Bir simülasyonda yaşama olasılığımız yüzde 50 mi?
29 Haziran 2025

Tao’cu felsefenin en temel iki kurucu metninden biri olan “Zhuangzi Hikayeleri”nde geçen en meşhur anektotlardan birinde, bir gün Zhuang Zhou rüyasında kendisini kelebek olarak görür. Uyandığında tereddüte düşer: Acaba rüyasında kendisini bir kelebek olarak mı görmüştür, yoksa aslında o kelebektir de şimdi rüyasında kendisini bir insan olarak mı görmektedir? (Bu metnin milattan önce 476-221 yıllarında yazıldığına inanılıyor.)

Milattan önce 428 ile 348 yılları arasında yaşadığına inanılan Yunan filozof Eflatun’un (Plato) bizde “Devlet” diye çevirilen ünlü Republic’inde geçen diyaloglardan birinde, Sokrat, Eflatun’un kardeşinden bir mağara hayal etmesini ister. Mağarada çocuk yaştan beri yüzleri duvara dönük olarak durmaya zorlanan insanlar vardır. Onların arkasında bir ateş yanmaktadır ve bu ateşin ışığı sayesinde o insanların arkasından geçen birilerinin ellerinde taşıdıkları eşyanın gölgesi mağaradaki mahkumların önündeki duvara vurmaktadır.

Yani, yüzü duvara dönük oturmaya zorlanan “mahkum”ların gördüğü yegane “gerçek” budur: Duvara yansıyan gölgeler. Oysa filozof öyle biridir ki, o duvara yansıyan gölgeyi değil, o gölgeyi yaratan “gerçek”in peşindedir. 

Eflatun’un mağara benzetmesi, bilginin ve gerçeğin doğasına dair yazan çizen herkesin dönüp dönüp baktığı temel metinlerden biri.

Hem Çinli Zhuang Zhou hem Yunanlı Eflatun aslında aynı soruyu soruyor: Gözümüzle gördüğümüz, duyularımızla hissettiğimiz, her gün tecrübe ettiğimiz evrenin gerçekliğinden nasıl emin olacağız?

Bir dönem Türkiye’de çok meşhur olan İtalyan çizgi romanı Atlantis-Martin Mystere’nin bir bölümünde, kahramanımız Martin, bu dünyanın uygarlık seviyesi olarak bizden 40-50 yıl geride bir başka uygarlık tarafından “simülasyon” amacıyla yaratıldığını keşfediyordu. Onlar bize bakıyor ve bizim hatalarımızı (Hitler gibi, nükleer silah gibi) yapmamaya çalışıyordu.

Matrix filmini biliyorsunuz. Orada da kahramanımız Neo, içinde yaşanan bilgisayar simülasyonuna karşı isyan başlatıyor ve simülasyonu mağlup ediyordu.

Felsefeden popüler kültüre her yeri besleyen bu simülasyon meselesi son derece önemli bir konu. Kısmen fiziğin, kısmen felsefenin alanında kalan son derece önemli bir tartışma.

Tartışmayı bu denli önemli yapan ise, Oxford Üniversitesinden Nick Bostrom’un 2003 yılında yazdığı meşhur makale.

Bostrom, makalesinde teknolojik olarak çok üstün bir uygarlık hayal ediyor ve bu uygarlığın sahip olduğu bilgisayar işlem gücünün küçük bir kısmıyla içinde yeni bir gerçeklik oluşturabilen bilinçli varlıkların olduğu bir simülasyon yarattığını varsaymamızı istiyor. Sonra da bir “trilemma” (üçlem diye çevrilse olur mu acaba?) sıralıyor ve buradaki önermelerden en azından birinin doğru olacağını söylüyor: 1. İnsanlar bir türlü simülasyonda işe yarayacak kadar evrimleşemeden yok olur gider; 2. İnsanlar simülasyonda işe yarayacak seviyede evrimleşebilseler bile kendi geçmişlerini simüle etmekle pek uğraşmazlar; 3. Bir simülasyonda yaşıyor olma ihtimalimiz çok yüksektir.

Bostrom’un 2003 tarihli bu meşhur makalesinden beri, bilim dünyası bu konuyu ciddi ciddi tartışıyor. Aslında bakacak olursanız tartışmanın yeni bir tarafı da yok; başta söyledim en azından 2 bin 500 yıldır insanlık bu konuyla meşgul, bana soracak olursanız “tanrı” fikrinin ilk ortaya çıktığı günden beri aslında bunu konuşuyoruz: Bizi bir üstün akıl, üstün güç mü yarattı, yoksa şans eseri mi olduk? İçinde yaşadığımız evreni ve onun “doğa” adını verdiğimiz kurallarını kendi aklımızla kavrayabilir, hatta çözebilir miyiz, yoksa böyle bir şeyi beceremez miyiz? Sahiden bir simülasyonda yaşıyor olsak, bir simülasyonda var olduğumuzu anlayabilir miyiz? Yaşadığımız hayatın ve içinde yer aldığımız evrenin bir simülasyon olma ihtimali nedir?

New York’taki Columbia Üniversitesinden astronom David Kipping, az önce sözünü ettiğim Bostrom’un “üçlem”ini almış ve bunun üzerinde çalışmış. Kipling’e göre bu “üçlem”i ikileme indirmek mümkün; çünkü ilk iki ihtimal zaten aynı şeyi söylüyor: Ortada bir simülasyon yok.

Aynı Kipping almış elinde kalan iki ihtimali ve bunlara “Bayesian analiz” yapmış. Yani, ihtimallerin gerçek olma olasılığını hesaplamaya çalışmış. İlk analizin sonucu gayet basit: Her iki ihtimalin gerçek olma olasılığı yüzde 50.

Ama orada durmamış analiz. Her iki ihtimalin yeni gerçeklikler doğurma (‘parous realities’) veya doğurmama (‘nulliparous realities’) olasılığına bakmış Kipping. Ona göre eğer fiziki bir evrende yaşıyorsak, bu evrenin yeni gerçeklikler doğurmama (nulliparous) olasılığı yüzde 100. Simülasyon hipotezine baktığında da, çoğu simülasyonun yeni gerçeklik doğuramayacağını hesaplamış. Çünkü tersi durumda, her simülasyon yeni bir simülasyon doğuruyor; bu da sonsuz hesaplama gücü gerektiriyor.

Yani sonuç değişmiyor: Bir simülasyonda yaşıyor olma ihtimalimiz hala yüzde 50.

California Institute of Technology’den matematikçi Houman Owhadi, “Eğer” diyor, “Simülasyonun bilgi işleme gücü sonsuzsa, sizin bir simülasyonda yaşadığınızı anlama ihtimaliniz sıfırdır.” Yani, bir simülasyonda yaşıyor olup olmadığımızı sorgulamamız bile simülasyonda yaşama ihtimalimizi azaltan bir şey.

Doğrulanamayacak veya yanlışlanamayacak şeylerin bilim dışı olduğuna dair kuvvetli bir görüş var. Ama bakın, kanıtlamadan sorgulamak bile aslında bir nevi kanıt.

ÇOK OKUNANLAR