Yaşamı Öldürmeden Sürdürebilir Miyiz?
05 Haziran 2025

4 Haziran 2025 sabahı İstanbul Bebek sahilinde yaklaşık 1,5 metre uzunluğunda ölü bir beyaz yunus bulundu.

Denize giren vatandaşlar, suda ters dönmüş ve çürümeye başlamış  yunusu fark etti. Çevredekilerin yardımıyla denizden çıkarılan yunus, poşete konularak çöp konteynerine atıldı.

Olayı cep telefonuyla kaydeden ve yunusu çıkaran Azmi Yıldız, “Kıyıdan geliyordu, ben ne olduğunu bilemedim. Yakına gelince bir bakayım dedim, baktım ki balık beyaz yunus balığıydı. Ölmüş, çıkartmaya çalıştım. Kardeşimi çağırdım beraber çıkarttık ve attık. Yarım saat sonra da fare geldi, onu da çıkarttık. Sonra çöp konteynerini caddeden buraya getirdim. Poşetleyip içerisine attık. Çok büyüktü. Hiç olmuyordu, ilk defa gördüm. Neden olduğunu bilemiyorum, çok kötü bir şeydi. Çok önce ölmüştü. Kokmuş ve kavurgaları iskeletleri dışarıya çıkmış, hayvan parçalanmıştı” dedi.

Yunusun ölüm sebebiyle ilgili olarak, balıkçı ağlarına takılma, hastalık, deniz kirliliği veya gemi çarpması gibi olasılıklar üzerinde duruluyor.

Doğru bu, yunuslar meraklı ve zeki hayvanlardır. Bazan ağlardaki balıkları yemek isterken kendileri de ağa dolanabilir. 

Eğer uzun süre suda mahsur kalırlarsa da boğulabilirler. Çünkü nefes almak için su yüzeyine çıkmak zorundadırlar. 

Öldükten sonra çürüme başlar, gaz birikmesi nedeniyle ters dönebilirler, karınları yukarıda yüzerler.

Balıkçılar, ağlarına zarar veren ya da balıkları ürküten yunusları sevmezler. 

Bu nedenle bu balinaya bir balıkçı kasıtlı zarar vermiş olabilir.

Ne yazık ki geçmişte bunun örnekleri var.

İtiraf ederim ki, insanlığının böylesine kıra/ döke/yok ede-ede vardığı yeri “ilerleme” sayan, benlikleri vahşi sistemle bütünleşmiş kişilerin davranışları bana ağır geliyor. 

Bende onlar için hayıflanma ve öfkeden çok ötede duygular oluşturuyor.

Pekâlâ bu -henüz bir yavru olduğunu sandığım- balinayı bu mevsimde boğazdan geçen balıklarla açlığını gidermeye çalışırken, ağlarına musallat olduğu için kızgın bir balıkçı kendi ekmeğini korumak için öldürmüş olabilir mi?

Bu olasılık, ilkel insanın binlerce yıl önce yaşayışlarına bakarsak, ‘ne kadarlık bir ilerlemenin ifadesi’ sayılabilir?

İlkel insandahayatta kalma” güdüsü çok netti: Avlanmak, barınmak, korunmak, soyunu sürdürmek.

Modern insan, bu güdüleri daha sosyal, politik, kültürel sistemlerle şekillendirerek yaşatıyor.

Ama biliyoruz, öz hâlâ aynı.

O balina, anasından gördüğü gibi peşinde dalıp çıkarak eylendiği acelesi olan bir teknenin ona çarpıp geçmesiyle özgünce oynarken can vermiş de olabilir.

Başka canlılar tarafından beslenmek niyetiyle parçalanmadan önce.

Olayın acımasızlık gibi görülen bu bölümü, bir balıkçının yapmış olabileceği gibi bilinçli bir kötülük, bir kaptanın muhtemel vurdumduymazlığı değil; ekosistemlerin dengesini sağlayan bir düzen.

Canlıların “yaşamak için birbirini öldürmesi” doğanın temel döngülerinden biri. Doğa, hayatta kalma (survival) konusunda acımasız.

Peki insan?

İnsan hayatta kalma içgüdüsünü daha “soyut” biçimlere taşıdı.

Artık bedensel değil, psikolojik ve sembolik ‘hayatta kalma mücadelesi’ veriyor.

Çıkarını sürdürmek, saygı görmek, kendini değerli hissetmek, bir gruba ait olmak gibi şeyler için “mücadele” ediliyor. Ve bu mücadelenin içinde hâlâ “kazanan ve kaybeden” var.

Bu da modern dünyanın “öldürme” biçimi.

Rekâbet, daha fazlasını kendine kapma, başkasını dışlama, sömürü, savaş…

Bugün, sırtını bunlara dayamış  sektörler, merhamete zerre kadar yer olmayan meslekler var.

Yani ilkel insan hâlâ içimizde: ama artık çok daha karmaşık bir çevrede yaşıyor.

Etik, “ne yapmalıyız?” sorusunu sorar.

Doğada yaşam için öldürmek normalken, insan için bu ‘ahlaki bir sorumluluğa’ dönüşür.

Lacan’a göre ölüm dürtüsü, öznenin kendi bütünlüğünü tehdit eden bir boşluğa yönelmesidir. 

Yani insan başkasını yok ederek kendini onarmak ister.

Öldürmeyi, sadece yaşamak için değil; anlam, kimlik ve kontrolü eline geçirmek için de yapıyor. 

Bu, apaçık ki hayvanlardan farklı.

Sonuçta insan hâlâ “hayatta kalmaya” çalışıyor ama artık sadece etiyle kemiğiyle değil, ideolojisiyle, inancıyla, arzusuyla 

İlkel dürtü sürüyor ama üstüne kat kat medeniyet giydirilmiş olarak.

Bir zamanlar hayatta kalmak için öldürüyorduk.

Şimdi alışkanlık, konfor, hatta sadece can sıkıntısı için öldürüyoruz.

Kimi zaman hayvanları, kimi zaman doğayı, kimi zaman birbirimizi. 

Sistemli olarak ve gözünü kırpmadan.

Aslında bir zamanlar ütopyası olan bir varlık olarak çoktan öldük, ama ağlayanımız yok.

Şöyle düşünsek çok mu gerçek dışı olur: 

O zavallı balina iyi ki geceleri projektörlerle denizi aydınlatan boğaz kıyısındaki bir mekânın önünde karaya vurmamış.

Borsayla, bahisle, şununla bununla haftayı kapatmış, artık eğlenmekte olanların midesini kaldırabilir, keyiflerini kaçırabilirdi. 

Allah korumuş.

Ama kabul etsek de etmesek de, eğer kendini “doğaüstü sayan” bir varlık olmak istemiyorsak, doğanın içinde, bir varlık olarak yeniden yerimizi almak istiyorsak, artık mesele hayatta kalmak değil. 

Mesele, nasıl bir hayat yaşamak, nasıl bir iz bırakmak istediğimiz.

Çünkü Gandhi’nin ifadesiyle:

Dünyada herkesin ihtiyacını karşılayacak kadar kaynak var, ama herkesin açgözlülüğünü karşılayacak kadar değil.”

ÇOK OKUNANLAR