Kız kurusu mu gül kurusu mu?
04 Haziran 2025

Bu hafta Londra’dayım. Bu şehirde bence dünyanın kalbi atıyor. Ama en güzel yer elbette ki Foyles Kitabevi. Hani bazı insanlar Selfridges’e girince ve kıyafetleri görünce gözleri parlar ya, benimki Foyles “İlişkiler” bölümünü görünce ışıldıyor. Tuhaf mı? Bence değil.

Bu sefer de aynı keyfi yaşamak için 2. Kata çıktım ve anında gözüme bir kitap çarptı: “The Dry Season” – (Kuru Mevsim) Melissa Febos yazmış. Vogue , TIME ve Vulture’ın 2025’in ‘en çok beklenen’ kitabını nasıl okumam dedim ve kitaba gömüldüm.

Melissa, iki yıl süren ve sonunda bir duygusal deprem şeklinde biten ilişkisinden sonra “flörtsüz, ilişkisiz, sekssiz” bir üç ay hedefliyor. Arkadaşları gülüyor. Hani üç ay dedikleri ne ki? Ama Melissa için bu, seks hayatının fişini çekmek değil; kendini yeniden bulmak anlamına geliyor. Bu kısa molayı, bir yıllık romantik detoks kampına dönüştürüyor.

İlişkisiz yaşamak bu kadar zor mu da bu konuda koca bir kitap yazılıyor? Ve bu kitap neden bu kadar çok satıyor?

Çünkü bizim kuşakta – özellikle kadınlarda – “ilişkide olmak” bir statü, bir amaç, bazen bir kimlik.

Melissa’nın bu noktaya kadar ergenlikten itibaren hep bir ilişki içinde olması, yalnız kalmaya tahammülümüz olmadığının bir göstergesi.

Psikolojik olarak, bu bağımlılık bağlanma stillerimizle ilgili. Çocukluğumuzda şekillenen “değer görmek için birine lazım olmak” kalıbı, yetişkinliğimizde “ilişkim var = değerliyim” formuna dönüşüyor.Melissa da tam bunu fark edip “ya ben bir durayım” demiş.

Eğri oturup doğru konuşalım: Kadınlar hâlâ “birini bulmalı”, “evlenmeli”, “evliliği yürütmeli”, sonra da “bir yastıkta kocamalı”. Ama kimse şunu sormuyor: Ya biz bu yastığın üstünde aslında kendi başımıza çok güzel uyuyorsak? Melissa’nın hikâyesi tam burada devreye giriyor. Kitabın en güzel yanı, yalnızlığı korkulacak bir şey olmaktan çıkarıp, neredeyse şehvetli bir deneyime dönüştürmesi. Bu, “ay ben yalnızlıktan çok keyif alıyorum” deyip ağlama krizlerine girilen Brigitte Jones filmleri gibi değil. Bu, yalnızlığı içselleştiren, içindeki sesleri susturmak yerine onlarla dans etmeyi öğrenen bir kadının dönüşüm hikâyesi.

Düşünsenize… Hiç kimseye “iyi geceler” mesajı atmak zorunda kalmadan, pazar sabahları kimsenin kahvesine tarçınlı köpük süsü yapmadan, o ünlü “ne yesek?” krizlerine girmeden geçen bir yıl. Melissa, tam da bu yıl içinde – kimsenin gündeminde olmadan – en yaratıcı, en tatmin edici, en şehvetli versiyonuna kavuşuyor.

Evet, şehvetli. Çünkü cinsellik sadece ten teması değildir. Bazen, kimsenin seni izlemeyeceği bir salonda çırılçıplak dans etmektir. Bazen, kendi kendine aldığın o çikolatalı kruvasanı sabah pijamalarınla yemek ve bunu kimseye açıklamak zorunda kalmamaktır. Bazen de “artık sevilmek için şekilden şekle girmeyeceğim” diyebilmektir.

İşte gerçek erotizm, tam burada başlıyor: Kendine sahip çıkabildiğin yerde.

Melissa’nın “Kuru Mevsim”i, sandığımız gibi kupkuru değil. Aksine, kendiyle barışan bir kadının içsel su kaynaklarını yeniden keşfetmesinin hikâyesi. Bu süreçte Melissa ne mi yapıyor? Kendine dokunmayı, kendini duymayı, arzularını sadece başkasıyla yaşanacak şeyler gibi görmekten vazgeçmeyi öğreniyor. Ve en güzeli de şu:Bu yılın sonunda bir sevgili bulmuyor.

Kendini buluyor.

Birçok kadın okurum bana mesajlarında “yalnız kalmak bana iyi gelir mi?” diye soruyor.Ben de artık şöyle diyorum: belki sana da bir ilişki perisi lazımdır. Böylece içindeki “yalnız kalınca bozulurum” diyen sesi susturabilirsin.

Ve belki de ilk kez yalnızlığın erotik bir gücü olabileceğini görürsün.

ÇOK OKUNANLAR