Bahçeli beş ay sonra ilk kez MHP meclis grubunda: Gün birleşme günüdür
24 Haziran 2025

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 28 Ocak’tan bu yana ilk kez partisinin TBMM Grup Toplantısı’na katıldı ve konuşma yaptı. 

Yaklaşık 5 aylık aranın ardından partisinin Meclis Grubu’na hitap eden Bahçeli’nin konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

“Malumu olduğunuz zorunlu hallerden dolayı grup toplantılarımıza bir süreliğine ara vermiştik. Hamd olsun bugün yeniden bir aradayız. Kavuşmanın tarifsiz duygularıyla dolup taşıyoruz. Diyor ya Hz.Mevlana; ‘herkes ayrılıktan konuştu, ben vuslattan.’ Gönüllerin muradına ermesidir vuslat. Ruhların birbirine kanat çırpmasıdır vuslat. Hasret kuraklığının beraberliğin keremiyle sonlanmasıdır vuslat. Ne mutlu bizlere, ne mutlu aziz Türk milletine, işte ayaktayız, işte buradayız, 28 Ocak 2025 tarihinden sonra gerçekleştirdiğimiz ilk grup toplantımızla kaldığımız yerden yolumuza coşkuyla devam ediyoruz. Bu vesileyle hepinizi kemali hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. 

Merhum düşünürümüz Ziya Gökalp ne güzel de söylemişti; ‘Tarih gösteriyor ki, muvaffakiyet daima doğruluğun mükâfatıdır.’ Şükürler olsun ki, fikrimiz doğrudur, hedeflerimiz doğrudur, mücadelemiz doğrudur, tarafımız doğrudur, tavrımız doğrudur, tarzımız doğrudur, bihakkın varlığımız dosdoğrudur. Biz Milliyetçi Hareket Partisi’yiz, biz Türkiye’yiz, biz Türk milletiyiz. 

Kapalı devre siyasetin sınırlarını aşmak, çevrim içi söylemlerin alanını genele yaymak istiyoruz. Kapımızı örtüp perdelerimizi indiremeyiz. Başkasının yangınıyla kendi evimizi ısıtamayız. Göze batmaktan ziyade gönülde kalmanın arayışındayız. Huzurlu Türkiye’nin ardındayız. Süper güç Türkiye’nin amacındayız. Türkiye Yüzyılını inşa ve ihya etmenin arzusundayız. Milli birlik ve dayanışmamızı güçlendirmenin çabasındayız. Terörsüz Türkiye’ye ulaşmanın azim ve kararlığındayız.   

‘Ülkemizin güvenliği tehlikeye düşerse kim benim önüme düşecek’ sorusunun cevabını iyi biliyoruz. Milletimin bekası tehdit altına girerse, kimin milli kimliğin, huzurun, barışın güvencesi olacağını iyi biliyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı’nın milletimizin aradığı bu soruların cevapları konusunda doğrudan güvendiği yegane adres olduğunun sonuna kadar da bilincindeyiz. Çünkü milletimizin çarpan nabzını her şeyimizle hissediyoruz. 

Bir defasında, bayrak şairimiz Merhum Arif Nihat Asya’ya trende ve vapurda neden hep üçüncü mevkide yolculuk yaptığını sormuşlardı. O da şöyle cevap vermişti; ‘Ben, halkın arasına oturarak, onların konuşmalarına, atasözlerine kulak veririm. Öfkelerini, sevinçlerini dinlerim. Bir köşede gözlerim kapalı gibi dururum, ama kulağım onlardadır.’ Hiç kuşkusuz bir düşünce insanını ölümsüzleştiren ve o’nu “Bayrak” şairi yapan hikmet elbette buradadır. Milletin sesine kulak vermek, bu sesi şuurla duyup hissetmek her şeyden evvel zamanlar üstü erdem ve empati gerektirir. Bunun yanında, soylu bir tarihe bağlılık, millete mensubiyet kıvancı hayati önem ve değerdedir. Bu yüzden diyoruz ki; İnsan için, aile için, millet için, ülkemiz için yapacaklarımızın, söylediklerimizin, en az yaptıklarımız kadar etkili olması gerekmektedir. Bu kapsamda atacağımız her adım; azdan çoğa, basitten karmaşığa, küçükten büyüğe doğrudur. Bireyden topluma, insandan millete, milletten devlete doğrudur. Özgürlükten güvenliğe, hakkaniyetten adalete, adaletten eşitliğe doğrudur. İşsizden işliye, çalışmayandan çalışana, üretmeyenden üretene doğrudur. Susandan konuşana, durandan yürüyene, yürüyenden koşana doğrudur. 

Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı; tıpkı bir zembereğin saatte oynadığı fonksiyonu daha genel manada millet varlığını ilerletmek maksadıyla yerine getirecektir, sevindirici olanı da getirmektedir. Bu sağlanabildiğinde, tıkır tıkır işleyen bir insani ve hukuki düzen biteviye işleyip duracaktır. Ama önce buna yürekten inanmak lazımdır. Bu bir ütopya değildir. Bir kere başarmış olanın yeniden başarma ihtimalinin hiç yapmamış olana göre çok fazla olduğunu biliyoruz. Hedefimiz, döneminin şartlarında benzerlerini ecdadımızın başardığı tarihi nizamın çağdaş bir yansımasıdır. Çünkü Büyük Atatürk’ün tanımladığı gibi; ‘Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.’ Yeter ki bu cevheri işleyecek ve ilerletecek siyaset ustalığına, akıl ve ahlak olgunluğuna ulaşabilsin. 

Biz, siyasetimizi boş hayaller üzerinden yapmıyoruz. Biz, siyasetimizi yalnızca bekamıza yönelik alarmın düğmelerine basmak olarak yorumlamıyoruz. Sebepleri sorgulamadan sonuçları eleştirmenin bir anlamı olmadığına inanıyoruz. Sebepler sabit kaldıkça sonuçların da aynı olacağını biliyoruz. Bu kesintisiz döngünün, sürekli şikâyet edilen sonuçlardan başka bir akıbet oluşturmayacağını yaşayarak biliyoruz. Bize göre siyaset; iftihar ettiğimiz Türk milletine hizmet için lütfedilen tarihi bir fırsatın tanımıdır. Bu fırsatı kullanmaya aday diğer aktörlerle girişilen hizmet yarışında öne çıkma becerisidir. Ama özne her zaman ve her daim Türk milletidir. Onun olmadığı, ona değer verilmeyen, onun geleceğini düşlemeyen siyaseti kabul etmedik, edemeyiz, etmeyeceğiz. Bu nedenle diyoruz ki, şayet Türk milleti yoksa biz zaten olamayız. Bizim siyasi varlık nedenimiz bu büyük millet gerçeğidir. Bizim mücadele alanımız da millet varlığının sürdürülmesidir. Bunun için mevzu bahis hedefimize ‘millet-i ebed müddet’ diyoruz. Biz, o varsa ayaktayız, siyasetimiz de Türk milleti varsa hep var olacaktır. Kaldı ki varlık nedenimiz büyük Türk milletidir. 

Siyaseti, muhalefet partilerinin yaptığı üzere, yüreklerdeki güzel duyguları istismar maksadıyla icra etmiyoruz. Siyaseti, yalan ve fitne çarkını döndürmek olarak değerlendirmiyoruz. Siyaseti, bir şeyler yapıyor görünmek ve günü kurtarmak niyetiyle yerine getirmiyoruz, getirmeyeceğiz. Çünkü siyasetin birilerini koltukta tutmak için sergilenen tiyatro sahnesi olmadığının farkındayız. Çok ciddi bir iş olduğunu, çok önemli sorumluluklar gerektirdiğini, istikbal ve istiklal haklarımızın kale duvarı olduğunu gayet iyi biliyoruz. 

Bütün samimi gayretlerimizin sonucunda; bir milletin yeni yüzyıla doğru yolculuğu vardır. İnsanın refahı, mutluluğu ve esenliği vardır. Bir ülkenin geleceği ve mukadderatı vardır. Bu muazzam mücadelenin arkasında ise; üç hilale büyük bir tutkuyla bağlanmış, mesaisini ve bütün ömrünü bu siyasete adamış, çoluk çocuğunun rızkını partisiyle bölüşmüş, eli yüreğinde, kulağı haberlerde, gözleri çakmak çakmak onbinlerce dava arkadaşımın alın teri, emeği ve tertemiz hayalleri vardır. 

Bizim partimiz ve ittifakımız; bu yüksek duyguların her gün yeniden kucaklaştığı, birbirleri üzerindeki hakları peşinen helal edenlerin buluştuğu, çıkarsız arkadaşlığın, hesapsız dostluğun, hasbi kardeşliğin, kutlu ve kutsal hedeflerin her şeyin üstünde tutulduğu imanla harcı karılmış milli ve demokratik çatıdır. 

Anadolu’muzun, eski çağlarda yeryüzüne hükümran olmak isteyen cihangirler için hedef topraklar haline gelmiş olduğunu hepimiz biliyoruz, okuyoruz, görüyoruz. Namusu, gücü ve onuru olan her millet gibi bizim milletimiz de vatanına göz dikenlere karşı tek yürek olarak savunma başarısını bugüne kadar göstermiştir. Barındığı yerlerde güvenliği sağlandıkça, esenliği temin edildikçe, hürriyetine sahip oldukça sanayi, tarım, hayvancılık, zanaat gibi günlük hayatın gereklerinde de önemli mesafeler almıştır. Avrupa, Asya ve Afrika’nın kesiştiği kavşaktaki bu coğrafyanın takdir edersiniz ki bir varoluş, varoluşunu koruma, yaşatma ve sürdürme politiği oluşmuştur. Bu politiğin kurucu unsurları israf edilir veya ihanet ve ihmale kurban verilirse coğrafyamızı vatan yapan muazzam şuur zamanla kaybolacaktır. Ülkemizin nasıl yönetileceği, nasıl korunacağı, nasıl denge ve düzen sağlanacağı, sorunlarının nasıl aşılacağı konusunda asırların bilgeliğine ve birikimine itibar edilmezse istikbalimiz zifiri bir karanlığa ve meçhul bir karmaşaya hızla kayacaktır. Tedbir ve temkini elden bırakmamak şarttır. 

Orta Doğu’dan Balkanlara, Asya’dan Afrika’ya, Kafkaslar’dan Okyanus kıyılarına varıncaya kadar hep bir hesap, hep bir plan, hep bir istila ve şiddet senaryosu devrededir. Bu kadar geniş bir coğrafyada uyuşukluğun ve uyuklamanın sonucu erime ve esarettir. Birbirine girmenin, cepheleşmeleri diri tutmanın, siyasi ve ideolojik sertleşmeleri okşamanın mahsur ve maliyeti kahredici gelişmeleri tetikleyecektir. Su uyusa bile düşman emeller canlıdır ve cüretkardır. Unutmayınız, tehdidin küçüğü büyüğü, tehlikenin önemlisi önemsizi olmaz, olamaz. Bugün hafife alınan bir alarm, küçümsenen bir provokasyon yarınlarda korkunç badireleri doğuracaktır. 

Şayet vatanımızda, Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti halinde bağımsız, bağlantısız, bir ve bütün olarak yaşamanın sonsuza kadar şeref yeminini tutacaksak etrafımızdaki her sarsıntıya, her saldırganlığa, her kanlı oyuna karşı proaktif şekilde hazırlıklı ve dirayetli hareket etmek durumundayız. ‘Bize bir şey olmaz’ diyemeyiz. ‘Abartmaya gerek yok, kim saldıracakmış, bırakın bu masalları’ diyen müflis, müşrik ve münafık zihniyetlere itibar edemeyiz. Çünkü bizim öngörümüz tarih hafızamızda mahfuzdur. Çünkü bizim dersimiz ecdadımızın hatıralarıyla mahuttur. Önümüze bakarken geçmişimizin izinden yürüyüp yeni yüzyıla önayak olmakla mükellefiz. 

Sağduyunun saf ışığı ve taze nefesi ne kadar gerekliyse, yeri ve zamanı geldiğinde mukadderat namusunu muhafaza etmenin, milli güvenliği müdafaa onurunun ihtiyaç duyduğu cesaret ve gözü karalık da o kadar gerçek ve gerekli bir davranış kalıbı mevkiinde somutlaşacaktır. Kader gayrete meftundur. Gayretimiz milli gayemize yöneliktir. 

Üzerinde yaşadığımız muazzam jeopolitik miras; nasıl yönetebileceğini öngörmüş ve öğrenmiş tecrübi devlet aklından, burada nasıl var olabileceğini artık iyice kavramış milli alışkanlık ve milli kültürden, kimin dost kimin düşman, kimin maznun kimin mazlum, kimin hain kimin kahraman olduğunu bilen yüksek ferasetten, bin yılın savaş, isyan, kan ve gözyaşıyla yoğrulmuş ağır sonuçlarından, bu vatana yönelen tehditlere karşı birer birer kazandığımız zaferlerden; bin yılı her anıyla derinden yaşamış ve hissetmiş olan insanımızın yüksek seciyesinden ve kuşkusuz, tarih içinde yaşanmış acı hatıralardan arta kalan derslerden tek tek damıtıp süzülerek çıkarılmıştır. 

Merhum Ziya Paşa demişti ki; ‘Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim, Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzerinde.’ Yani; ‘Pek çok müneccim gökyüzünde yıldız ararken, Önlerinde kuyu olduğunu görmezler.’ Biz o kuyuları görüyoruz. Yalnızca görmekle kalmıyor, aynen Merhum Necip Fazıl Kısa Küreğin söylediği gibi söylüyor ve şöyle sesleniyoruz: ‘Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! Haykırsam, kollarımı makasa gibi açarak: Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden, Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden.’

Çatışma ve savaşların birbirine eklemlenerek küresel ve bölgesel temelde kaos düzenini ikmal ettiğini görüyoruz. Bundan da oldukça kaygı duyuyoruz. Öncelikle düşünmemiz gereken Türkiye’mizdir. 

İsrail’in İran’a saldırısı haksızdır ve barbarlıktır. 22 Haziran’da ABD’nin İran’ın sözde üç nükleer tesisini bombalamasıyla savaşan ülkeler hattına aktif olarak girdiği açıktır. Buna karşılık İran misilleme üstüne misilleme yapmaktadır. Burada savaş muhabirlerine benzer şekilde silahlı saldırıları tek tek anlatacak ve sırayla açıklayacak değilim. Ancak yeni bir dünya savaşıyla ilgili tahmin ve kanaatlerin yoğunlaşmasından dolayı çok boyutlu krizlere seferberlik ruhuyla odaklanmanın ertelenmez bir mecburiyet olduğunu düşünüyorum. 

Tahran’a, Bağdat’a, Şam’a, ezcümle diğer komşu ülke başkentlerine atılan bombaların Ankara’ya etkisi olmayacağını iddia etmek için ya cahil ya da görevli bir işbirlikçi olmak kafidir. İsrail, İran’a saldırarak Gazze soykırımını perdelemek istemiş, terörsüz Türkiye’nin tekerine çomak sokmayı tertip etmiş, korku uyandırarak komşu coğrafyaların Siyonist-Emperyalist kurguya göre yeni baştan tanzimini ve tasnifini planlamıştır. 

Coğrafyaların bombalanarak silkelenmesi, altının üstüne getirilmesi barışçıl diyalogları köstekleyecek, huzur ve istikrar özlemlerini köreltecek, vekalet savaşlarını kızıştıracak, sonu gelmeyen çalkantılar dönemini başlatacaktır. Allah muhafaza, Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkması halinde ise insanlık ve dünya medeniyeti kendi kendini yiyip bitiren, yakıp yok eden canavar bir organizmanın durumuna düşecektir. 

Ne yazık ki, adaletsizliğin kökleşmesi, ahlaki iflas, manevi erime, insani felaket yer kürenin her köşesine nüfuz etmiş ve saltanat kurmuştur. Zora ve zorbalığa dayalı haksız güç kullanan mütehakkim ülkelerin suçu ve suçluyu, caniyi ve cinayeti kayıran sübjektif hukuk dalaveresi, güçsüzlerin haysiyeti ve insan hakları üzerine katliam şantiyesi kurmuştur. 

Katliam makinesi, soykırım çetesi Siyonist barbarlığın bugüne kadar durmayışı, insanlık adına ve uluslararası hukuk namına hiçbir tazyik, tenkit, telin ve telkine aldırmaması yalnızca bir utanç anıtı gibi karşımızda değil, azami ölçüde uyanık olmamızı gerektiren ibret verici bir saldırganlık ve haydutluk anarşizmidir. İsrail tehdidinde tüm eşikler aşılmış, sözün hükmü hepten aşınmıştır. Otokontrolünü kaybeden sözde bir devlet şiddetin bütün düğmelerine gözü kapalı halde basmaktadır. Sözde devlet diyorum, çünkü İsrail uluslararası hukukun evrensel ilkelerine göre devlet olma vasfından hızla kopmuş, bir cinayet aygıtına, bir ölüm mangasına, bir terör örgütüne dönüşmüştür. 

İsrail’in hiçbir yaptırım ve cezai takibata uğramaması, alçaklığının, korkunç azgınlığının, hak ve hukuk tanımayışının başlıca motivasyonu ve moral deposudur. Birleşmiş Milletler aciz, atıl, dilim varmıyor söylemeye ama korkaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kahredici sessizliğe ve tepkisizliğe gömülü vaziyettedir. 

Uluslararası toplum derhal harekete geçmelidir. İslam ülkeleri üç maymunu oynamaktan vazgeçerek ahlaki tavrını ve tarafını erdemli ve eylemsel adımlarla berrak şekilde göstermeli, kolektif bir devreye girmelidir. Sorarım, bugün değilse ne zaman ümmet ve millet bilinci diriliş emaresi gösterecektir? Bu ne aymazlıktır? Bu ne yaman bir çelişkidir? Bu zulüm ve eşkıya düzeni nereye kadar sürüp gidecektir? Siyonist-Emperyalist vandallığın azı dişini söküp atmaktan ödü patlayan bir özgüvensizliğin ve hatta sinmişliğin Ruzi Mahşer’de vereceği hesabı düşünen hiç yok mudur?  

Elbette böyle gidemez, akan kanlara hiçbir surette seyirci kalınamaz, insanlık ve İslam vicdanının heder ve helak olmasına daha fazla iradesiz durulamaz. Birleşmiş Milletler derhal kuvvet kullanmalı, suçlular tarih ve adalet önünde cezalandırılmalıdır. Vakit kaybetmeksizin İsrail terör devletine karşı ortak bir direniş hattı kurulmalıdır. Birleşmiş Milletler operasyonel askeri gücünü sahaya sürmelidir. Bunu bölge ve dünya barışı için acilen yapmalıdır. 

Sadece Ortadoğu değil, dünyanın geneli bıçak sırtında, diken üstünde, belirsizliğin kapsama alanındadır. Nitekim çok dikkatli olmamız gerekmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi hem içimizde hem de dışımızda barış havasının, barış kuşağının egemen olmasını dilemektedir. İsrail’in Ortadoğu’da tarihi bir hüsran ve hezimete mahkum olması kaçınılmazdır. 

Bu gelişmeler ortadayken, Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminin gelişmeler karşısındaki ilkesiz, ilgisiz, ikircikli ve iltihaplı siyaseti gerçekten de endişe verici boyutlardadır. Mahalle yanarken CHP’nin ısrarla havanda su dövmesi, kaçak güreşmesi, polemik ve dedikodu değirmenine su taşıması ayıplı bir siyasetin ucuz numaralarından başka bir şey değildir. Muhalefetin Türkiye’ye yabancılaşması, milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan dönemde hezeyan nöbetine girmesi siyaset ve demokrasi hayatımız için şiddetli bir sancıdır. 

İsrail ve sırtını dayadığı ülkeler terörizmin ana sponsorudur. Bunu yok saymak demek köleliğe razı olmak, küfre diz çökmek, zillete yaka iliklemek demektir. CHP’nin durduğu yer, Türk milletinin durduğu yer değildir. CHP’nin baktığı yer, Türkiye’nin milli hedefleriyle bir ve aynı değildir. En temel milli meselelerde uzlaşmaya yanaşmamak, düşman emellerinin vatanımıza ulaşmasına aleni çanak tutmaktır. 

Muhalefetin omurgası kırık, çürük ve çöküktür. Omurgasız vücut cesetten ibarettir. Biz ceset olmaya değil, aziz milletimiz, cennet vatanımız ve geleceğin Türk evlatları için dipdiri olmanın heyecanındayız. 

Tarihin sararmış ve solmuş yapraklarından araya araya bulup çıkardığımız nice acı veya parlak hatıranın ivmesiyle istikbalin yol haritasını çizmenin, istiklalimizi ve milli varlığımızı canımız pahasına korumanın derdinde ve peşindeyiz. 

Tarih, geçmiş olayların pul koleksiyonu yapar gibi toplanmasıyla sınırlı gösterilemez, takdim ve teşhir edilemez. Kim ne yaparsa yapsın, hangi müfteriliğe heves ederse etsin, hukukumuzu, düşünce ve ifade hürriyetini kimler çarpıtırsa çarpıtsın iç cephemiz düşmeyecek, surda gedik açılamayacaktır. Bunun güvencesi Türk milletinin tarihi kucaklaşması ve birbirine bağlığıdır. 

Her partinin Türkiye’yi önceliğine alması, yabancı başkentlerin gözüne ve kumandası altına girmek için ortam yoklamasından geri dönmesi herkesin çıkarınadır. 

Buradan her zaman olduğu gibi çağrımı tekrarlıyorum, 

Gün birleşme günüdür. 

Gün dayanışma günüdür. 

Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı olarak her şey Türkiye içindir diyoruz. 

Bu topraklara vatanım diyen herkes, 

Bu insanlara milletim diyen herkes, 

Bu bayrak benim, bu ülke benim diyen herkes, 

Biliniz ki, herkes eşittir Türkiye’dir.”

 

ÇOK OKUNANLAR