Bu pazar yazımı da kendi kitabıma ayırayım dedim.
Ne de olsa “Yatağın İki Ucu”, tam da bu köşede, 10 Haber ailesinin bir parçası olarak doğdu.
Üç yıldır her cumartesi gelen yüzlerce e-postadan, o e-postalara verdiğim içten ve kimi zaman fazlasıyla cesur cevaplardan süzüldü bu kitap. Her satırında sizin meraklarınız, sizin kırılganlıklarınız, sizin “bunu sormasam içimde kalacak” dediğiniz cümleler var.
“Eskiden konuşurduk. Şimdi aynı evde, aynı yatakta, ama birbirimize çok uzağız.”
Böyle başlıyor çoğu mektup. İçinde “aldatıldım”lar, “ boşanmak istiyorum”lar ve bir boşluk var. Sessiz, yapışkan, iç sıkıştıran bir boşluk.
Şimdi ilişkilerdeki en büyük kriz… hiçbir şey olmaması. Artık ilişkiler sessizlikten çöküyor.
Birbirine bağıran çiftlerden değil, yıllardır aynı evde tek bir açık cümle kuramayanlardan geliyor sorular.
İlişkiler, artık yalnızca iki kişilik değil. Araya her şey giriyor. Sürekli bildirimler, çocukların uykusuzluğu, işin bitmeyen mesaisi, yan yana ama birbirine değil ekrana bakan geceler… Birbirimizi duymadan geçen günler, fark etmeden birbirimize yabancılaştığımız gecelere dönüşüyor. Artık insanlar “küs değiliz, iyiyiz ama hiçbir şey hissetmiyoruz” diye yazıyor. Cinsellik azalmış, tensel temas neredeyse sıfıra inmiş. Ama sorun bunu söyleyememek. Ne isteyebiliyoruz, ne reddedebiliyoruz. Küs değiliz ama artık dokunmuyoruz. Seviyoruz ama temas etmeye korkuyoruz.
Modern hayat, samimiyetle vedalaşmamıza neden oldu. Bugünün ilişkilerinde tempo yüksek, beklenti büyük, bağ kurmak zor. Hepimiz kendi alanımızı korumaya çalışıyoruz ama o alan artık bir kale olmuş durumda. Yakınlaşma, bir tehdit gibi algılanıyor. “Sınır ihlali” diye tanımladığımız şey çoğu zaman sadece sevgi talebi. Eskiden aşk, karşılıklı fedakârlık üstüne kuruluydu. Şimdi sınır çizmek, bağımsız kalmak, birey olmak anlatılıyor.
Ve haklı olarak anlatılıyor. Ama bazen unutmuyor muyuz? İlişki dediğimiz şey, iki insanın kendi benliğini kaybetmeden birbirine yaslanabildiği bir yerdir. Birbirini tüketmeden, ama birbirine temas etmeden de yaşanamaz.
Peki neden yazdım bu kitabı? Çünkü üç yıla yakındır bu köşede sizden gelen soruları okuyorum. Her hafta üç tane seçerek cevap vermeye çalışıyorum. Ama fark ettim ki, konu sadece cinsellik değil. Sadece libidonun düşmesi ya da erken boşalma değil mesele.
Mesele, yakınlık korkusu. Mesele, duyulma arzusu. Ve mesele, “Ben hâlâ arzuluyorum ama istemiyorum” çelişkisi.
İşte bu yüzden bu kitap yazıldı. Çünkü sorularınız artık sadece sorular değil — onlar bu çağın duygu dili. Korkular, utançlar, bastırılmış arzular ve göz göze gelmeyen bakışlar arasında sıkışmış bir neslin satırları.
“Ben mi anormalim?”
“Eşimle aynı yatakta yaşıyoruz ama dokunmuyor.”
“Orgazm taklidi yapıyorum. Gerçeğini hiç bilmiyorum.”
“Açık ilişki teklifini kabul ettim, ama içim ağrıyor.”
Bu mektuplar yalnız değil. Hepsi çok tanıdık.
Çünkü biz, bir çağ olarak çok yorgunuz. Ve artık her şey “oluyor gibi yaparak” yaşanıyor: ilişki de, seks de, yakınlık da…
Yatağın İki Ucu böyle doğdu.
Gerçek mektuplara, gerçek yanıtlarla…
Hem bilimsel, hem duygusal, hem esprili, hem yargısız ve çokça içtenlikle yazıldı. Çünkü bazen, “Ben de böyleyim” diyebilmek bile bir iyileşme.
Bu kitapta bazı sayfalarda “Ben de böyle hissediyorum” diyeceksiniz.Bazı sayfalarda “Aynı şey bizim evde de oluyor.” Ve bazen… belki ilk defa bir şeyi fark edeceksiniz:
“Demek bu konuşulabilirmiş.”
Eğer bu yazıyı okurken bile içinizde bir şey kıpırdadıysa…Eğer “Bu sorular bana da ait” dediyseniz… İnanın, bu kitap size uzak değil.
Ama en çok da rahatlatmak için:
Çünkü ne yaşarsanız yaşayın, yalnız değilsiniz.
Ve konuştuğumuzda, en azından bir ucundan iyileşmeye başlıyoruz.