Yıl 1993.
Temmuz sıcağı Sivas’ı her zamanki gibi kavuruyordu. Ama 2 Temmuz günü, sıcağın kaynağı yalnızca güneş değildi. O günün ateşi, insanın insana duyduğu kinden, öfkeden, cehaletten gelen bir ateşti. 2 Temmuz 1993’te sadece bir bina yanmadı. O gün, bir milletin vicdanı kor gibi köz oldu. Ve o ateş, Madımak Oteli’nde can alan, insanlık onurunu küle çeviren, ülkeyi derin yasa boğan; yıllar geçse de sönmeyen ve içimizi kavurmaya devam eden ağır bir yangına dönüştü.
Olanları önce hayret ile televizyondan, sonra gazete kupürlerinden takip ettim ardından kitaplardan, belgesellerden detaylı öğrendim, okudum. Her Temmuz geldiğinde, yüreğimde bir sıkışma, boğazımda tarifi imkânsız bir düğüm oluşur. Sanki çok geç kalınmış bir özrün, içten ama yetmeyen bir mahcubiyetin yüküyle başımı eğerim.
Madımak ‘ta yakılarak diri diri öldürülen canlar…
Onlar sadece isimleriyle değil, gülüşleriyle, hayata bakışlarıyla, şiirleriyle, türkülerdeki nağmeleriyle, yazdıklarıyla, düşündükleri ve düşledikleriyle aramızdan zorla koparıldı. Bu ülkenin aydınlık yüzüne düşen karanlık bir lekeydi bu. Ne yazık ki, o leke hâlâ arınamadı, hâlâ vicdanları yakmaya devam ediyor.
Yangın sırasında Sivas sokaklarında sessizlik kadar çığlıklar da yankılandı. Kimi penceresinden izledi olup biteni, kimi sustu, kimi sessizce ağladı ama çok az kişi gerçekten sesini yükseltti. Kalabalığın bir kısmı ateşi, bitmeyen bir kin ile keyifle seyrediyordu; sanki yanmakta olan insan değilmiş gibi, sanki içeridekiler bu ülkenin evlatları değilmiş gibi.
O an, insanlık Sivas’ın orta yerinde kendine ihanet etti; vicdan susarken, yangın konuştu
Kişisel dünyamda derin ve özel bir yeri olan biri var: Kadim dostum Zeynep Altıok Akatlı. Zeynep’i 1997 yılında tanıdım; yangından tam dört yıl sonra. O günden bu yana arkadaşlığımız zamanın sınavlarından geçerek, her geçen yıl daha da güçlenen, ortak duyguları paylaşarak anlamlı ve değerli bir dostluğa dönüştü. Yalnızca ortak anılar değil; ortak bir vicdan, ortak bir sorumluluk ve insanlığa karşı ortak bir duruş da paylaşıyoruz. Zeynep’in bu derin acıyı taşıma biçimi, babası şair Metin Altıok’un hatırasını yaşatma azmi, hakikat arayışındaki inatçı kararlılığı ve unutturmamak için yaptıkları beni her zaman derinden etkiledi.
2008’de ilk Metin Altıok Şiir Ödül Töreni’ni hazırlarken yaşadığı heyecanı hâlâ dün gibi hatırlıyorum. Davetlilerin oturacağı yerleri özenle belirlemesi, sahne önündeki çiçeğin duracağı yeri birkaç kere değiştirmesi, etrafındakilere neler yapması gerektiğini telaşı anlatışı… Ödül töreni konuşmasında sesindeki heyecanı hissederken, gözlerinde ise hem yas derinliğini hem de umudun parıltısını görebiliyordunuz. Babasına dair tek bir dizeyi bile unutturmamaya kararlıydı. Ama bu sadece bir evlat meselesi değildi onun için; bu, aynı zamanda toplumsal bir hafıza, bir yüzleşme ve adalet mücadelesiydi. O günden günümüze Metin Altıok Şiir Yarışması aynı heyecan ve özen ile devam ediyor. 2025 yılının ödül töreni İstiklal Caddesi’ndeki tarihi Ses Tiyatrosu’nda düzenlendi. Bu senenin kazanını Türk oyuncu, şair, yazar ve gazeteci Orhan Alkaya oldu. Pâre kitabı ile ödülü kazanan Orhan Alkaya’nın keyifli konuşmasından küçük bir alıntı… “Benim gibi ödüllere aday olmayan birinin, Metin’in adını taşıyan bir ödülle onurlandırmış olması çok hoşuma gitti. O büyük şairin dar bir alanda bu kadar derin şiirler üretmesine her zaman hayranlık duymuştum”.
Zeynep’in bu konudaki duruşu bana hep şunu hatırlattı: Acıdan güç doğabilir. Ve bu güç, toplumu iyileştirme yolunda bir kıvılcım olabilir. Kıvılcım küçüktür, ama doğru yerde ve zamanda büyük bir yangına dönüşebilir.
Bu yazıyı kaleme alma istememin iki önemli nedeni var; İlki, sevgili Zeynep Altıok Akatlı’nın yüreğine, gözyaşlarının derinliğine ulaşmak, acısına sessizce omuz verebilmek. Bu satırlar ona bir teselli değilse bile, bir yoldaşlık, bir dayanışma hissi verebilsin istiyorum. Zeynep’in gösterdiği direnç, bir evladın acısını toplumsal sorumluluğa dönüştürüşü, hepimize insanlık dersi olmalı.
Her Temmuz’da hatırlamak; adaletsizliğe karşı ses olmak zorundayız
İkinci amacım ise, üzerinden onlarca yıl geçse de sönmeyen o yangının, unutulmasına engel olacak bir cümle daha, bir tanıklık daha, bir vicdan yankısı daha olabilmek. Unutmak, yeniden yanmaktır. Ve biz bu ateşi bir daha yaşamamak için, onu unutmamak zorundayız. Her Temmuz’da hatırlamak; adaletsizliğe karşı ses olmak zorundayız.
Sade bir vatandaş olarak, bu büyük acıyı, utancı içimde taşıyorum. Biz bu yangında sadece canlarımızı değil, insanlığımızı da yitirdik. Korkunun, nefretin, susturmanın, sindirmenin bizi nasıl bir karanlığa sürükleyebileceğini gördük. Ve bu utançla yüzleşmeden, sorumlulardan hesap sorulmadan, adalet yerini bulmadan güzel bir gelecek kuramayacağımızı da öğrendik.
Bu yazıyı yazarken gözlerim doluyor. Çünkü yıllar geçse de acı hâlâ taze. Çünkü adalet hâlâ tamamlanmadı. Çünkü Madımak Oteli hâlâ gerçek anlamıyla bir utanç müzesi değil. Çünkü bu olay yalnızca bir grup insanın değil, hepimizin vicdan sınavıydı. Ve ne yazık ki, biz sınıfta kaldık.
Ama hâlâ bir umut var.
Bu ülkenin gençleri, vicdanlı insanları, her Temmuz’da bu yangını, derin acıyı hatırlayanlar var.
Her yıl yanan o canları anmak için bir araya gelen, suskunluğu yırtan, sorumluluğu üstlenen insanlar var. Onlar sayesinde belki bir gün bu utancı aşar, gerçekten onunla yüzleşir ve yaralarımızı birlikte sarabiliriz.
Madımak ‘ta yitirdiğimiz o değerli canları rahmetle, saygıyla ve sonsuz bir hüzünle anıyorum.
Onların anısını yaşatmak, sadece geçmişe borcumuz değil; aynı zamanda geleceğe karşı en temel insanlık görevlerimizden biri olduğunu lütfen unutmayalım.