Cumhuriyet Halk Partisi Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Yalçın Karatepe, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, kamuoyuna yansıyan şirket ortaklıkları, milyarlık ihale bağlantılı isimlerle kurduğu ilişkiler ve geçmişteki fotoğraflar hakkında yazılı açıklama yaptı. “Kamu ihaleleriyle servet biriktiren isimlerle bakanlık göreviniz öncesinde ya da sonrasında aynı masaya nasıl ve neden oturdunuz ” diye soran Karatepe “Soru basit ama keskindir: Ekonomide hesap tutuyorsanız, önce kendiniz hesap vereceksiniz. Aksi hâlde o koltuk, yalnızca karar yeri değil; güvenin eridiği yerdir. Bu mesele birkaç kareye sığdırılmış fotoğraflardan ibaret değildir; asıl mesele, o fotoğrafların temsil ettiği yönetim tarzının nasıl bir ekonomi anlayışına tekabül ettiğidir” dedi.
Sözcü gazetesi Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Ulaştırma Bakanlığı’ndan milyarlık yol ihalesi alan Ek -Pet şirketinin patronu Selman Reşitoğlu ile İstanbul’daki Belediye operasyonlarında suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla tutuklanan Aziz İhsan Aktaş’ın ortağı Gürkan Dölekli’nin İngiltere’de çekildiği belirtilen fotoğrafını haberleştirmişti. Şimşek, söz konusu fotoğrafla ilgili sosyal medya hesabından açıklama yapmış, “Şimşek’in masasındaki kişi suç örgütü liderinin ortağı çıktı” başlıklı habere tepki göstermişti. Şimşek “Daha önce de ifade ettiğim gibi, Batmanlı hemşerimle Londra’da ziyaretime gelmiş kişiyi tanımıyorum. Hayatımda ilk kez gördüğüm kişilerin geçmişlerini ve geleceklerini bilmem imkânsızdır. Masamıza oturan veya fotoğraf çektirdiğimiz kişilerle irtibatlı olduğumuz iddiası ise akıl dışıdır” demişti.
Cumhuriyet Halk Partisi Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Yalçın Karatepe Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in kamuoyuna yansıyan şirket ortaklıkları, milyarlık ihale bağlantılı isimlerle kurduğu ilişkiler ve geçmişteki fotoğraflar hakkında yazılı bir açıklama yaptı.
Karatepe’nin açıklamasının tamamı şöyle:
“Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, kamuoyuna yansıyan şirket ortaklıkları, milyarlık ihale bağlantılı isimlerle kurduğu ilişkiler ve geçmişteki fotoğraflar hakkında yaptığı açıklama, aslında Türkiye’de ekonomi yönetiminde yaşanan kurumsal çöküşün yalnızca görünen yüzüdür. ‘Ekonomi programı her zorluğun üstesinden geliyor’ diyerek bu tabloyu savunmak ise, kamuya karşı sorumluluğu inkâr etmenin bir başka yoludur. Gerçek şudur: Türkiye’de ekonomi artık yalnızca enflasyon, faiz ya da rezerv verileriyle tartışılacak teknik bir mesele olmaktan çıkmıştır. Bugün yaşanan, ekonomik çöküşün siyasal tercihlerle meşrulaştırıldığı ve etik ilkelere doğrudan meydan okunduğu bir kriz hâlidir. Hesap verilmeden, güven kurulmaz; güven kurulmadan ekonomi yönetilmez.
“Sadece 163 metrekarelik bir ev için ortaklık kurduk”
Asıl sorulması gereken şudur: Kamu ihaleleriyle servet biriktiren isimlerle, bakanlık göreviniz öncesinde ya da sonrasında aynı masaya nasıl ve neden oturdunuz? ‘Sadece 163 metrekarelik bir ev için ortaklık kurduk’ demek, bu tabloyu açıklamak değil, hafife almaktır. Türkiye’de milyonlarca insan barınma krizinin eşiğindeyken, ülkenin Hazine ve Maliye Bakanı, kamuya iş yapan bir isimle yurtdışında şirket kurup mülk edinmişse, burada savunulacak değil, açıklanacak çok şey vardır.
Bu mesele, birkaç metrekarelik daireyle değil, metrekare metrekare büyüyen bir güven krizidir. Ekonomide güven, yalnızca faiz oranıyla değil; masaya kimlerle oturulduğuyla, o masadan neyle kalkıldığıyla ölçülür.
“Ekonomide hesap tutuyorsanız, önce kendiniz hesap vereceksiniz”
‘Tanımıyorum’ diyerek geçiştirilen her kare, kamu vicdanında büyüyen bir çerçevedir. Şunu açıkça söyleyelim: Artık kimse bu tabloyu “kişisel mesele” diye okuyamaz. Bu, görevde olan bir bakanın kamusal sorumluluklarıyla doğrudan ilgilidir. Soru basit ama keskindir: Ekonomide hesap tutuyorsanız, önce kendiniz hesap vereceksiniz. Aksi hâlde o koltuk, yalnızca karar yeri değil; güvenin eridiği yerdir.
Bu mesele birkaç kareye sığdırılmış fotoğraflardan ibaret değildir; asıl mesele, o fotoğrafların temsil ettiği yönetim tarzının nasıl bir ekonomi anlayışına tekabül ettiğidir. Bakan Şimşek’in ‘program başarıyla sürüyor’ sözü, o karelerde kimlerin yer aldığı sorusundan daha ağır bir meseledir. Çünkü başarısızlığı her geçen gün daha da görünür hâle gelen bir ekonomi programının, kişisel ilişkilerle örülü bir iktidar pratiğiyle birleştiğinde nasıl bir yozlaşma tablosu ürettiği artık inkâr edilemez durumdadır.
“Ekonomik göstergeler değil, market rafları, boş kasalar ve eriyen maaşlar konuşmaktadır”
Ekonomide elde var sıfır: Finansman kanalları kurumuş, üretici artan maliyetler altında ezilmiş, piyasada nakit akışı durmuş, hanehalkı ise temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hâle gelmiştir. Bankalar kredi musluklarını kısmış, yatırımcı yönünü kaybetmiş, tüketici her geçen gün daha az harcayabilir duruma düşmüştür. Ekonomik göstergeler değil, market rafları, boş kasalar ve eriyen maaşlar konuşmaktadır. Bu tablo, yalnızca bir daralma değil; topyekûn bir çözülmenin işaretidir. Bütün bunlara rağmen hâlâ ‘başarıdan’ söz ediliyorsa, ortada yalnızca bir ekonomi problemi değil; halkla kurulmuş bağın tamamen koptuğu bir kopuş yaşanıyor demektir.
Üstelik bu tablo yeni değildir. 19 Mart darbesi, zaten sürdürülemez olan bu modelin çöküşünü hızlandırmıştır. O tarihten bu yana uygulanan ekonomi programı, bir toparlanma arayışı değil; krizi yönetme görüntüsü altında halktan alınanla belirli çevrelere güvence sunma sürecidir. Şimşek’in açıklamalarında tekrar eden ‘algı operasyonu’, ‘program işliyor’ ve ‘hukuki haklarım’ gibi ifadeler, teknik değil; tamamen siyasal bir savunma refleksidir. Ekonomi programı eğer her açıklamada aynı üç cümleyle korunmaya muhtaçsa, orada programdan değil; sürdürülemeyen bir iktidar söyleminden bahsediyoruz demektir. Ve bu ne ekonomiyle ne güvenle ne de kalkınmayla açıklanabilir. Bu, yönetememe hâlinin fotoğrafı değil; manifestosudur.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, şunu açıkça ifade ediyoruz: Türkiye’nin bugünkü ekonomik çöküşünün arkasında, yalnızca yanlış tercihler değil; bu tercihlerden doğan çıkar ilişkilerinin denetimsizliği yatmaktadır. Ekonomi programı başarılıysa, bu ilişkilere dair açıklamalar neden bu kadar telaşla, ardı ardına ve savunma diliyle yapılıyor? Bu soruya samimi ve kurumsal şeffaflıkla verilecek bir yanıt yoksa, sorun yalnızca etik değil; yapısal bir krizdir.
“Türkiye’yi yönetenlerin, alın teriyle ayakta duran her bir yurttaşına karşı hesabı vardır”
Türkiye’yi yönetenlerin, bu ülkenin emeğiyle geçinen, alın teriyle ayakta duran her bir yurttaşına karşı hesabı vardır. O hesap, kuru açıklamalarla değil; adalet duygusunu zedelemeyen, topluma örnek olan bir yönetim anlayışıyla verilir. Bugün ise ortada hesap veren bir irade de yok, sorumluluk taşıyan bir yönetim anlayışı da. Asgari siyasi nezaketin bile kaybolduğu bir süreçte, kamu görevi kişisel savunulara indirgenmiş durumda. Ortaklık hikâyeleriyle sınırlı görünen bu mesele, aslında bir yönetememe hâlinin güncel simgesidir. Ve toplum artık yalnızca açıklama değil; bu düzenden çıkışı mümkün kılacak bir irade beklemektedir.
Bu tablo değişecekse, o değişimin adresi de bellidir: Sandık. Çünkü bu ülkenin halkı, gerçeklerin üzeri örtüldükçe değil; sandıkta sorulan hesapla ilerler.”