Ak Parti’ye ve Cumhurbaşkanına yağ çekmek için yapılanlar dahil bütün ama bütün siyasi anketlerin bize söylediği basit bir şey var: Bu hafta sonu bir Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak olsa, Tayyip Erdoğan’ın umabileceği en iyi sonuç seçimin ikinci tura kalması olabilir.
Anketlerin biraz meşrebine göre Tayyip Erdoğan’ı uzak ikinci gösterenleri de var, yakın birinci gösterenleri de ama gerçek değişmiyor: Erdoğan seçimi ilk turda kazanamıyor.
Oysa Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi adayları daha ilk turda kazanacak gösteren anketler var ama dediğim gibi hiçbir anket Erdoğan’ı birinci turda silip süpürür göstermiyor.
Erdoğan, seçimi kazanmak için ümitli olmasını sağlayacak tek bir şey var: Yeniden ve hızlı bir ekonomik büyüme dönemine geçmek.
Erdoğan bunu 2023 seçimi öncesinde yaptı. Hepimizin geleceği pahasına bir ekonomik serap yarattı ona Nurettin Nebati ve Şahap Kavcıoğlu ve Erdoğan bu serap etkisi ve rakibinin fecaati sayesinde kıl payı seçimi aldı.
Ama Erdoğan seçim kazansın diye yaratılan ekonomik serap, Türkiye’de Cumhuriyet tarihinin görmediği büyüklükte bir servet transferine neden oldu. Bugün zenginlikleri paçalarından akan geniş bir kesim var ülkemizde; her gün her yerde onları görüyorsunuz.
Peki papaz bir daha pilav yer mi? Aynı ekonomik serap bir kez daha yaşatılabilir mi? Evet, yaşatılabilir, bu mümkün.
Ancak 2023 Haziran ayından beri uygulanan ekonomi politikaları o yönde değil. Tam tersine, Türkiye’nin o seçim ekonomisi dönemi nedeniyle alt üst olan makro dengelerini yeniden kurmayı ve en önemlisi enflasyonu indirmeyi hedeflediğini söylüyor bu politikalar.
Enflasyonu engellemek için yapılan başlıca iş ise ekonomiyi soğutma, büyümeyi durdurmasa da yavaşlatma sonucu yaratan politikalar.
Şirket iflas haberlerinin artması boşuna değil. Kamu işçisine verilen ve zaten yetersiz bulunan zam teklifinin bile geri çekilmesi de boşuna değil.
Ekonomi yavaşladı, muhtemelen daha da yavaşlayacak. Uzun yılların en zor yaz aylarını yaşıyor şirketler dünyası.
Dün Merkez Bankası Para Politikaları Kurulu, politika faizini yüzde 46’dan yüzde 43’e düşürdü. Enflasyonun yüzde 35 olduğu, önümüzdeki hafta açıklanacak temmuz enflasyonuyla enflasyondaki düşüşün bitip yeniden yükselişin başlayacağı görülürken Merkez Bankası’nın faizi 300 baz puan birden düşürmesi, tek kelimeyle sorumsuzluk aslında.
Ama düşürmeyip de ne yapacak? Banka, piyasanın genel beklentisi 250 baz puanlık faiz indirimiyken el altından bir iletişim kampanyası ile faiz indiriminin daha düşük, örneğin 200 baz puan olabileceğini piyasaya duyurdu ama anlaşılan bu önden yoklamalar ters sonuç verdi, siyaset “Daha iyi bir faiz indirimi” beklediğini belli etti. Bunun üzerine indirim 300 baz puan oldu. Yani popülizm geri geldi.
Geldi ama çok da önemli değil. Çünkü Tayyip Erdoğan iktidarı sadece ekonomide hata yapmıyor; ekonomiyi derinden etkileyecek tarzda siyasi hatalar yapıyor esas.
19 Mart sabahı kör vakitte polisler gidip İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun evinin kapısına dayandığında Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 42,5’ti. Yani bugün düştü denen orandan daha düşüktü.
İş dünyası ve ihracatçılar o zaman da yüksek faizden yakınıyor, finansmana yani ucuz krediye ulaşamamaktan şikayet ediyordu.
İmamoğlu operasyonu öyle bir şok yarattı ki, Merkez Bankası olağanüstü toplantılar düzenleyip faizi arttırmak zorunda kaldı. Faiz arttığı halde parası olan Türklerin döviz talebi durmadı, banka 60 milyar dolara yakın rezerv satmak, Hazine borçlanma maliyetlerini yükseltmek zorunda kaldı.
Bugün iş dünyası, tersini söyleyemediği için faiz indirimine sevinmiş gözüküyor ama kaybettikleri eşeklerini aradan onca zaman geçtikten sonra hayli yıpranmış, aç kalmış olarak buldular aslında. Ortada sevinecek bir durum yok, ama ne desinler… Bir şey demeye kalksalar Silivri onları bekliyor olabilir.
Dün hem Ekrem İmamoğlu’nun hem de Özgür Özel’in hatırlattığı gibi 19 Mart hiç yapılmamış olsaydı bugün faizin yüzde 36-37 olmasını konuşuyor olacaktık.
19 Mart’ın üzerinden 128 gün, yani üç aydan fazla süre geçti, Türk ekonomisi o gün yediği şokun etkilerinden aslında hala çıkabilmiş değil. Hala herkesin yüreği ağzında, “Ya yeniden dövize talep artarsa” korkusu çok belirgin.
Faizin başlangıç seviyesine bile düşemediği bu ortamın bir tane sonucu olacak: Ekonomi daha da yavaşlayacak.
Ama bir yandan Hazine ve Maliye Bakanlığı da belirli bir tüketimi kısmak için uğraşıp duruyor. Otomobil vergilerine yapılan zam sadece çok artan bütçe açıklarına karşı gelir kapısı yaratmak için değil, daha çok otomobile, özellikle de elektrikli araçlara yönelik talebi kırmak için.
Peki bu şartlarda Tayyip Erdoğan seçimi kazanabilir mi? Hayır, yazının başında da söyledim, Erdoğan’ın seçimde umabileceği en iyi sonuç seçimi, kinci tura taşımayı başarmak.
Nitekim İmamoğlu’nun hapse atılması bunun için. Rakibi elemine ederek seçimi ikinci tura taşıma hesabı bu. Ama tabii onu yapayım derken başka bir şeyi bozuyor, ekonomik gelişmeyi erteliyor Cumhurbaşkanı. Bir türlü kendisine “win-win” bir denklem kuramıyor.
Faizi düştü zannediyorsunuz ama aslında düştüğü falan yok. Enflasyonu düşecek diye bekliyorsunuz ama bakın Merkez Bankası kendisi söyledi, yükselecek.
Türkiye’yi siyaseten de ekonomik olarak da yönetmek giderek güçleşiyor.
Tayyip Erdoğan müthiş bir meşruiyet tabanıyla oturduğu Cumhurbaşkanlığı koltuğunda bu yönetme güçlüklerini dibine kadar hissediyor, kendi siyasi hataları yüzünden ayağının altındaki halı çekiliyor.
Şimdilik PKK’nın silahsızlanmasını bekleyen Erdoğan içine düştüğü bu sıkışık durumdan radikal bir adım atarak çıkmayı deneyebilir, son bir gayretle.
Önümüzdeki yılın ilkbahar ayları sürprizlere gebe olabilir.