“Bir yönetmenin hapiste birlikte zaman geçirdiği insanlara adadığı bir film”.
Bunu okuduğumdan beri, izleyenlerine imrendiğim ikinci film işte o oldu.
Bu yılki Cannes’daki en önemli olay ne Tom Cruise’un kırmızı halıdaki gelişi ne de Denzel Washington’ın sürpriz Onursal Altın Palmiye’siydi.
En çarpıcı an, Jafar Panahi’nin 22 yıl aradan sonra Croisette’e dönüşüydü.
Son filmi “Sadece Bir Kazaydı”nın Resmî Yarışma bölümünde prömiyer yapması, aynı zamanda İranlı yönetmenin 15 yıl aradan sonra ilk kez kendi filmini bir izleyiciyle birlikte izleyebilmesi anlamına geliyordu.
Uzun bir mahrumiyet ve -o bunu söylemeyi başkalarına haksızlık saysa da- eziyet’ten sonra yeni bir filmle Cannes’a dönmüştü.
Bu filmi için, “Onun Cannes’daki varlığı, yalnızca bir sanatçının özgürlüğüne kavuşması değil, aynı zamanda sinemanın hâlâ sesini yükseltebildiğinin güçlü bir hatırlatması” deniyor.
Film, İran’daki devlet şiddeti, travma ve intikam temalarını işleyen bir dram.
Hamile eşiyle birlikte gece yolculuğu yapan Eghbal adlı bir adamın bir köpeğe çarpmasıyla başlıyor.
Bu kaza, aracının bozulmasına ve yakınlardaki bir tamirhaneye sığınmasına neden oluyor.
Tamirhane sahibi Vahid, Eghbal’in, hapisteyken kendisine işkence eden gardiyana benzediğini fark ediyor ve onu kaçırıyor. Vahid, diğer mağdurlarla birlikte, esir tuttukları adamın gerçekten geçmişteki zalim gardiyan olup olmadığını sorgularken, intikam ve adalet arasındaki ince çizgide gidip geliyorlar.
Cannes’daki gösterimin sonunda oyuncuların ağladığını söyleyen Yönetmen için bu dönüş, yalnızca “fiziksel bir geri dönüş” değil; aynı zamanda “psikolojik bir özgürleşme”.
Panahi’nin önceki filmleri –Taxi, 3 Faces, No Bears– sansür altında, gizli çekimlerle gerçekleştirilmişti.
Çoğu yönetmenin kendi yaşamına dönük hikâyelerdi.
“Sadece Bir Kazaydı”, hapisten çıkan eski siyasi mahkûmların yaşadıkları travmayla yüzleşmesini anlatan, daha doğrudan ve neorealist bir anlatı olarak tanımlanmış.
Filmdeki araç içi sahneler, Panahi sinemasının alışıldık unsurlarından biri olsa da bu kez yalnızca sahneleri birbirine bağlayan işlevsel bir unsur olarak kullanılmış.
Panahi’ye göre, “yeraltı sineması için araçlar, aynı zamanda güvenli bir saklanma alanı”.
Eleştirmenlere göre ise, filmin başında geçen bir çocuğun, bir kazanın “Tanrı’nın mı yoksa insanın mı işi” olduğu üzerine yaptığı yorum, hikâyeye derin bir ahlaki zemin kazandırıyor.
Panahi, bu temanın “Kadın,Yaşam, Özgürlük” hareketiyle birlikte ortaya çıkan yeni kuşağın değişim potansiyeline işaret ettiğini söylüyor.
Film çekimleri sırasında güvenlik güçlerinin müdahale etmeye çalıştığını belirten Panahi, sansüre rağmen üretmeye devam ediyor.
Röportajın sonunda ise gerçek cesaretin kendisinde değil, sokakta mücadele eden gençlerde ve yıllardır direnen insanlarda olduğunu vurguluyor:
“Kadın, Yaşam, Özgürlük” hareketinde, tüm kuralları yıkan genç nesildi. Artık İran’da “Mahsa Amini öncesi” ve “Mahsa Amini sonrası” diye bir ayrım var.”
Ve şöyle bitiriyor:
“Ben sadece işimi yapıyorum.”*
*
* Jafar Panahi on “It Was Just an Accident” /Devika Girish
(“Jafar Panahi Cannes’a Dönüyor: Sadece Bir Kazaydı Üzerine Röportaj” / Devika Girish)