Dindarların bir tek dini vesayeti eksikti, o da oldu
30 Mayıs 2025

Bilen biliyor, ben kendimi ‘ateist’ olarak adlandırmıyorum, çünkü ateizm de nihayetinde bir inanç.

Ama tabii tanıdığım tanımadığım bütün dindarların gözünde ateistim.

Bu durum benim İslamı yakından tanımak istememe ve bu konuda büyük bir bilgi açlığım olmasına engel değil. Sağolsunlar, tanıdığım dindarlar ve dini iyi bilenler sabırla bana katlanıyorlar ve her seferinde onlardan yeni şeyler öğreniyorum.

İslam dini ve dinin etrafındaki mitoloji, bana soracak olursanız son derece zengin ve bu mitoloji popüler kültür alanında üreten insanlara aslında çok geniş bir hareket alanı veriyor.

Benzer bir geniş hareket alanı örneğin Hristiyanlık dininde de mevcut. Bu sayede koca bir roman sanatı, koca bir sinema sanatı var. Aynı şeylerin İslam içinde de daha fazla gelişmesi, örneğin filmlerin “üç harfliler” kısıtının ötesine geçmesi gerekiyor.

Bana soracak olursanız İslamın modernle buluşması, kendini geçmişin pratikleriyle sınırlamaya çalışmak yerine güne uyarlaması ancak bu yollarla mümkün olabilir.

Ama tabii bütün bunların olabilmesi için önce dinin özgürce yaşanabilmesi gerekiyor.

Açıkçası, Ak Parti 2002 sonunda iktidara geldiğinde, bu parti içindeki en etkili kanadın temel talebi de dinin özgürce yaşanması olduğu için bir ölçüde ümitlenmiştim. Belki de bir sivil din doğardı Türkiye’den.

Şimdi, aradan 25 yıl geçtikten sonra görüyorum ki, bırakın ortaya bir sivil din çıkmasını, dindarların dini özgürlükleri çok daha kısıtlanmış durumda ve kocaman bir resmi dini yerleştirmek için son adımlar atılıyor.

İslami düşünce anlamında neredeyse bin yıllık bir geri gidiş söz konusu.

“İslamın Altın Çağı” olarak adlandırılan dönemde İslam düşüncesinde en etkili kelam okulu olan Mutezile, temelde aklı ve rasyonel olanı savunuyordu. Bu görüşe göre Allah’ı kendi aklımızla kavrayabilir ve yorumlayabilirdik. Allah bize iyi ile kötüyü birbirinden ayırabilmemiz için akıl vermişti.

Bu İslam yorumu Selçuklu sultanı Alpaslan’ın veziri Nizamımülk tarafından, onun sistematik çabalarıyla ortadan kaldırıldı, yerine Kuranı Kerimi ve Sünnet’i anlamaya bizim aklımızın ermeyeceği, bize düşen görevin kitapta yazanlara ve Sünnete harfiyen uymak olduğunu söyleyen görüş hakim oldu.

Pek çok düşünüre göre bu ortaya resmi ve tek bir İslam çıkartma çabası, İslam düşüncesini de dondurdu, hatta geri götürdü. Nitekim İslam bir daha o Altın Çağ’ı yaşayamadı.

Eski Yunan filozoflarının eserlerini alıp Arapça ve Farsçaya tercüme eden, o görüşleri çatır çatır eleştiren, hatta çürüten İslam felsefecileri, bilimcileri gitti, yerine Nizamımülk’ün kurduğu devlet medreselerinde var olan ve iletilmesi uygun görülen bilgiyi papağan gibi yeniden nakleden “hoca”lar geldi.

Fakat tabii Nizamımülk’ün “resmi din” yaratma çabası bir yere kadar başarılı olabildi. Akla dayalı yorum yapmak yasaklansa bile herkes din hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilmek ve daha önemlisi gündelik sorunlarını dini inancına halel gelmeden nasıl çözebileceğini öğrenebilmek için sonunda dini kendilerinden daha iyi bildiği iddiasında olan kişilerin akılla yaptıkları yorumlara sığındı. Tarikatlerin ve fıkıh okullarının ortaya çıkışını çok kabaca böyle anlatabiliriz belki.

Şunu demeye çalışıyorum: Hepimiz insanız ve hepimizin kendimize göre bir aklı var.

Elimizde değil, neredeyse her şeyi aslında akıl süzgecinden geçiriyoruz. O alanda aklımızı kullanmak bize yasaklansa bile!

Ama öte yandan Nizamımülk’ün varislerinin ortaya kimse tarafından yorumlanamayacak, üzerinde akıl yürütmeye hiç gerek olmayacak bir din yaratma çabaları da devam ediyor.

Bakın, dün gece Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen bir torba kanunun bazı bölümleri tam da bu konuyla ilgili.

Türkiye’de zamanın Nizamımülk kafasındakiler tarafından kurulmuş olan ‘Şeyhülislamlık’ makamı vardı. Devlet adına tek bir din vazetme iddiasındaki bu kurum Cumhuriyet’e Diyanet İşleri Başkanlığı olarak yansıdı.

Toplumda İslamla ilgili yorum yapanların sayısı arttıkça Diyanet de kendi resmi görüşünü savunmak için alanını genişletti sürekli. Ama şimdi yeni bir aşamaya geçildi: Diyanet, kendi görüşü dışında başka bir görüş yaşamasın istiyor, Meclis de ona bu yetkiyi verdi.

Haberde de okumuşsunuzdur, Diyanet örneğin Kuranı Kerim meallerini beğenmeyecek olursa onları yasaklayabilecek. Yasaklamak ne keline, bazılı kitapları toplayıp imha edebilecek. Umarım yakarak imha etmezler!

Sadece bu da değil. Kuranı Kerim basmak, hatta seslendirmek için de Diyanet onayı aranacak artık. Diyanet’in onay vermediği Kuranı Kerimler (Mushaf) yine eğer basılıysa toplatılıp imha edilecek, elektronik ortamdaysa erişime kapatılacak.

Sorsanız “Doğru İslamı iletmek için bu yasaklara ihtiyaç duyuldu” diyecekler ama İslamın 1446 yıllık tarihinde din bu yasaklar olmadan da yaşadı; tarikatlar ve inanç grupları her zaman birbirlerini “Sizinkisi yanlış din” diye suçladı belki ama din yerinde duruyor işte.

Bu yapılan, açıkça bir dini vesayet.

Diyanet İşleri Başkanlığı, bu yeni yasayla bütün dindarlara “Siz çocuksunuz, okuduğunuzu anlamazsınız, size sahte ve yalan bir din söyleyenler çıkabilir, o yüzden bir veliye ve vasiye ihtiyacınız var, biz sizin elinizden tutup yanlış yola dönmenizi engelliyoruz” demiş oluyor.

Bu dini vesayet, başka bütün vesayetler gibi son derece gereksiz ve gerçekte tek bir amaca hizmet ediyor: Daha fazla baskı yapmaya ve Diyanet’e daha fazla güç toplamaya.

Buna benim değil dindarların itiraz etmesi lazım önce ama kimsenin sesi çıkmıyor.

ÇOK OKUNANLAR