Havalar öyle sıcak ki… Duştan yeni çıkmışken bile su içinde kalıyoruz. Sanki buharlaşıp yeniden yağıyoruz üzerimize. Saçlar yıkanmaktan tüy tüy, omuzumuz sırtımız hep tutuk. Serinlemek için klimaya sığınıyoruz ama o bile bir yere kadar.
Açıkçası, klimaları hiçbir zaman sevemedim. Suni bir serinlik, fazla kuru bir hava… Vücudu şaşırtıyor, baş ağrısı yapıyor, omuzlara bir soğukluk çöküyor. Ama ofis ortamında bazen başka çare kalmıyor. Cam açmak yetmiyor. Çünkü şehirler yükseliyor. Her yeni yapılan bina bir öncekinden daha yüksek. Betonlar çoğaldıkça hava sirkülasyonu her geçen gün biraz daha azalıyor. Bir zamanlar evin içine süzülen rüzgâr, şimdi kulelerin gölgesine sıkışmış gibi.
İşte tam da bu yüzden, dolabımda yazın vazgeçilmezleri bellidir: ketenler, müslinler ve incecik tülbent kumaşlar. Hafiflikten yana olan, teni saran ama sıkmayan, iç göstermeyen ama hava alan kıyafetler. Beni sararken boğmayan, nefes alan bu doğal dokular yaz gardırobumun temel taşları. Ama bu kumaşlarla ilişkim sadece yazla sınırlı değil. O kadar ki artık sadece giyimde değil, evimde de müslin var. Çarşafım müslin, pikem müslin, hatta havlum bile. Ve en güzeli de şu: Müslin bana göre “mevsimsiz” bir kumaş. Ne üşütüyor ne terletiyor. Ütü bile istemiyor. Zaten dokusunun o kendiliğinden kırışıklığı, yaşayan bir kumaş gibi… Hiçbir şeyi düzleştirmeye çalışmıyor. Olduğu gibi güzel.
Son zamanlarda biraz daha araştırdım; Türkiye’de müslin kumaş üretimi yaygın ve oldukça kaliteli. Özellikle Denizli, Tekirdağ, Bursa, İzmir ve Gaziantep gibi şehirlerimiz bu alanda başı çekiyor. Yerli üreticilerimiz hem geleneksel teknikleri yaşatıyor hem de çağın ihtiyaçlarına uygun sürdürülebilirlik anlayışıyla çalışıyor. Doğaya saygılı, uzun ömürlü, geri dönüştürülebilir ürünler üretmek artık bir tercih değil; sorumluluk. Bu kumaşlar sadece cildimize değil, geleceğimize de nefes aldırıyor.
Bir konuya daha değinmeden geçemeyeceğim. Müslin kumaşlar renklendirilirken hangi boyaların kullanıldığını teknik olarak bilemiyorum ama… Yıkandıkça solan renkleri beni hiçbir zaman rahatsız etmedi. Aksine, o solgunluk müslinin ruhuna çok yakışıyor. Sanki her yıkamada kumaş biraz daha kendi oluyor. Yeni alınmış halindeki parlaklık geçtikçe, doğallığı daha da görünür oluyor. O yumuşayan renkler, tıpkı yıllandıkça güzelleşen bir defterin sayfaları gibi. Üstünde yaşanmışlık taşıyor.
Ve düşünün, biz bu organik, sade, zamansız dokuyu sadece kendimiz kullanmıyoruz. Türkiye’de üretilen bu müslin kumaşlar dünyanın dört bir yanına ihraç ediliyor. Bu toprakların pamuğuyla, dokumasıyla, emeğiyle yoğrulmuş bir ürünü dünyanın giyinme alışkanlıklarına sunuyoruz. Bu satırları yazarken, bu üretimi mümkün kılan tüm emekçilere, zanaatkârlara, küçük aile işletmelerine, atölyelere gönülden teşekkür etmek istiyorum. Onların dokuduğu her santim kumaş, bizim tenimize değil sadece; ruhumuza da dokunuyor.