Türkiye’de yeni bir fikir ortaya atıldığında önce şu cümle duyulur:
“Ama onun da şöyle bir riski var…”
Bu, artık neredeyse refleks haline gelmiş bir davranış biçimi.
İnovasyonun, reformun, girişimin önüne geçen en büyük engel: “Ama” cümleleri.
Bir sorunu çözmeye çalışanı desteklemek yerine, önerisindeki potansiyel zafiyeti bulmak için yarışa giriyoruz.
Sanki oyunun adı “çözüm üretmek” değil, “çözümlerde açık bulmak” olmuş.
Ve bu alışkanlık, yalnızca fikirleri değil; umutları da çürütüyor.
“Hayalperestlik Etme”
Türkiye’de bir öneri getirdiğinizde, hele ki alışılmamış bir şeyse, ilk yorum genellikle budur:
“Hayalperest olma, ayağımız yere bassın.”
Oysa ayağı yere basan, ama gözü de ufukta olan bir akla ihtiyacımız var.
Ne romantik kaçışlar ne de karamsar kabullenişler bizi ileriye taşır.
Bizi ancak cesurca düşünen, ama realistçe adım atanlar dönüştürebilir.
Çünkü gelişmiş toplumlarla az gelişmiş toplumlar arasındaki fark, bilgi düzeyinden çok “fikre yaklaşım biçimi”nden kaynaklanır.
Birinde çözüm konuşulur, diğerinde çözümün neden yapılamayacağı.
Neden Olmasın?
Bu ülke, “Neden olmasın?” sorusunu sormaya çekinen insanların ülkesi haline geldi.
Yeni bir şirket kurulurken, bir diplomatik açılım önerilirken, farklı bir şehirde üretim tesisi açılırken, teknolojiye yatırım yapılırken…
Her adımda “ne ters gidebilir” üzerinden bir analiz furyası başlıyor.
Risk bilinci elbette gerekli. Ama risk, felç edici bir korkuya değil, önleyici bir stratejiye dönüşmeli.
Oysa biz, daha adım atmadan geri çekiliyoruz.
Ya da başkasının attığı adımı çelmelemek için senaryo yazıyoruz.
Böylece çözüm üretme kültürü değil; çözümü boğma kültürü gelişiyor.
Siyasette de, İş Hayatında da Bu Böyle
Sadece iş dünyasında değil, siyasette ve bürokraside de aynı zihniyet hakim:
•Reform isteyen, radikal bulunur.
•Yenilik öneren, sistem dışı sayılır.
•Risk alan, “gözü kara” diye dışlanır.
•Konfor alanı terk eden, tehdit gibi algılanır.
Bu da bizi kısır döngüye sokar:
Günü kurtarırız ama geleceği inşa edemeyiz.
Çözüm Odaklı Kültür Mümkün
Oysa dünyadaki örnekler, inovasyonun başarısının sadece teknolojiyle değil, zihinsel cesaret ve ortam ile ilgili olduğunu gösteriyor.
İsrail’in start-up ekosisteminden Güney Kore’nin eğitim reformlarına, Finlandiya’nın eğitim sisteminden Almanya’nın sanayi 4.0 dönüşümüne kadar hepsinde ortak bir kültür var:
“Çözüm önerene engel olma, fırsat ver.”
Türkiye’nin potansiyeli devasa.
Ama potansiyel sadece “var olmakla” değer kazanmaz.
O potansiyeli ortaya çıkaracak fikirleri yeşerten bir iklim gerekir.
Kimin Dediğine Değil, Ne Dediğine Bak
Artık fikirleri; söyleyenin kimliğine, siyasi çizgisine, şirket büyüklüğüne, şöhretine göre değil, içerdiği anlam ve çözüm kapasitesine göre değerlendirme zamanı.
Çünkü bir ülke; yeni fikirleri alkışladığı ölçüde büyür.
Ve çözüme odaklanan milletler, geleceği yazar.
Çözümlere sorun bulanlar ise, geçmişin tekrarında debelenir.
Bugün hâlâ şansımız var.
Yeter ki yeni bir kültürel refleks geliştirelim:
Çözüme sorun değil, çözümün parçası olmayı tercih edelim.