Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, bazen dünyada olan biteni kavramakta zorluk çekiyoruz. Pek çok şeyi zihnimizde normalleştirmişiz. Mesela, deprem toplanma alanlarını otopark haline getirebiliyoruz. Toplanma alanı tabelası ile park etmiş otomobiller yan yana var olabiliyorlar. Ya da, şehrin ortasındaki az sayıda nefes alma alanlarından biri olan bir parkı yok edip yerine tarihi bina görünümlü alış-veriş merkezi inşa etmeyi tasarlayabiliyoruz. Anayasa’nın ve ilgili yasasının koruması altında (Anayasa 43. Madde ve Kıyı Kanunu), “herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açık” olması gereken kıyılarımızı, oteller, restoranlar, siteler, “beach club”lar, spor tesisi görüntülü yeme-içme-eğlenme mekanları, eğitim merkezi görüntülü polis, asker, devlet memuru tatil kampları ile “eşit ve serbest kullanıma” kapatabiliyoruz.
Oysa adamların bir Anayasası bile yok ama başkasının arazisinde izinsiz kamp yapmanın “doğadan yararlanma hakkı” kapsamına girdiğini yüksek mahkeme kararıyla tescil edebiliyorlar.
Geçtiğimiz günlerde İngiltere’de, Birleşik Krallık Yüksek Mahkemesi, milletçe aklımızın almayacağı bir karara imza attı. Milyoner bir arazi sahibine ait topraklarda, doğaseverlerin kamp yapmasının (Wild Camping) engellenemeyeceğine hükmetti.
Öyküyü en başından anlatmakta yarar var.
Yasayla belirlenen açık hava etkinlikleri hakkı
İngiltere’nin Dartmoor yerleşim bölgesinde (Güney Batı İngiltere) 1985 yılında bir yasa çıkarıldı. Dartmoor Ortak Arazileri Yasası (Dartmoor Commons Act), bölgedeki tüm arazilerde (özel mülkler dahil) “açıkhava dinlenme etkinlikleri”nin yapılabilmesini, ancak bu arazilere ya yürüyerek veya atla ulaşılması gerektiğini (yani motorlu taşıtla girilemeyeceğini) öngörüyordu. Bu etkinlikler için arazi sahibinden izin almak gerekmiyordu. Çevreye, çitlere vb zarar verilmemesi dışında bir sınırlama getirilmemişti.
Konuyu daha iyi anlayabilmek için Birleşik Krallık özelinde çok büyük arazilerin özel mülk olabildiğini bilmekte yarar var. Yani, kimi yerlerde özel arazilere girmeden doğa yürüyüşü bile yapmak mümkün olamayabiliyor. Öte yandan, açık hava etkinliklerinin arazi sahibini rahatsız etmeden, hatta “gözüne görünmeden” yapılabilmesi mümkün.
Bu büyük arazi sahiplerinden biri de milyoner “hedge fund” (alternatif bir yatırım fonu türü) yöneticisi Alexander Darwall’dı. Dartmoor’un en büyük altıncı toprak sahibi olan Darwall, 2013 yılında güney Dartmoor’da bulunan yaklaşık 4000 dönümlük Blachford arazisini satın almıştı. Bu arazide sülün ve geyik avı ile arazinin bir kısmında tatil yapılabilmesine yönelik hizmetler sunuyordu.
Kendi arazisinde izinsiz kamp yapan doğaseverlerden rahatsız olan ve konuyu mahkemeye taşıyan Darwall, bu davayı kaybedeceğini ve kaybetmekle kalmayıp, kendi bölgesiyle sınırlı olan doğa kampı hakkının tüm İngiltere’ye yayılma ihtimalinin önünü açacağını hiç düşünmemişti her halde.
Bu boyuta daha sonra dönmek üzere öyküye devam edelim.
Yüksek mahkemenin “açık hava etkinlikleri” yorumu
The Guardian’ın haberine göre Darwall’ın avukatları, ilgili yasa maddesinde yer alan “yürüyerek veya atla” ulaşma ibaresinden hareketle, yasanın söz ettiği açık hava dinlenme etkinliklerinin bunlarla sınırlı olduğunu ileri sürerek Dartmoor Ulusal Parkı İdaresi’ne karşı dava açmışlardı. Mevcut yasa yüzünden kampçıları arazilerinden uzaklaştıramadıklarını, bunun da arazinin doğal yapısını korumalarını güçleştirdiğini, büyükbaş hayvanları için de risk yarattığını ileri sürüyorlardı.
Dava iki yıl sürdü. İlk davayı Darwall kazandı. Dava, kaybeden tarafın bir üst mahkemeye başvurduğu çeşitli aşamalardan geçti. Doğa aktivistleri ve hak savunucuları tarafından yakından izlendi. Protestocu kampçılar, “kamp bizim hakkımız” diyerek Darwall’ın arazisine akın etti. Sonunda dava, en yüksek karar mercii olan Birleşik Krallık Yüksek Mahkemesi’nin önüne geldi. Uzmanlar, sivil toplum kuruluşları, Darwall’ın avukatlarının yorumunun kabul edilmesi halinde, bunun Dartmoor’da gelecekte kuş gözlemi, kaya tırmanışı, resim çalışmaları, balıkçılık ve hatta yüzme gibi etkinliklerin de yasaklanmasıyla sonuçlanabileceği uyarısında bulundu.
Sonunda mahkeme kampçılar lehine karar verirken, yasada bulunan “açıkhava dinlenme etkinlikleri” ifadesine de açıklık getirdi: Yürüme ve at binme ifadelerinin araziye ulaşımı tanımladığını; piknik, kamp yapma, kaya tırmanışı gibi etkinlikler de dahil olmak üzere, Dartmoor’daki arazilerde, yasanın ruhuna uygun her türlü açık hava etkinliğinin yapılabileceğine hükmetti.
Politik sonuçları olacak mı?
İlginç nokta, yüksek mahkemenin bu kararının mevcut hükümet üzerinde bir baskıya dönüşmesi… Birleşik Krallık’ta doğaseverlere bu hakkın tanındığı tek bölge Dartmoor’du. Oysa mesela İskoçya’nın tamamında insanlara bu hak 2003 yılında verilmişti. İşçi Partisi de, muhalefetteyken, bu hakkı genişleteceği vaadinde bulunmuş, ancak arazi sahiplerinin baskısıyla, bu vaat seçim bildirgesine konmamıştı.
Şimdi bazı sivil toplum kuruluşları ve bazı muhalif milletvekilleri söz konusu hakkın ülke çapında yaygınlaştırılması için İşçi Partisi’ne çağrı yapıyorlar. Tabii kamuoyu baskısı yoğunlaşmadan bir hareket beklememek gerekiyor. Öte yandan, İskoçya’da bu hakkın on yıldan fazla bir süreden beri tanınmış olması, özel arazi üstünde de olsa doğa etkinliklerinin engellenemeyeceğinin Yüksek Mahkeme tarafından tescil edilmiş olması doğa aktivistlerinin en büyük avantajı. Üstelik bu hak İngiltere’ye özgü de değil.
Kuzey Avrupa’da benzeri haklar
İsveç’te herkesin doğada serbestçe dolaşma, geçici olarak kamp kurma, yüzme, bisiklet sürme, mantar ve çilek toplama gibi etkinliklerde bulunma hakkı var. (Allemansrätten – Herkesin Hakkı) Özel arazilerde bile, yerleşim yerlerinden uzakta ve mülk sahibine zarar vermeden çadır kurmak yasal olarak mümkün. Kural şu: “Rahatsız etme, zarar verme!” (“Inte störa, inte förstöra”). İsveçliler’in bu hakkı anayasanın koruması altında… Doğa etkinliklerini yapanlardan beklenen tek şey doğaya ve yaban hayatına, diğer doğaseverlere ve toprak sahiplerine saygı ve özenle yaklaşmaları.
Norveç’te da benzeri bir hak var. Özel mülkiyet bile olsa, kırsal bölgelerde insanların yürüyüş yapmasına, geçici olarak kamp kurmasına izin veriliyor. (Allemansretten) Açık alanlarda, şehir merkezinden uzak olmak kaydıyla en fazla 2 gece kamp yapabiliyorsunuz. Kamp ateşi gibi yüksek dikkat isteyen konularda bazı mevsimsel sınırlamalar var.
Finlandiya’da da doğaseverler kısa süreli olmak kaydıyla benzeri haklardan yararlanıyorlar.
Özel mülkiyet üzerinde geçici kamp hakkı henüz çok yaygın değil ama, bizim açımızdan belki daha ilginç olanı, birçok ülkede devlet arazileri üzerinde kamp yapmanın çeşitli kurallar çerçevesinde serbest olması.
Bizim için uzak bir fantezi mi?
Bırakalım özel arazide kamp yapmayı, kamuya ait orman alanı içinde kamp yaparken, sabah çadırın fermuarını açtığında ilk gördüğü görüntü jandarma botu olanların, “yassah kardeşim” sözü zihninde sürekli yankılananların, dağda yürüyüş yapmaya çıkıp kendini en yakın jandarma karakolunda bulanların veya bütün bu ihtimalleri göz önüne alıp, bunlara hiç girişmeyenlerin, “bırakın bu fantezileri” dediğini duymamak mümkün değil.
Temizliği ile övünen, ama mesire alanlarını bile terk ederken pislik içinde bırakan bir milletin çocukları olarak, bizim doğayı koruyabilmemiz için onunla mümkün olduğu kadar az temas etmemiz gerektiğini söyleyen ve “bizde o kültür yok kardeşim” diyen birine itiraz ederken iki kere düşünmemiz gerekebilir.
Öte yanda ise, bu hayat pahalılığında, turistik tesislerde, motellerde, pansiyonlarda, tatil yapmanın hayalini bile kuramazken, doğa kampı ile beden ve ruh sağlığımızı korumanın değerine paha biçilemeyeceği de ayan beyan ortada…
Kimi çevre kirliliği yaratma potansiyelini, kimi orman yangını tehlikesini, kimi terörü veya dağda, vadide, bayırda kaybolanların kurtarılması için yapılan masrafları, harcanan mesaiyi ileri sürerek itirazlarını birbiri ardına sıralayacaktır. Haklı yönleri olan bu itirazların her birinin cevabı bulunabilir, tedbiri alınabilir.
Gerçekçi olmak gerekli ama bir yerden de başlamak lazım.
Örneğin hak, hukuk, adalet ve yargı konusundaki tüm hayal kırıklıklarımıza rağmen, yaklaşık 8333 kilometrelik sahil şeridinde halkın sahillere serbestçe erişimi oldukça kısıtlı olan ülkemizde, hiç değilse Kıyı Kanunu’nun uygulanması için sivil, meşru ve yasalara dayanan çabalarımızı artıramaz mıyız? Özel arazilerden geçtik, bu yasayı yapan kamu otoritesinin, kendisine bağlı kurumların kıyı işgaline son vermesini isteyemez miyiz? Zor, değil mi? Zor ama imkânsız değil. Bakalım bizde, bunu seçim vaadi yapacak bir parti çıkacak mı?