İsrail-İran savaşının başından beri, Türkiye’de bazı kara cahillerin eskiden beri terennüm ettiği nükleer silah konuları yeniden yüksek sesle konuşulmaya başlandı.
Gelin en baştan konuşalım, nükleer silah nedir, ne işe yarar? İsrail eğer bir nükleer silahı varsa bunu neden gizliyor olabilir? Nükleer silah nasıl yapılır?
Konuya önce “zincirleme reaksiyon”la girelim. Zincirleme reaksiyon basitçe şu demek:
Siz bir atoma dışarıdan nötron yolluyorsunuz. Bu fazladan nötron o atomun doğasını çeşitli biçimlerde değiştirebilir. Bomba yapmak veya nükleer santral yapmak istiyorsanız, yolladığınız nötronun o atomun çekirdeğinden proton da koparmasını sağlaması, yani çekirdek bölünmesini (fizyon) başlatabilmesi gerek.
Ama size tek bir atomda bunun olması yetmez. Atomların sizin ilk yolladığınız nötrondan sonra kendiliklerinden dışarı nötron atmaya başlaması ve bu atılan nötronların da diğer atomlarda çekirdek bölümesine neden olması gerek.
Yani “zincirleme reaksiyon” süreci sizin dışarıdan başlattığınız ama sonrasında çekirdek bölünmesinin artık size ihtiyaç olmadan devam etmesi demek.
Hepimiz lise kimya derslerinde meşhur o periyodik tabloyu öğrendik. Tabloda bu çeşit kendiliğinden zincirleme reaksiyona girecek çok da fazla atom yok.
Uranyum atomu doğada daha çok U-238 adı verilen izotopuyla var. Yani U-238’de çekirdeğin içinde 238 tane nötron var. Bu atom zincirleme reaksiyona hiç uygun değil.
Ama dünya üzerindeki her 1000 U-238 atomuna karşılık sadece 7 tane U-235 var. İşte bu 235 nötronlu uranyum zincirleme reaksiyona girebilen bir atom.
Yani atom bombası veya nükleer reaktör yapmak istiyorsanız U-235’e ihtiyacınız var.
Birinci nesil atom bombalarının içinde kabaca 30 kilo U-235 vardı. 30 kilo U-235’i elde etmek için en azından 4 bin 285 kilo U-238 cevherine ihtiyacınız var.
Şimdi uzun uzun teknik açıklamasına girmeyeyim ama U-235’i U-238’den ayırmak için çok uzun ve zahmetli kimyasal, mekanik ve nükleer süreçler yürütülüyor. (Önce U-238 bir gaza dönüştürülüyor, o gaz santrifüjlerde hızla döndürülüyor vs vs.)
Saflaştırma, yani U-238’in eldeki materyalden eksiltilmesi ve U-235’in arttırılması hiçbir zaman yüzde 100 olmuyor; gerek de yok. Bomba yapmak için içinde U-235 yüzde 90 oranında olan uranyuma erişmek yeterli.
Bu bomba fikri, ilk olarak Macaristan kökenli Yahudi fizikçi Leo Szilard’ın aklına geldi. Ama elbette onun düşündüğü gibi düşünen başka pek çok fizikçi de bu fikri kendiliğinden buldu.
Yapılabilir miydi yapılamaz mıydı? Uzun yıllar araştırıldı, en sonunda Amerika’da muazzam kaynak akıtılan bir projeyle (Manhattan Projesi) bomba yapıldı.
Bombayı yapanlar, başta daha iki yıl önce filmini seyrettiğimiz Oppenheimer olmak üzere, bu bombanın varlığının dünyadaki bütün savaşları sona erdireceğini düşünüyordu.
Neden böyle düşünüyorlardı? Çok mu saftılar?
Hayır, hiç saf değillerdi. Aksine o sırada tarihin yazdığı en acımasız savaşlardan biriyle imtihan ediliyorlardı. Ve onlarla aynı anda hem Nazi Almanya’sının hem de Japonya’nın bu silahın peşinde koştuğunu da gayet iyi biliyorlardı.
Onlara göre bu silahın yok ediciliği, onun yaygın biçimde kullanılmasına da engeldi. İşte Hiroşima ve Nagazaki’ye atıldı bu bombalar ama aradan 80 yıl geçti, bir daha kullanıldığına tanık olmadık.
Daha 1943 yılında böyle düşünüyorlardı: Bu silah esasen caydırıcı bir silahtı. Buna sahip olan ülkelere kimse saldırmazdı, çünkü bu silahın kullanılmasından korkardı.
Peki ya saldıran da aynı silaha sahipse? Bu son soru bütün Soğuk Savaş’ın sorusudur. Ortada öyle bir dehşet dengesi vardı ki, Soğuk Savaş o denge sayesinde soğuk kaldı. (İngilizce’de ‘çılgın’ anlamına gelen MAD kelimesiyle ifade edilen bir kısaltması vardı bu karşılıklı caydırıcılığın: Mutually Assured Destruction. Yani ‘Karşılıklı Garanti Edilmiş Yokoluş’.)
Şimdi gelelim İran’ın bu silaha sahip olmak istemesine…
İran, nükleer çabalarına Rusya’dan bir nükleer enerji santralı satın alarak başladı. Natanz kentindeki bu santral için yakıtını da kendi geliştirmek istedi ve uranyum zenginleştirme tesislerini kurmaya başladı. (Aslında santralda yakıt olarak kullanılan U-235 zaman içinde bir başka bomba materyali olan ve kolayca zincirleme reaksiyona girebilen plutonyuma dönüşüyor ama bunu başlatmak için de U-235’e ihtiyacınız var.)
İran’ın bu girişimi hemen nükleer silaha sahip olma çabası olarak görüldü. Görenler çok haksız değillerdi, İran santralına yakıt sağlamanın ötesine geçti, uranyumu daha yüksek oranlarda (yüzde 90’a varan) saflaştırmaya devam etti.
Peki İran bu silahı neden istedi? Birinci sebep, kendini ve rejimini olası saldırılara karşı korumaktı. Atom bombasına sahip ve bunu kıtalararası da gönderebilen bir İran’a saldırmak kolay olmazdı.
Amerikan ve İsrail istihbaratı İran’ın henüz bombaya sahip olmadığını düşünüyor. Bugün saldırılar bu sebeple yapılıyor. İran’ın nükleer silahı olsa İsrail de ABD de on kere düşünürdü saldırmak için.
Dolayısıyla nükleer silaha sahip olmak ülkelere aslında bir çeşit dokunulmazlık da sağlıyor. Nükleer caydırıcılık sayesinde İran kendi devrimini ihraç etme konusunda elinin daha rahat olacağını düşünmüş olabilir.
Peki çaresi ne? Çaresi sizin de aynı caydırıcılığa sahip olmanız. Dolayısıyla İran’ın nükleer silaha sahip olması, Türkiye dahil bölgedeki bütün ülkelerin bu silahı edinmeye yönelmesi anlamına gelir. Bu da dünyayı geçmiştekinden daha güvensiz bir dünya haline getirir. Evet, nükleer savaş belki çıkmaz ama uluslararası ilişkiler barış ve ticaret ilişkileri olmaktan çıkıp askeri güç dengesi ilişkisine dönüşür.
Buradan şunu anlıyoruz: Mantığı gereği nükleer silaha sahip olmak, bu silaha sahip olduğunu bütün dünyaya duyurmayı gerektirir.
İsrail hiçbir zaman İran’ı haritadan silmekten söz etmedi ama buna karşılık İran defalarca İsrail’i yok etmek gerektiğini söyledi.
İsrail’in nükleer silahı var mı? Dünyada bu soruya gönül huzuru içinde “Hayır yok” cevabı verecek pek az insan var.
Ama bir çelişki de var: İsrail bu silaha sahipse onu neden gizliyor?
Yani İsrail daha en başında İran’ın atom bombası edinmek istediğinden şüphelendiğinde çıkıp “Siz daha bombanızı yapamadan biz sizin kafanıza atom bombasını atarız” dese İran açısından daha caydırıcı olmaz mıydı?
Gazze’de yürüttüğü vahşi savaştan anlıyoruz ki İsrail artık kendini herhangi bir savaş hukukuyla da, herhangi bir ahlakla da bağlı hissetmiyor.
Gazze’de aç biilaç Filistinlilere iki yıldır bunları yapan İsrail, kendisi açısından yaşamsal tehdit gördüğü İran’a nükleer silahla saldırmaktan geri durur muydu?
Bir soru işte.