Birbiri ardına önemli gelişmeler yaşanıyor Suriye’de. Bu gelişmelerin bir bölümü Türkiye’nin “Terörsüz Türkiye” hedefiyle de ilişkili ama Türkiye açısından bakılacak olursa mesele bundan büyük. Çünkü konu, ABD ile İsrail’in Suriye’nin geleceği konusundaki alttan alta devam eden çatışması ve İsrail’in bu ülkenin geleceği için biçtiği rolle de ilgili.
Aslında bir taraftan bakacak olursak, Suriye’nin nasıl bir geleceğe sahip olması gerektiğine ilişkin bir uluslararası çatışma halinden söz ediyoruz. Bu çatışmada öne çıkan iki taraf ise Türkiye ile İsrail.
O yüzden yaşananı Türkiye ile İsrail’in bölgesel güç hakimiyeti savaşı olarak görmek mümkün. Ama meseleyi sadece böyle adlandırmak, hem konuyu kötü özetlemek olur hem de Suriye sahasında en az Türkiye kadar, hatta daha aktif olan diğer Arap aktörleri ve bu arada ABD’yi görmezden gelmek anlamına gelir.
Sanki karmaşık, çok aktörlü, çok taraflı bir mücadele varmış gibi gözüküyor, gerçekten de biraz sonra ayrıntılarına girince öyle olduğunu siz de göreceksiniz, ama bu mücadeleye “satranç” adını vermek de gerekmiyor, çünkü arka planı ne kadar karmaşık oursa olsun sonunda basit bir sonuç için uğraşılıyor, o yüzden ben yaşanan oyuna “dama” demeyi tercih ederim.
Suriye
Bu karmaşık gibi gözüken oyun Suriye sahasında yaşandığına göre anlatmaya Suriye’den başlayayım.
Ahmet Şara yönetimi, Suriye’yi çok dinli, çok etnili bir toplum olarak bir üniter devlet şeklinde örgütlemek istiyor. Bu isteklerini defalarca ilan ettiler. Hatta bu tasarıma açıkça karşı çıkan PKK/YPG dışında bir silahlı grup da yok.
İç savaş yorgunu, perişan ve barış ile ekonomik gelişmeye aç olan ülkede Ahmet Şara yönetimi şimdilik hem içeride hem de dışarıda girdiği sınavlarda verdiği sözlerden dönmemiş, arka plandan eski İslamcı geçmişi henüz hortlamamış durumda. Ama gerek Suriye’de gerekse uluslararası planda hala “Bakalım ne zaman içindeki cihatçı uyanacak” diye şüpheyle izlenen bir aktör. Bu şüpheler korkarım hiçbir zaman tamamen sona ermeyecek.
Üniter bir devlet kurması da, ülkedeki silahlı grupları silahsızlandırması da, işleyen bir demokrasiye geçilmesi de belli ki zaman alacak.
Onu geciktirmek, hatta başarısız kılmak isteyen şimdilik yegane uluslararası güç İsrail gibi duruyor ve İsrail açıkçası başarılı da oluyor. İşte son durduk yerde çıkan Dürzi-Bedevi silahlı çatışması, buna İsrail ordusunun doğrudan müdahil olması, Suriye’nin özlenen gerçek bir iç barıştan ne kadar uzakta olduğunun açık kanıtı gibiydi.
Bu ülkenin eğer aynı yoldan sapmadan yürüyecekse, gidecek daha çok mesafesi var.
İsrail
İsrail daha Esad yönetiminin yıkıldığı ilk günden itibaren kendisine iç barışını sağlamış, ekonomik kalkınma yolunda ilerlemeye başlamış bir Sünni ağırlıklı Suriye istemediğini belli etti.
Bir yandan Suriye’de yeni yönetim duruma hakim olmaya çalışırken meydanı boş bulan İsrail, eski Suriye ordusunun neredeyse bütün teknolojik varlığını yok etti, bu ülkeyi uçaksız, hava savunma sistemsiz, donanmasız, hatta tanksız bıraktı.
Ama İsrail’e bu da yetmedi. Golan tepelerindeki işgalini genişletti, hatta Suriye toprağına girdi. O da yetmedi, ülkedeki Dürzi azınlığı bir anlamda kendi kanatları altına aldı.
Dürziler, İslam’ın popüler kültürde daha çok Hasan Sabbah ve Haşhaşiler isimleriyle bildiğimiz İsmailiye Kolu’nun bir versiyonu olan dini/etnik bir grup. Üç ülkeye, Lübnan, Suriye ve İsrail, yayılmış durumdalar. Kendi içlerinde bir ve bütün olduklarını söylemek kolay değil.
Suriye-Ürdün sınırındaki son Bedevi-Dürzi çatışması, İsrail’in Suriye’yi aslında üçe veya dörde bölmek istediğinin kanıtı gibi görüldü, hemen ortaya hayali haritalar çıktı. İsrail sözde Suriye’de İsrail ve Ürdün sınırı boyunca bir Dürzi koridoru, daha Kuzeyde bir Kürt bölgesi, en Batıda Lazkiye etrafında bir Alevi bölgesi ve geri kalan yerlerde de zayıflamış bir Sünni bölgesi yaratmak istiyordu.
Bu talep ne kadar komplo teorisi ne kadar gerçek, şu anda bilmeye imkan yok ama İsrail’deki Netanyahu hükümetinin davranışları bu anlatılanın sahiden İsrail’in niyeti olduğunu düşündürüyor insana.
ABD
Ama tabii bölgede bir başka uluslararası aktör daha var, o da Amerika’nın kendisi.
Neredeyse her zaman İsrail’le birlikte hareket eden, genel olarak Ortadoğu’ya ilişkin gelecek tasarımları her zaman İsrail ile uyum içinde olan ABD bu kez biraz farklı sanki.
Esasen ABD’de Başkan Donald Trump’ın yönetimi, İsrail konusunda kendi içinde ikiye bölünmüş durumda. Halen hakim olan görüş, İsrail’in Gazze savaşından itibaren ve son İran savaşına kadar kazabileceğinin maksimumunu kazandığı, artık bu kazançlarını kendi hanesine yazıp geleceğin barışçıl Ortadoğu’sunun yaratılması aşamasına geçmesi gerektiği kanısında.
Bundan kasıt Trump’ın ilk başkanlığı döneminde imzalanan Abraham Anlaşmaları. Trump, yaptığı Suudi Arabistan gezisi sırasında bizzat Suud Veliaht Prensi Muhammed ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kendisine takdim edilen Ahmet Şara’dan etkilenmiş gibi duruyor. Kendisine o görüşme sırasında Suriye’nin İsrail ile Abraham Anlaşmalarına taraf olacağı vaat edilmiş. O yüzden Trump, İsrail’in Suriye’yi daha fazla kurcalamasını, bu ülkede istikrarı daha fazla bozmasını istemiyor. Bu yöndeki mesajlarını hem Trump’ın Ankara’daki Büyükelçisi ve yakın arkadaşı Tom Barrack aracılığıyla duyuruyor. Barrack birkaç kez İsrail’i ABD’li yetkililerden duymaya alışık olmadığımız biçimde eleştirdi.
Ama öte yandan Trump destekçilerinin ve yönetimdeki adamlarının tamamı böyle düşünmüyor. İsrail’e açık çek vermeyi ve bu ülkenin savaşını sürdürmesini isteyen ciddi güçler var ABD’de. Şimdilik bunlara direnen Trump bunu ne kadar daha sürdürebilir, bilinmez.
Türkiye
Suriye’nin en büyük komşusu ve yeni Suriye yönetiminin en aktif destekçilerinden biri olarak Türkiye’nin konumu görece en basit olanın aslında. Türkiye, yanı başında komşularına tehdit oluşturmayan, iç barışını ve istikrarını sağlamış, ekonomik kalkınmasını başlatmış bir “dost” Suriye istiyor.
Türkiye açısından durumu zorlaştıran ve karmaşıklaştıran tek şey, bu ülke topraklarının halen üçte birini kontrol eder durumdaki PKK/YPG’nin durumu.
PKK/YPG’nin askeri güçlerinin tamamen dağılmasını ve sadece PYD ile temsil edilen bir siyasi güce dönüşmesini istiyor Türkiye. Ama bu gerçekleşmiş değil, çok kolay gerçekleşecek gibi de durmuyor.
O yüzden son Dürzi-Bedevi olaylarından sonra PKK/YPG’nin de hareketlendiğini gören Türkiye dün itibarıyla son derece sert bir tedbire başvurma konusunda kararlılığını da sergiledi. Buna göre Suriye Türkiye’den resmen askeri yardım istemişti, Türkiye de bu askeri yardımı verecekti. Yani PKK/YPG ile gerekirse Suriye ile bir olup savaşacaktı Türk Silahlı Kuvvetleri ve bu ülkede “üniter yönetim”i gerekirse silah zoruyla kuracaktı.
Şimdilik umalım ki işler o noktaya gelmesin ama ABD’nin devreye girip İsrail saldırılarının durdurulması, Suudi Arabistan dahil güçlerin devreye girip Bedevi-Dürzi çatışmalarını sona erdirmesiyle PKK/YPG birkaç hafta önceki yalnızlığına geri döndü.
Bugünlerde PKK/YPG’nin bir numaralı ismi Mazlum Kobani (Mazlum Abdi) şimdi Fransa’dan destek arayışında, Emmanuel Macron’la da görüşeceği söyleniyor. Ama Amerikan Büyükelçisi Tom Barrack’la da bir kez daha görüşecek. Barrack daha önce ona “Silahlarını bir an önce bırakıp merkezi Suriye yönetimine katılmalarını” salık vermişti.
Ankara bütün gücüyle Şam’daki Ahmet Şara yönetimini de destekliyor.
Lübnan
Aslında bu ülkenin Suriye denklemiyle ilgisi dolaylı ama onu da saymak lazım; çünkü bu ülke de Amerika’nın Abraham Anlaşmaları zinciriyle İsrail’e kalıcı bir güvenlik ve dostluk ortamı oluşturulması çabalarında önemli bir yeri var.
İsrail daha yeni bir kez daha Lübnan’a saldırdı ama bu ülkedeki Hizbullah bir askeri güç olarak artık çok zayıf düşmüş durumda. Bu zayıflığı sayesinde Lübnan iç politikasındaki gücü de geriledi. Aslında Hizbullah’ın da sadece bir siyasi güce dönüşmesi, Lübnan’ın istikrarı açısından önemli.
Barış geldiğinde bu ülkenin yetişmiş insan gücü sayesinde nasıl kısa sürede yeniden zenginleşmeye başlayabildiğini geçmişte gördük.
Suudi Arabistan
Sadece Suriye fotoğrafının değil bütün Ortadoğu fotoğrafının en önemli aktörü aslında Suudi Arabistan.
Bu ülke Abraham Anlaşmalarına taraf ama anlaşmayı yürürlüğe sokmak için bir şartı var: Filistin’de iki devletli çözümün ve barışın gerçekleşmesi. Suriye konusunda Türkiye ile paralel hareket etti bugüne kadar. Yani Ahmet Şara yönetimini ve onun Suriye’nin geleceğiyle ilgili vizyonunu destekliyor.
***
İsrail henüz Gazze’de ateşkese bile yanaşmazken bir bağımsız Filistin devletini kabul etmesi nasıl olacak? Ortadoğu’da 75 yıl sonra barış ilk kez gerçek olmaya bu kadar yaklaşmışken İsrail’in kendi geleceği hakkında hala endişeler duyması nasıl engellenecek, bu sorular şimdilik cevapsız.
Ama Suriye’de olan bitenle Filistin barışı arasında İsrail tarafından kurulmuş bir bağ var. Bu da İsrail’in mevcut hükümetinin hem iç politika sebepleriyle hem de içlerinden gelen güvensizlik nedeniyle ABD’nin vaat ettiği barışa kendilerini yakın hissetmemesinden kaynaklanıyor.
İsrail böyle kalmaya devam ederse, kendine yeni yeni düşmanlar arayacak ve sonunda Türkiye ile de askeri anlamda karşı karşıya gelebilecek.
Ama yok bu ülke savaş yerine etrafındaki barışa yatırım yapmaya karar verirse, Abraham Anlaşmaları büyük bir fırsatın da adı aynı zamanda. Suriye’de olanları böyle okumak gerektiğini düşünüyorum.