Hani şu klasik soruyu bilirsiniz:
“Bir kez aldatan, hep aldatır mı?”
Peki ya daha az konuşulanı?
“Aldatılan neden kalır?”
Juliet Rosenfeld’in Affairs (İlişkiler: Aşk, Yalan, Umut ve Arzu Hikâyeleri) adlı kitabını okurken sayfaların arasında sıkışmış bir gerçeklik tokadı yiyorsunuz:
Hayat, sandığımız kadar siyah beyaz değil.
Cinsellik hele hiç değil.
Kitap, bir psikoterapistin ofisinden süzülen gerçek hikâyelerle örülü. Rosenfeld, aşkın arka sokaklarını, gizli e-postaları, tutkulu kaçamakları ve parçalanmış evlilikleri anlatırken, aslında hepimizin içinde taşıdığı bastırılmış arzuyu, kırılganlığı ve yalnızlığı gün yüzüne çıkarıyor. Ama en önemlisi: yargılamıyor. İnsan doğasını, arzunun ve bağlılığın sınırlarında dolaşan o hassas dengeyi anlamaya çalışıyor.
Karısını doğumhanede bırakıp genç metresini ziyaret eden adamla ve bir hastaya duyduğu ilgiyi kariyer etiğinden üstün tutan psikologla, sadece internet üzerinden konuştuğu biri için her şeyini riske atan bir cerrahla tanışıyoruz.
Kitaptan bir vakayı anlatayım: 42 yaşındaki evli bir adam — iyi bir baba, başarılı bir yönetici — kendisini 28 yaşındaki iş arkadaşına kaptırıyor.
“Sadece mesajlaştık” diye başlıyor hikâye…
Ama kısa sürede, her toplantı arası bir buluşmaya, her sessizlik bir heyecana dönüşüyor.
Eşi öğrenince yıkılıyor — ama asıl yıkım erkeğin kendisinde yaşanıyor:
“Ben evliliğimi bırakmak istemiyorum ama bu kadını da unutamıyorum.”
Bu hikâyede kim kötü? Kim haklı? Peki eşi onu affetmeli miydi? Kadınlar çoğu zaman, aldatılmayı bir öz-değer sorgusuna çeviriyor. “Benim neyim eksik?” sorusu, içten içe kemiriyor. Üstelik affederse bu sefer toplum yargılıyor: “Nasıl affettin?” Oysa gerçek şu ki: Affetmek bazen güçsüzlük değil, varoluşsal bir tercih olabilir.Çocuklar için, evlilik için, bazen sadece “henüz vazgeçemediği” için kalır kadın.
Peki erkek niye aldatır? Stereotipik cevaplar çok: “Canı çekti”, “heyecan aradı” vs. Ama Rosenfeld’in terapi odasındaki erkekler başka bir şey söylüyor: “Kendimi yeniden canlı hissettim.”
Bu, içi boş bir bahane değil, psikolojik bir gerçeklik.Pek çok erkek için aldatma; yaşlanmaya, sıkışmışlığa, duygusal ihmal hissine bir tepki. Aşkla değil, varlıkla ilgili bir kriz.
“Ben hâlâ arzu ediliyor muyum?” sorusunun cevabını dışarıda arama çabası.
Rosenfeld’in kitabı şu tokat gibi gerçeği fısıldıyor:
İlişkiler karmaşıktır.
Ve aldatma, çoğu zaman “birinin yaptığı bir şey” değil, bir şeylerin eksikliğidir.
Bazı aldatmalar boşanmayla sonuçlanır.
Bazıları evliliği tuzla buz eder.
Ama bazıları da, garip bir şekilde, ilişkiyi yeniden kurar.
Çünkü bazı yıkımlar, ancak çatlağı gösterdiğinde onarılabilir.
Sonuç mu? Herkes aldatılabilir.
Ama herkes anlamaya çalışmaz.
Oysa bazen, asıl gereken; hikâyeyi anlamaya çalışmaktır. Tıpkı Juliet Rosenfeld’in yazdığı gibi: “Beş kişiden biri hayatı boyunca bir kez aldatılacak – ancak bu ilişkinin ardındaki nedenler düşündüğünüz gibi olmayabilir.”