkü bu talebin zamansız, gereksiz derecede erken telaffuz edilmesi zaten mütereddit olan Türk tarafını da, Türkleri mütereddit gören ve güvenmemek için fırsat kollayan PKK’yı da tahrik eder.