Olmayan suçtan ceza yatmak: Türkiye’den neden Kafka çıkmaz?O zamanlar Radikal gazetesinde çalışıyordum, gazetenin avukatları kapıma dayandı, ‘Savcılığa ifade vermeye gitmemiz lazım’ dediler.
Peki neden?
Savcılık, hakkımda ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret’ten soruşturma açmıştı ve beni ifade vermek için davet ediyordu.
Bilen biliyor, ben hakaret eden bir insan değilim, çok öfkeli bile olsam görüşlerimi mümkün olduğunca nazik ifade etmeye çalışırım, eleştirirken karşı tarafın kendini nasıl savunduğuna mutlaka dikkat ederim.
O yüzden ‘hakaret’ hem de ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ denince şaşırdım. Bırakın hakareti, bazı sebeplerle çok eleştiriyor olsam bile o sırada Cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer ile kişisel bir seviyeye indiğimi hiç hatırlamıyordum. Her zaman makama da, Sezer’in kendisine de saygılı oldum.
Savcılığa gittik, savcı bana dosyayı gösterdi, savunmamı istedi. Ben dosyayı okuyunca gülmeye başladım. Savcı da kıkırdıyordu aslında.
Ahmet Necdet Sezer’in bir uygulaması için yazımda ‘Nezaketsiz’ kelimesini kullanmıştım, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği bu kelime nedeniyle Adalet Bakanlığına beni şikayet etmiş, bakanlık da işte bu şikayeti ilgili savcılığa göndermişti.
Daha sonra kendim de inanamadım ama savcı bana bu sebeple dava açtı. İlk duruşmaya elimde Türk Dil Kurumu sözlüğü ile gittim, ‘Nezaketsiz’ kelimesinin sözlük karşılığını okuyarak kendimi savundum. Daha o celsede beraat ettim.
Şimdi insanlar o kadar şanslı değiller tabii. Olmayan suçlardan hapse atılıyorlar, yargılanıyorlar, beraat ediyorlar.
Türk yargısının çok büyük bir sorunu bu: Olmayan suçlardan insan yargılayıp onları peşinen cezalandırmak.
Bakın bugün 10Haber’de bir haber var. Y. O. A. adlı bir kişi, bundan neredeyse 80 gün önce bir sokak röportajında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili görüşlerini söyledi diye tutuklanıp hapse atılmış. Hakkında da, aynen Fatih Altaylı’ya yönelik suçlamada olduğu gibi ‘Cumhurbaşkanını tehdit’ ve dolayısıyla ‘Cumhurbaşkanına fiili saldırı’dan dava açılmış.
Tam 77 gün hapiste kalmış Y.O.A. ve birkaç gün önce yargılanmak üzere ilk kez hakim karşısına çıkmış. Ağır Ceza heyeti de onu ilk celsede beraat ettirmiş.
Beraat kararında yanlış bir şey yok. Cumhurbaşkanını veya herhangi bir kişiyi eleştirmek onu tehdit etmek anlamına gelmez. Tehdit Türk Ceza Kanununda yeri olan bir suç ve gayet spesifik tanımları var.
Gerçi savcı duruşmadaki mütalaasında “Şüphelinin fiilinin TCK’nın 106/1.1.cümle ve 310/2. maddesinde düzenlenen fiili saldırı kapsamında kalacağı anlaşılmakla sanığın sevk maddeleri uyarınca cezalandırılmasına…” demiş ama dediğim gibi sözle yapılan ve tehdit değil eleştiri olduğu ilkokul çocuğu tarafından bile anlaşılabilecek sözleri mahkeme heyeti de gayet doğru anlamış.
Buradaki esas garabet, savcılığın sözlü eleştiriyi ‘tehdit’ ve tehdidi de ‘Cumhurbaşkanına fiili saldırı’ olarak yorumlama hevesi. Bu konuyu daha önce de yazdığım için tekrar etmeyeceğim ama şunu bilelim: Y.O.A. bu yorumlama hevesi yüzünden haksız yere 77 gün hapis yattı, sevgili arkadaşım Fatih Altaylı aynı heves yüzünden bir haftadır Silivri Cezaevinde, bir hücrede.
Savcılarımız, bırakın hukuk eğitimi almayı okuma yazma bilen herkesin bakınca anlayabileceği iki ceza kanunu maddesini üstelik birbirine de bağlayarak böyle yorumlamasının sebepleri hakkında spekülasyona girmeyeceğim, eminim savcılar kendilerini haklı görmeye devam ediyordur. Ama neyse ki bir de Ağır Ceza hakimleri var, onlar bu yoruma hiçbir biçimde katılmıyor. Kaldı ki Yargıtay’ın da aynı konuda bu yorumlara hiç katılmayan kararları var zaten.
Ancak mesele ceza kanunun iki maddesini nasıl yorumlamak gerektiğiyle ilgili bir akademik tartışmadan ibaret değil. Meselenin bir ucunda tutuklanıp hapse atılan ve hapiste 77 gün geçiren bir insan, halen günlerini saymaya devam eden bir başka insan daha var.
Geçenlerde Mümtazer Türköne sosyal medyada yazdı, meğer o da aynı şekilde bir yazısı nedeniyle Cumhurbaşkanını tehditle ve ona fiili saldırıyla suçlanmış, hatta 4 yıl hapse mahkum olmuş, o zaman Yargıtay’a gitme hakkı bulunmadığı ve cezası istinafta onandığı için hapis de yatmış.
Bizim yargı sistemimiz ifade özgürlüğünü kısıtlama konularında çok becerikli doğrusu. Sürekli yaratıcı çözümler buluyor eleştiri hakkını kısıtlamak, eleştiriyi ‘terör’ veya ‘tehdit’ gibi ceza kanunu uygulamayı gerektiren şeylere çevirmek için yeni yeni yollar buluyor.
Bunlar gerçekte suç falan olmayan ama cezası peşinen kesilip adalet arayışının sonraya ertelendiği yaratıcı çözümler.
Bakın Y.O.A. olmayan bir suçtan cezasını çekti; şimdi sırada Fatih Altaylı var. Bakalım ona dava ne zaman açılacak, o ilk duruşmasına ne zaman çıkacak?
Başlıktaki Kafka sorusuna gelelim. Türkiye’den bence bir Kafka çıkması da, George Orwell çıkması da imkansızdır. Sebebi de basit: Gündelik hayat, onların hayal gücünü aşan absürdlüklerle dolu zaten.