Londra’dan dönüş sabahımda The Times’ın 7 Haziran ekinde Christa D’Souza imzalı şahane bir yazıya denk geldim. Başlığı çok netti:
“Can I wear a bikini at 65?” – 65 yaşında bikini giyebilir miyim?”
Christa, ilk bikinisini 13 yaşında giymiş. Aradan geçen 52 yılda, estetik operasyonlar, meme kanseri, doğumlar, kilo alıp vermeler, menopoz ve yaş almaktan hiç eksilmeyen bir özgüvenle karşımıza çıkıyor. Yazının özeti şu: Yaş sadece rakam ama aynada gördüğün bedenin seni nasıl hissettirdiği, çok daha kişisel bir hikâye.
Yazı boyunca Christa, kadın vücudunun zaman içindeki dönüşümünü anlatıyor. Göğüs implantlarından pilates sonrası incelen kollara, bikininin içinden sarkan minik göbeğe kadar… Kendine acımasız olmayan, mizahla yaklaşan bir dil kuruyor. Ve şu cümlesi bence her yaşın kadınına manifesto:
“İlham verdiğimi umuyorum… En azından cesaretimi takdir ediyor olmaları bile yeter.”
Peki mesele bikini mi? Aslında bu yazı bir bikini yazısı değil. Kadınların görünürlük meselesi. Yaş aldıkça görünmez olmaya zorlandıkları, “yaşına göre giyin”, “yaşına göre davran” denilen o sessiz baskının içinde, “Ben hâlâ buradayım!” deme hakkı.
Kadının beden algısı ve cinsel özgüveni, dış dünyanın ona biçtiği rollerle şekilleniyor. “Genç, diri, seksi” olman bekleniyor ama aynı zamanda “utangaç, ölçülü ve yerini bilen” de olmalısın. İşte bu ikilik, kadınların kendi bedenleriyle kurduğu ilişkiyi yıllarca sabote ediyor. Bikini giyip giymemekten çok daha büyük bir meseleden söz ediyoruz aslında: Kendini arzulanabilir bulma cesareti.
Kadınlar yaş aldıkça daha görünmez hale gelirken, erkekler çoğu zaman “karizmatik”leşiyor. Gümüş saçlar ‘cool’, kırışıklıklar ‘tecrübe’ sayılıyor. Yaş aldıkça erkeklerin çoğu, toplumsal olarak “olgunlaşmış” sayılırken, kadınlar için aynı yaş, çoğu zaman “çekiciliğini kaybetti” yargısıyla eşleşiyor. Aynı yaşta bir kadın bikini giyse “cesur”, bir erkek slip mayo giyse “hala fit”.
Toplumsal cinsiyet kodları, kadın bedeni üzerinden hâlâ çok daha sert işliyor. Ve bu kodlar partner dinamikleriyle de şekilleniyor. Pek çok erkek, yaşlandıkça kendinden genç kadınlarla ilişki kurmaya yöneliyor. Bu durum sadece biyolojik değil, kültürel bir açlıktan da besleniyor.
Genç kadın sevgili sanki bir “taze et”; erkek egosuna gençliğini, gücünü, seçilebilirliğini yeniden kanıtlama aracı. Erkek hâlâ “talep gören” olduğunu, “arzu edilen” kaldığını hissetmek istiyor — çünkü onun için yaşlanmak da, yaşlı biriyle birlikte olmak da görünmezlik riskini barındırıyor. Ama kadın o şansı pek bulamıyor. Kadının yaşı, partner seçiminde sık sık bir eleme kriteri haline geliyor.
Oysa aşk dediğimiz şey; yaşla, kiloyla, sarkmayla, hatta bikiniyle değil, paylaşımla kurulur. Ve bence en seksi şey kadının kendisi olmaya devam etmesidir.
Christa yazısını şöyle bitiriyor:
“Bir sahilde, 65 yaşında bikinili bir kadının özgüvenle yürüdüğünü gördüğünüzde ona ne dersiniz? Eğer ‘ne güzel taşıyor’ diyorsanız, bilin ki siz de o kadına dönüşmeye hazırsınız.”
Ben de ekleyeyim:
Bikini giyip giymemek değil mesele. Kendi bedenine şefkat göstermek, yaşını utanç değil, onur olarak taşımak ve hâlâ aşktan, arzudan, kahkahadan bahsedebilmektir mesele.
Ve evet… 65 yaşında da bikini giyilir.