Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün konusu ‘etik’ olan bir konuşma yaptı.
Konuşmanın bir yerinde aynen şöyle dedi: “Devlet demek düzen, nizam, intizam demektir. Devlet demek vatandaşına hizmet eden mekanizma demektir. Görevi kötüye kullananın gözünün yaşına bakmayız. Hak ve hukukun çiğnenmesine izin vermeyiz.”
Doğrudur, devlet demek yasa ve düzen hakimiyeti demektir. Erdoğan bunu “Nizam, intizam” olarak söylüyor.
Daha geçen hafta burada “Kabile devleti olmamıza kaç adım kaldı” diye soran bir yazı yazdım. Oysa Cumhurbaşkanı hiç benimle aynı fikirde değil; ona göre devletimiz tıkır tıkır işliyor, vatandaşına hak, hukuk ve adalet dağıtıyor, nizam ve intizamı sağlıyor.
“Hak ve hukukun çiğnenmesine izin vermeyiz” demiş Cumhurbaşkanı, elbette tersini söylemesi beklenemez ama sahiden öyle mi? Sahiden kimsenin hakkı ve hukukunun çiğnenmesine izin verilmiyor mu? Çiğnenecek olursa hemen devletin kanun uygulama güçleri devreye giriyor mu? Bu yanlışı devletin kendisi yapıyorsa düzeltme, hak arama mekanizmaları çalışıyor mu?
Bugünkü Karar’da Taha Akyol benden hızlı davranmış, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bir kararının arka planını sorgulamış. Karar şu: Savcılık, İstanbul Büyükşehir Belediyesine yazı yazarak otobüs ve metrolardan vs Ekrem İmamoğlu’nun fotoğraflarının kaldırılmasını istedi.
Peki bunu hangi yetkiyle, hangi hukuka dayanarak istedi? İşte orası meçhul. Çünkü İmamoğlu bugün tutuklu olarak cezaevinde olsa da sıfatı hala “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı.” Özgürlüğü kısıtlı olduğu için Belediye Meclisi onun yerine bir başka kişiyi “vekil” olarak seçti, işlemler hala İmamoğlu adına yapılıyor belediyede.
Öyleyse savcılığın talebi ne anlama geliyor? Kendisi meslekten hukukçu da olan Taha Bey, “Adalet Bakanı veya İstanbul Başsavcılığı hangi kanun maddesinin böyle bir yetki verdiğini açıklarsa ben de öğrenmiş olurum” demiş yazısında. Yoksa savcılık “masumiyet karinesi”nden haberdar olmayabilir mi? İmamoğlu henüz mahkum olmadı, daha yargılanmaya bile başlamadı.
Bağlantılı bir konu daha var: İmamoğlu’nun erişime engellenen sosyal medya hesapları. Bu engelin hukuki dayanağı nedir? Hangi kanun, henüz hakkında dava bile açılmamış bir kişinin ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına izin veriyor olabilir? Acaba bu kısıt yasadan mı kaynaklanıyor, yoksa bizi kabile devleti olmaya biraz daha yaklaştıran bir keyfi uygulamadan mı?
Hukuku zorlamak anlamına gelen bu tür uygulamaların Cumhurbaşkanı’nın dünkü konuşmasıyla çelişki yarattığını söylemeye gerek var mı?
“Hak ve hukukun çiğnenmesi”ne dair örnekleri illa siyasetten seçmek gerekmiyor. Gelin bir de trafik kazası örneğini konuşalım.
İstanbul’da geçen yıl ölümlü bir trafik kazası yaşandı. Bir otomobil ile bir motosikletin karıştığı kazada motosikletin arka koltuğunda yolcu olarak bulunan 17 yaşında genç bir adam hayatını kaybetti. Kazayla ilgili bilirkişi raporunda otomobilin sürücüsü genç kadın “asli kusurlu” sayıldı, motosikletin sürücüsü ise “tali kusurlu.”
Yargılama dün sona erdi. Otomobilin sürücüsü genç kadın 4 yıl 2 ay; motosikletin sürücüsü genç adam ise 1 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ama her ikisi için de hükmün açıklanması geri bırakıldı. Yani, 17 yaşında genç bir adam öldü ama kimse hapse girmeyecek.
Gelin de bunu o ölen adamın dün mahkemede ağlayan annesine anlatın. 17 yaşındaki evladınız elinizden alınmış ve siz onun ölümüne neden olanların sokakta serbestçe dolaştığını, gülüp eğlenmeye devam ettiklerini bilerek hayatınızın geri kalanını geçireceksiniz. Gelin o anneye Cumhurbaşkanı’nın dünkü cümlelerini okutun, bakalım size “hak ve hukukun çiğnenmesine izin verilmediği” konusunda neler diyecek?
Bir tane daha gayrı siyasi örnek vereyim, o da bugünden, hayatımızdaki sadece bir tek günden.
Haberini okumuşsunuzdur belki, Ankara’da savcılık büyük bir operasyon yaptı, 58 kişiyi gözaltına aldı, bunlardan 20’si dün tutuklandı. Suçlama şu: Devlette çeşitli görevlerde 33 memurun elektronik imzalarının kopyalarını çıkarmış bu şebeke ve ellerindeki bu sahte elektronik imzalarla bir sürü sahte belge üretmiş. Üretilen belgeler daha çok diploma, mezuniyet belgesi vs belgeler ama sürücü ehliyeti bile yapmışlar. Tabii bunları para karşılığı satmışlar. Alanlar da aldıkları o sahte mezuniyet belgeleriyle işe girmişler, iş yeri açmışlar. İçlerinden biri sosyal medyada da hayli ünlü bir “klinik psikolog.” Yani insanlar gitmiş ona danışmışlar, o da ‘bilimsel’ yönlendirmeler yapmış.
Bu sahtekarlık, hiç kuşkusuz başka birilerinin hak ve hukukunun çiğnenmesi anlamına geliyor.
Türkiye’de sıradan bir günün manzaraları bunlar.