‘Ev erkekleri’nin sayısı artarken: Para ve güç erkeklerin özgüvenini neden etkiliyor?
27 Mayıs 2025

Sosyal ve ekonomik ilişkiler açısından yeni bir dünyaya girmiş bulunuyoruz. Bu yeni dünyayı kadının değişen rolü yaratıyor. Henüz dünya belki toplumsal cinsiyet eşitliğinden çok uzak ama yine de bazı toplumlarda ve bazı toplum kesimlerinde artık kadınların hem daha iyi eğitimli hem de daha yüksek gelirli olması, sosyal normlarda sarsıntıları da beraberinde getiriyor.

Daha birkaç gün önce 10Haber’de yayınlanan bir haberde, daha yüksek eğitimli ve daha yüksek gelirli kadınların kendilerine partner olarak daha düşük eğitimli ve gelirli erkekleri seçtiklerine dair bir araştırma sonucunu aktardık. Bugünse İngiliz yayın kurumu BBC’nin sağlık ve bilim muhabirlerinden olan Melissa Hogenboom’un yazdığı son derece ilginç bir başka yazıyı aktarıyoruz.

“Breadwinners” ile “The Motherhood Complex” adlı kitapların da yazarı olan Hogenboom, “ev erkekleri”ni yazmış. Yani evin geçimini kadınların sağladığı, erkeklerin ise evde kalıp ev işlerini ve çocuk bakımını üstlendiği durumları ve bu durumun erkek psikolojisi üzerindeki etkilerini bu alanda yapılmış bir dizi araştırmadan aktarıyor. Yazıyı sunuyoruz:.

***

Tüm zamanını evde çocuğuna bakarak geçiren Dave “Eşinizin bütün parayı kazanan kişi olması gururunuza biraz dokunuyor” diyor.

Tom ise “Ben, bildiğiniz klasik bir erkeğim. İnsanlara evde durduğunuzu söylüyorsunuz ve sizi biraz feminen biri sanıyorlar” diyor.

Her ikisi de, ilişkilerde para kazananın kadın olduğu durumların etkilerinin incelendiği bir araştırma için konuşulan kişilerdi.

Bir başka katılımcı Brendon ise ailesi tarafından “evin hizmetçisi” olarak yaftalanıyordu ve bu durumdan muzdaripti.

Bunlar, ev dışında bir işi olmayan ve kadın partnerlerinin ailenin geçimini sağlayan kişi olduğu durumlarda farklı önyargılarla karşılaşan erkeklerden üçü.

Araştırmada, erkekler bu şekilde yargılarla karşılaştıklarını çünkü uzun zamandır toplumda erkeklerin asıl para kazananlar olduğu varsayımının geçerli olduğunu belirtti.

Ancak giderek daha fazla kadının erkek partnerlerinden fazla kazandığı bir dönemdeyiz ve kadınların evi geçindiren taraf olması, hem evdeki hem de toplumdaki güç dinamiklerini etkileyen kalıcı sonuçlara yol açıyor.

Değişen aile dinamiklerinin bu kadar sarsıcı olmasının temel nedenlerinden biri, paranın güçle çok yakından ilişkili olması.

Erkekler, bazı kesimlerin beklentisine göre evde en çok kazanan kişi olmadıklarında, bu durum onları güçsüz hissettirebiliyor; bu da zihinsel sağlığı olumsuz etkileyebiliyor ve hatta boşanma olasılığını dahi artırabiliyor.

Genel olarak, erkekler hâlâ kadınlardan daha fazla kazanma eğiliminde ve çocuk sahibi evli çiftler arasında kadınlar, erkeklere göre daha fazla çocuk bakımı ve ev işi yapıyor; bu, dünya genelinde aşılamayan bir eşitsizlik durumu.

Bunun kısmen toplumsal cinsiyet beklentilerinden kaynaklandığı düşünülse de, bazen daha çok kazananın kariyerinin öncelikli görülmesi ekonomik bir zorunluluk olabilir; bu da kadınların yarı zamanlı veya esnek işlere yönelmesine yol açabiliyor.

Kadınların evi geçindiren taraf olma oranında artış yaşansa da, ücretli işe ve evdeki rollere yönelik toplumsal cinsiyet tutumları daha yavaş değişiyor.

Kadınlar daha fazla kazansa bile, daha az kazanan erkek partnerlerine göre hâlâ daha fazla ev işi ve çocuk bakımı yapıyorlar. Ve bazı yaş gruplarında toplumsal cinsiyet eşitliğine destek artmış olsa da, erkekler partnerlerinden daha az kazandıklarında daha düşük memnuniyet bildirmeye devam ediyorlar.

Artan sayıda araştırma, kadın partnerlerinden daha az kazanan erkeklerin özgüveninin ve mutluluğunun bundan etkilenebileceğini gösteriyor. Peki bu sorun gerçekten ne kadar ciddi? Ve erkeklerin bu yeni gerçekliğe uyum sağlamaları nasıl sağlanabilir?

Kadın partnerlerinin para kazanan taraf olması durumunun etkilerinden erkeklerin bahsetmesi bile biraz tabu.

Partnerlerinin kariyerini destekliyor olabilirler ama aynı zamanda hâlâ “aileyi geçindiren” kişi olmadıkları için kendi rollerini yerine getiremediklerini hissedebilirler, çünkü erkekliğe dair eski varsayımlar hâlâ yaygın.

Bu durum özellikle, iş kaybı ya da taşınma nedeniyle istemeden evde kalan babalar için geçerli.

Avustralya, Sidney merkezli eski bir danışman ve yükselen sosyal medya fenomeni Harry Bunton, yakın zamanda işini kaybetti. Ardından binlerce takipçisine sosyal medyada şunları yazdı: “Bir erkek, koca ve baba olarak değerlerim etkilendi.”

Bunton gönderisinde “Benim gibiler arasında neden bu kadar yüksek depresyon oranı ve daha kötü durumlar olduğunu anlayabiliyorum. Her şey planlandığı gibi gitmediğinde bu gerçekten yıkıcı olabilir ve erkek olmanın ne anlama geldiğine dair fikirlerinizi sorgulatabilir” diye yazdı.

Instagram hesabında bu hikâyeyi paylaşmaktaki beklentisini, “insanların bununla özdeşleşebilmesi ve değerlerinin böyle olaylara bağlı olmadığını görebilmesi” olarak açıklayan Bunton, “İstediğim türde bir baba olmak için neredeyse güçlenmiş hissediyorum” dedi.

Bunton yaşam tarzındaki bu değişimi olumlu karşılamış olsa da, erkeklerin partnerlerine kıyasla ne kadar kazandıklarının zihinsel sağlıklarını etkileyebileceğini örnekliyor.

Örneğin, İsveç’te heteroseksüel çiftler üzerinde yapılan yakın tarihli bir araştırma, 10 yıllık kazanç verileri ile zihinsel sağlık tanılarını inceledi.

Araştırmacılar, kadınların erkek partnerlerinden fazla kazanmaya başladığı noktada, erkekler arasında zihinsel sağlık sorunlarının arttığını buldu. Partnerleri daha fazla kazanmaya başlayan tüm bireyler arasında – kadınlar dahil – zihinsel sağlık sorunlarında yüzde 8’e kadar bir artış görülürken, erkeklerde bu oran yüzde 11’e kadar çıktı.

Yeni çıkacak olan kitabım Breadwinners‘ı yazarken, çalışmanın baş yazarı olan Durham Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Doç. Dr. Demid Getik ile bu konu hakkında konuştum.

Bana, artık açıkça dile getirilmese de, erkeklerin daha çok kazanması gerektiği yönündeki beklentilerin hâlâ çok yaygın olduğunu söyledi.

Partnerleri daha çok kazanmaya başlayan erkeklerdeki zihinsel sağlık sorunlarındaki artışın, bu çiftlerde ilişki memnuniyetinin de azaldığını gösterebileceğini, ancak verilerinin bunu özel olarak ölçmediğini belirtti.

Diğer araştırmalar daha çok kazanan kadınların eşleri tarafından aldatılma olasılığının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Araştırmacılar, bunun erkeklerin tehdit altına giren erkeklik kimliklerini yeniden tesis etmeye çalışmalarından kaynaklanıyor olabileceğini söylüyorlar.

Araştırmalar ayrıca erkekler üzerindeki “geçindiren olma” baskısının da ruh sağlıklarını etkilediğini gösteriyor.

İşsiz kalan erkeklerin, işsiz kadınlara kıyasla daha yüksek depresyon oranlarına sahip olduğu görülüyor.

Bunun olası bir açıklaması, kadınların genellikle iş dışında daha güçlü sosyal bağlara sahip olması. Bu nedenle evde kalan babalar, genellikle evde kalan annelere göre daha izole durumda oluyor.

Kişinin ne kazandığıyla ruh sağlığı arasındaki ilişkinin neden bu kadar güçlü olduğunu anlamak için bazı yanlış anlamaları düzeltmek de faydalı olabilir.

Para kazanan kadınlar genellikle hırslı ve kariyer odaklı olarak stereotipleştirilse de, birçok durumda bu, erkeğin işini kaybetmesinden kaynaklanıyor; bu da ekonomik stresi beraberinde getiriyor.

Nitekim araştırmalar, sadece kadının çalıştığı çiftlerde hane halkı gelirinin, para kazananın erkek olduğu çiftlere kıyasla daha düşük olduğunu gösteriyor. Bu da cinsiyetler arası ücret farkıyla örtüşüyor.

Bath Üniversitesi Sosyal Politika ve Bilim Bölümü’nden Doç. Helen Kowalewska ve ekibi, bir araştırmalarında “çoğu ülkenin, kadının evi geçindirdiği durumlarda düşük kalan maaşı telafi etmek için yeterince çaba göstermediğini” öne sürüyor.

Hane gelirinin düşük kaldığı bu durumlarda, Kowalewska daha iyi bir sosyal destek sisteminin gerekli olduğunu savunuyor.

Ama her şey o kadar da kötü değil.

Erkekler ücretli işlerinden ayrıldıklarında, bu durum ailenin geneli üzerinde olumlu etkiler de yaratabiliyor.

Örneğin, İngiltere’de babalar geçmişe kıyasla çocuklarıyla daha fazla vakit geçiriyor ve araştırmalar, evde kalan babaların çocuklarıyla daha nitelikli zaman geçirdiğini gösteriyor.

Beklendiği üzere, evde kalan babalar, çalışan annelere veya babalara göre daha fazla çocuk bakımı yapıyor. Ancak genellikle ev işine katkıları artmıyor, bu senaryoda sadece eşitleniyor.

ABD verilerine dayalı 2023 tarihli Pew araştırmasına göre diğer tüm düzenlemelerde, kadınlar daha fazlasını yapıyor.

Çoğu ülkede babalık izni sınırlı olsa da, babalar bu izni kullandıklarında işe geri dönseler bile evlilik memnuniyeti artabiliyor, çocuk bakımına katılımları da artıyor.

Ebeveyn izni kullanan babalar, çocuklarıyla daha güçlü bağlar kuruyor.

Bu çocuklar ise daha adil bir iş bölümü örneği görerek büyüyor. Evdeki işlerin daha adil bölünmesi, kadınların kariyer hedeflerini gerçekleştirmesini ve gelir potansiyelini artırmasını da kolaylaştırıyor.

Bu toplumsal değişimin kadınlar üzerindeki faydaları bununla da sınırlı değil.

Meksika’daki hane halklarına yönelik bir çalışmada, kadınların ev dışındaki iş fırsatları arttıkça, diğer alanlarda da daha fazla güce sahip oldukları tespit edildi.

Yani, daha büyük mali kararlar üzerinde daha fazla pazarlık gücüne sahip oluyorlar.

Bu sonuç, başka araştırmalarla da örtüşüyor. Tarihsel olarak güçsüz kılınmış bir konumdan, ekonomik olarak güçlenen bir kadının hem gelir gücü hem de kariyeri olumlu yönde etkilenebiliyor.

Toplumsal normlar değişip erkeklerin aile için işten ayrılmaları sıradan hale geldiğinde, bu durum tüm ailenin refahını artırabiliyor.

Örneğin, İsveç’te babalık izni ilk kez uygulandığında ve 1995’te babalara “babalık ayı” verildiğinde, bu izni kullanan erkekler arasında evlilik kararlılığı azaldı ve ayrılık olasılığı arttı.

Ancak 2002’de bu izin iki aya çıkarıldığında artık böyle bir durum gözlemlenmedi. Bugün İsveçli ebeveynlerin her birine, üç aylık izin hakkı tanınıyor ve beklenildiği gibi babaların bu izni kullanma oranı yüksek. Aslında bu izni kullanmamak sosyal olarak tabu sayılıyor.

Kadınları güçlendirme konusundaki farkındalık artsa da, tutumlar hâlâ kutuplaşmış durumda. King’s College London tarafından yapılan ve Ipsos’un yürüttüğü yakın tarihli bir ankete göre, ankete katılan en genç kuşak olan Z kuşağı (18–28 yaş arası) en bölünmüş grup.

Neredeyse 24 bin kişiyi kapsayan küresel bir ankette, genç erkekler, çocuklarına bakmak için evde kalan bir babanın “daha az erkek” olduğunu söyleyen ifadeye daha çok katıldı.

Z kuşağı erkeklerinin yüzde 28’i bu görüşe katılırken, kadınlarda bu oran yalnızca yüzde 19’du.

Diğer yaş gruplarında bu oran daha da düşüktü. “Erkeklerden eşitlik için çok fazla şey bekleniyor” ifadesine ise Z kuşağı erkeklerinin yüzde 60’ı, kadınların ise yüzde 38’i katıldı. Baby boomer kuşağında bu oran erkeklerde yüzde 44, kadınlarda yüzde 31 idi.

King’s College London’da çalışma ve istihdam profesörü olan Heejung Chung, bu tutumların artmasının nedenlerinden birinin, artık genç kadınların üniversite eğitimi alma oranlarının genç erkeklerden daha yüksek olması olabileceğini söylüyor.

Chung’a göre belki de bu nedenle yirmili yaşlarının başındaki kadınlar erkeklerden biraz daha fazla kazanıyor. İlk kez, İngiltere’de kadın doktorların sayısı erkekleri geçmiş durumda.

“Bazı alanlarda toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili birçok olumlu işaret görüyoruz,” diyen Chung genç bireylerin bugün hâlâ birçok kadının karşı karşıya olduğu daha geniş eşitsizlikleri fark etmediğini ve bu nedenle bazı erkek çocukların “geride kaldıkları” görüşüne kapıldıklarını söylüyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliğine dair tutumlardaki bu bölünmenin bir diğer nedeni de, erkekliğin neyi temsil ettiği yönündeki fikirlerin değişmekte olması, ancak bu değişimin her yerde aynı hızda gerçekleşmemesi olabilir.

King’s College London’da siyaset profesörü olan Rosie Campbell, özellikle genç nesilde erkeklik kavramına dair tutumların giderek daha fazla bölündüğünü gösteren araştırmalar yaptı.

Örneğin, erkekler ve kadınlar, bugün erkek olmanın mı yoksa kadın olmanın mı daha zor olduğu konusunda farklı görüşlere sahip.

Campbell, “Feminizm kadın ve erkekler için toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgilidir. Ancak isminde kadınsı (feminine) bir anlam barındırdığı için bu kavram dışlayıcı gelebilir,” diyor.

Campbell bu nedenle, özellikle okullarda gençlerle feminizm ve erkeklik kavramlarının ne anlama geldiği konusunda daha açık konuşmalar yapılmasını savunuyor ve “Bugün erkek olmanın ne demek olduğu ve genç erkeklerin ne tür rol modelleri olduğu konusunda daha fazla düşünmemiz gerekiyor,” diyor.

Bu özellikle, Netflix dizisi Adolescence’da da gösterildiği gibi, çevrimiçi ortamda artan kadın düşmanı etkiler düşünüldüğünde önem kazanıyor.

Tüm bu bulgulara rağmen, Chung ve meslektaşlarının yaptığı son anket, çoğu insanın toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmanın önemli olduğu konusunda hemfikir olduğunu gösteriyor.

Ayrıca, erkeklerin erkekliği ve babalığı yeniden tanımladığına dair küçük ama artan bir araştırma grubu var. Bu yeni anlayış, geleneksel olarak kadınsı görülen şefkat, empati ve bakım becerilerini de içeren bir erkeklik biçimini içeriyor.

Bu anlayış, “şefkatli erkeklikler” (caring masculinities) olarak adlandırılıyor.

Avustralya, Melbourne’daki Monash Üniversitesi’nden toplumsal cinsiyet araştırmacısı Karla Elliott, “Bu sadece erkeklerin ödüllendirilen eğlenceli işleri yapmasıyla ilgili değil. Bu, onların bakım emeğinin o dağınık, zorlayıcı kısımlarına da katılmasıyla ilgili,” diyor

Elliott’ın çalışmaları, bu pratik bakım görevlerini üstlenmenin daha besleyici bir eğilim kazandırdığını gösteriyor.

Bu yeni erkeklik anlayışının yayılması için, erkeklerin yalnızca daha fazla bakım üstlenmesinin değil, aynı zamanda baskı ve eşitsizlikten de vazgeçmesinin gerektiğini söylüyor.

Bazı araştırmacılar, babalık izni gibi politikaların artırılmasının (özellikle bu izinlerin erkeklere özel ayrılmasının) erkeklerin bakım rolünü benimsemelerine yardımcı olabileceğini savunuyor.

Bu da erkeklerin “geçindiren” rolünden uzaklaşmalarını ve kadınların daha fazla kazanmalarını sağlayabilir.

Politika değişiklikleri hayata geçse de, etkilerinin yayılması zaman alabilir. Bu nedenle hepimizin uygulayabileceği bir çözüm, toplumsal rollerimizdeki değişen beklentiler hakkında olumlu mesajlar vermek olabilir.

“Eğer erkekler partnerlerinin daha fazla kazanması nedeniyle özgüvenlerinin sarsıldığını hissediyorlarsa, bu durum onların bu duygunun nedenlerini sorgulayıp, toplumsal cinsiyet rollerine dair yerleşik düşüncelerini gözden geçirmeleri için büyük bir fırsattır,” diyor Elliott.

Evi geçindiren kadınların sayısı arttıkça, zamanla bu ekonomik değişim normalleşebilir. Bu da çocuk sahibi çiftler arasında erkeklerin esnek çalışma ve bakım sorumluluklarını artırmasını gerektirebilir.

Bu durum ise daha çok kazanan kadın partnerlerinin kariyerlerini daha rahat sürdürmelerini sağlar.

Ve zaman alsa da, bu değişen tutumlar, evi geçindirenin erkek, evi çekip çevirenin de kadın olması beklentisini azaltarak, ilişkilerde memnuniyeti artırabilir ve daha sağlıklı bir güç dengesi oluşturabilir.

ÇOK OKUNANLAR