Zincirini Boynuna Kolye Diye Takmak İhtimâli
03 Haziran 2025

Ferit Edgü’yle ağırlamak için Londra’daki evlerine bizi davet eden akademisyen bir dostum, hoş tartışmalarla geçen uzun bir gecenin ertesinde konuştuğumuzda, yeni tanıdığı çok kıymetli arkadaşım için içten bir takdirle “bildiğini iyi biliyor” demişti.

Bildiğini iyi bildiğine” güvenim tam bir başka dost, internette dolaşan Karl Marx’a atfedilmiş bir söz için, kendisinin onun bilinen eserlerinde rastlamadığını belirtti.

O söz şu:

Senden sessiz olmanı isteyen her sistem, acından kâr elde etmek üzere tasarlanmıştır.”

Ancak, Marx’ın sistem eleştirisini ve kapitalizmin sömürü mekanizmalarına dair düşüncelerini yansıtan bir anlam taşıdığı söylenebilir bu cümlenin.

Ama evet, ortalıkta dolaşan bini bir para “görüşlere” karşı şüpheci de olmalıyız.

Kemal Tahir bu ‘kuşku duymak’ gereğini “sabah çıktığın evine akşam dönüşte kapı numarasına bakacaksın, değiştirilmiş mi diye” anlattığında 70’li yıllara giriyorduk.

Birinin sabah medyaya söylediğini bir diğerinin daha akşam olmadan yalana dönüştürdüğü, her Allah’ın günü haberlerin yüzde doksanına iftira yüzde onuna çarpıtma denildiği, kimsenin ne olup bittiğini bilemediği, sonunu kestiremediği, toz-duman içinde bir dönemdeyiz gene. 

Aklı selim dahil kıtlıkların bu kadar çok artığı günlerde, tersine, “neyi kimden öğrendiği belirsiz’ bir “aparat” gibi yazıp konuşan birilerin tuhaf bollaşması gerçekten şüphe çekici.

Aparat” kelimesi, bağlama göre farklı anlamlar taşıyabiliyor.

Örneğin; bazı görüşleri ısrarla savunan sosyal medya gediklileri, dediğim dedik medya figürleri veya asıl işini gücünü veya asıl uzmanlığını bir yana bırakıp büyük meselelerde ahkâm kesmek için tv kanallarına demirbaş bir aksesuar olarak yerleşmiş bazı cevval akademisyenler için öyle düşünenler çıkıyor:

“O bilmem kimin adamı!”

Doğrusu bazı öylesi kişilerin, egemenlerin bazı söylemlerini insanı huylandırabilecek bir inatla önce ‘kendisine ait’ gibi benimseyip, ardından bıkıp yorulmadan topluma da ‘en doğru fikir’ gibi empoze etme gayretleri bariz.

Kimi zaman ne yaptığının bilinciyle. Kimi zaman ideolojik etkilerle.

Veya belki de kimi “tamamen duygusal” olarak.

Bir insan hangi nedenle aparat olur ki?

Profesyonelleri anladık, hangi karanlık ruhsal durum/kırık hayâller bir kişiyi öyle biri olmaya iter?

Ama sonunda Gramsci’nin dediği gibi: “Sen halkın rızasını çalan hırsızsın” çok ağır durumuna düşmek de var.

Çünkü Gramsci’ye göre, “Hegemonyanın yeniden üretilmesini sağlayan bir ‘rızacı’dır aparat.”

Egemenler, yalnızca zor kullanarak değil, aynı zamanda ‘rızayı üreterek’ iktidarlarını sürdürebilirler. 

O ‘rıza’ da toplumun kültürel ve entelektüel yapıları aracılığıyla sağlanır. 

Yani, insanlar egemen düzene yalnızca mecbur oldukları için değil, ‘doğru ve doğal olanın’ savundukları olduğuna inandıkları için boyun eğerler.

Bunda samimi de olabilirler. 

Bazı aparat figürler, bir düşünceye sarsılamaz sadakati kişisel çıkarları için bilinçli olarak benimserken, bazıları o düşünce aracılığıyla omuz verdiği sistemin gerçekten “tek doğru” olduğuna inanır. 

Sorun şurada ki, bu tutum eleştirel düşüncenin önünde önemli bir engeldir. 

Çünkü inançla savunulmaya geçilmiş şeyler, sorgulamaya en kapalı olanlardır.

Aparatlar, adaletsiz bir sistemin devamını bulunmuş yeni vaatlerle sürdürebilmek için düşünülüp taşınılıp ortaya atılmış olan lâfları, bilerek ya da farkında olmadan, devamlı tekrar ederler.

O “vizyon” (?) etrafında kendine takipçi/taraftar toplamaya yönelirler, eleştirileri bastırır, kuşkuları anlamazdan gelir, halkın dikkatini başka yönlere (‘sen cambaza bak’ vaziyeti) çekerler. 

Bu tür kişiler kendilerini sorgulayanlara “negatif enerjili” veya “çağdışı kalmış düşüncelere takılı” uzak durulacak insan damgasını kolayca vurabilir. Aslında bu da bir yan-kampanyadır.

Bu etiketleme, “toplum mühendisliği” plânlamış bir küresel sistemin baskısını meşrulaştırma biçimidir. 

Aparatlar algı yönetimi işlevini üstlenerek, halkın sessizliğini garantilemeye çalışırlar.

Onlar öğretir, tekrar eder, yüceltir. Böylece bireyler, en tepedeki sistemin “iyi niyetini”, falan/ filanla insanlığı yönetmek isteğinin “halisaneliğini” içselleştirir.

Okul bir fabrikadır” metaforu buradan gelir: Bireyi, sisteme uygun şekilde biçimlendirir.

Aparat olmak durumu çoğu zaman sistemin içinde “iyi niyetle” hareket eden bazı bireyleri de kapsar. 

Ama sorun bireyde değil, o kişiyi aparata dönüştürebilen sistemdedir. 

Bu yüzden “eleştirel düşünce ve bilinç” önemlidir: 

İnsan neyi, neden savunduğunu; hangi çıkar ilişkilerine hizmet ediyor olabileceğini kişisel meseleleri, zayıflıklarıyla kendini kandırmadan sorgulamalıdır:

Ben kimin sözünü tekrar edip duruyorum?”

Bilerek, bilmeyerek bir şeylere hizmet ediyor olabilir miyim?”…

Bunu yaparken bile, kendisini gene ‘iyi olanı seçen’ kişi olarak kabul ve taktir edebilir. 

Tarafsız sanabilir.

Ben sadece doğruluğuna inandıklarımı söylüyorum” diyebilir.

Ama ya, ‘bir çarkı döndüren yağ’ biraz da sensen?

Aparat olmak, bir sistemin kendisi gibi konuşmaktır.

Bu zamanda kendini özgür sanan zincirini boynuna kolye diye takmış olabilir.

Ya da kravat yerine bir ilmiği.

ÇOK OKUNANLAR