Rahmetli Korkut Özal’la 90’lı yıllarda başlayan ve neredeyse ölümüne kadar devam eden bir dostluğum oldu.
Yüz yüze gelmemizden daha çok defa ve süreyle telefonda konuşurduk.
O konuşurken bana güvendi, frensiz konuştu. Ben de onun güvenine gündelik gazetecilik heveslerine kapılıp ihanet etmedim.
Görüşleri her zaman çok çarpıcıydı ve neredeyse her zaman kutunun dışında düşünmeyi başaran, bazılarına çelişki gibi gelebilir ama tam da Aydınlanma Felsefesi’nin tarif ettiği türden “Sapere aude”yi uygulayan bir bireydi; bir sürünün parçası gibi gözüküyor olmasına rağmen her zaman sürüden bağımsız düşünebilen birisiydi.
Korkut Bey bir seferinde, “Çok basit bir şey söyleyeceğim” dedi, “Sadece Türk siyasetinde değil, demokratik siyasetin olduğu her yerde aynı sıralama sorunu vardır.”
Nedir o sıralama sorunu?
Korkut Beye göre siyasetçi için olması gereken doğru sıralama “Ülkem-Partim-Kendim” şeklindeydi.
Ama siyasette yeterince zaman geçiren her fani sonunda, “Kendim-Partim-Ülkem” sıralamasına geçiyordu. Burada “kendim”in en öne geçmesinden Korkut Beyin kastı illa kişisel çıkar peşine düşülmesi değildi, esas kendisini vazgeçilmez saymayı, siyasetçinin kendisi olmazsa ülkenin de olmayacağını düşünmeye başlamasıydı.
Mesele, toplumun siyasetçi “Ülkem-Partim-Kendim” sıralamasına hala sahipken onu desteklemesi, bu sıralama değiştiği anda da ondan vazgeçmesiydi. Ama bu sanıldığı kadar basit değildi; toplumlar bazen ısrarla “Kendim-Partim-Ülkem” diyen, kendisini ve partisinin çıkarını ülkenin çıkarından daha fazla düşünen siyasetçileri gerekmediği kadar uzun destekleyebiliyordu.
Ben bu basit benzetmeyi Korkut Beyden duyduğumdan beri siyasetçilere hep bu gözle bakıyorum. Acaba önceliği ne? Önceliklerini nasıl sıralıyor?
Bunu tartmak hiç kolay değil. Çünkü lider seviyesindeki siyasetçi aynı zamanda hem çok büyük bir egoya, hem çoğu zaman sebepsiz gözüken özgüvene hem de yer yer sosyopat seviyesine kadar gelebilen bir acımasızlığa sahip olmak zorunda.
Gazeteci olarak yakından tanıma fırsatı bulduğum Süleyman Demirel örneğin. Onu yakından tanıyınca görüyordunuz, gerçekten de onun sıralaması aslında “Ülkem-Partim-Kendim” şeklindeydi.
Ama buradaki “kendim”in Demirel’in uzun siyasi hayatında zaman zaman “ülkem” karşılığında kullanıldığına hepimiz şahidiz.
Peki hangisi doğru? Demirel kendini mi düşünüyordu, ülkesini mi en önce?
Bazen şartlar siyasetçiyi öyle bir sembol haline getiriyordu ki, kendisini savunmakla ülkesini savunmak tek ve aynı şey haline gelebiliyordu.
“7 kere gittim 8 kere geldim” lafı Demirel’indir. Hiçbir zaman “Benim yerime başkası gelsin” dememiştir; kendisi olmazsa partisinin de ülkesinin de iyi olmayacağına inanmış, toplumu da inandırmayı başarmıştı.
Kendi bildiğim örnekleri Türkiye’den veriyorum ama dünyada da yaygın bir durum bu. Kendi kaderiyle ülkenin kaderini bir görmek, buna inanmak.
İşte bakın Vladimir Putin’e. Anayasada iki dönem sınırı vardı; o dönemlerini doldurunca yerine Dimitri Medvedev’i Cumhurbaşkanı yaptı ama o görevi hiç bırakmadı, Başbakan olarak kaldı. Sonra Medvedev’in ardından yeniden eski Cumhurbaşkanlığı görevine döndü. Derken Anayasadaki dönem sınırlamasını da kaldırdı. Putin, kendisi olmazsa Rusya’nın olmayacağını düşünüyor.
Veya Donald Trump’a bakın. ABD’nin 45. başkanıydı, seçimi kaybetti. Bir dönem bekledi, yeniden seçim kazanıp 47. başkanı da oldu. Elinden gelse, “Bu yaşa geldim, artık kenara çekileyim” demeyecek, 2028’de yeniden aday olacak. Çünkü kendisinden başka kimsenin Amerika’yı kurtaracağına inanmıyor.
Veya Tayyip Erdoğan’a bakın. 2003 yılından beri ülkenin yegane yöneticisi. 2014’ten beri Cumhurbaşkanı. Görev süresi bakımından 1950-60 arasının Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı çoktan geçti. 1938-1950 arası Cumhurbaşkanlığı yapan İsmet İnönü’yü önümüzdeki yıl geride bırakacak. Eğer görev süresini 2028 ötesine taşımayı başarırsa Atatürk’ten de uzun süre Cumhurbaşkanı olarak görev yapmış olacak. Her şart altında Cumhuriyet tarihinde en uzun süre ülkenin icrasının başında duran insan ünvanı daha şimdiden ona ait zaten.
Ve Erdoğan daha geçenlerde “Bu can bu bedende olduğu sürece” hizmete hazır olduğunu, emekliliği veya ülkeyi yönetmeyi bırakmayı düşünmediğini de söyledi.
Tayyip Erdoğan’ın ülke sevgisinden kuşku duyabilir miyiz? Asla. Ama kendisi olmazsa ülkenin iyiye gitmeyeceğini düşündüğünden de kuşku yok.
Ona sorsanız, sıralamasının “Ülkem-Partim-Kendim” şeklinde olduğunu söyleyecektir ama onun ne dediğinin önemi yok, acaba seçmen sandık önüne geldiğinde onu nasıl değerlendirecek? Önce ülkem demeye devam ettiğini düşünenler ona oy verecek, önce kendim dediğini düşünenler ise rakiplerine.
19 Marttan beri ülkemizde yaşananlara bu gözle bakın. Tayyip Erdoğan seçmene “önce ülkem” mesajı mı veriyor, “önce kendim” mesajı mı?