O günü unutmuyorum hiç.
Çünkü çok koymuştu bana bir vatandaş olarak.
Bir gün önce ülkemin öteki ucu depremle sarsılmış ve binlerce insan enkazın altında kalmıştı.
Tarihe “6 Şubat Depremi” olarak geçen bir felaketti.
6 Şubat 2023 gecesini yani.
Bütün Türkiye o bölgeye yardıma koşuyordu.
Bütün belediyeler, iş makinaları, yardım kamyonları, ambülanslar, cenaze arabaları, seyyar mutfaklar, ilk yardım malzemeleri, ellerinde ne varsa kamyonlara yükleyip yollara düşmüştü.
7 Şubatta Muğla’dan yola çıkan kamyonlar şehir çıkışında durduruluyor
O günün ertesinde Muğla’dan da yardım kamyonlar yola çıkıyordu.
Ama işgüzar bir Devlet yöneticisi, şehrin çıkışında kamyonları durdurmuş, üzerindeki belediyeye ait yazıları örtüp yerine “AFAD” yazdırıyordu.
Belli ki bir yerlerden emir gelmişti…
Deprem bölgesinde de AKUT’un yardım ekipleri şehrin girişinde bekletiliyordu.
Ankara deprem bölgesinde sadece “AFAD” ve “Devlet” yazısını görmek istiyordu.
Vatandaşın gönüllü kuruluşları, belediyeler birer birer hayalete döndürülüyordu.
Geç gelen devlet, erken geleni sahadan uzaklaştırıyordu.
Önceki hafta Eskişehir’de hayatını kaybeden 5 AKUT gönüllüsü
O felaket içinde bile bazı beyinler, enkazın altındaki insanları değil, Ankara’daki bazı kişileri memnun etmeye uğraşıyordu.
Hiç unutmadım o geceyi, o günleri…
Çünkü o günden sonra yaşanan her felaket bana işte o işgüzar yöneticileri hatırlatıyor.
Önceki hafta Eskişehir’deki yangını söndürmeye çalışırken hayatını kaybeden 10 kahraman insanımızın 5’i orman çalışanı, 5’i AKUT gönüllüsüydü.
Aynı gün İçişleri Bakanı ise bu gönüllülerin adını ağzına almadan, yangında çalışan sadece AFAD mensuplarından söze ediyordu.
O gün yine, Muğla kapısındaki işgüzar devlet yöneticisini hatırladım.
O 6 Şubat’ta devletin en itibarlı olması gereken kurumu çökmüştü
Ama bana o günleri asıl hatırlatan olay, Muğla ve Fethiye’de günlerdir konuşulan Kızılay skandalı oldu.
6 Şubat depreminde en fazla itibar kaybeden kurum Kızılay olmuştu.
Depremin ilk 48 saatinde devlet bölgede yoktu.
Kızılay da yoktu.
Ta Osmanlı döneminden beri hepimizin gözbebeği olan kurum 6 Şubat’ta tam anlamıyla enkazın altında kalmıştı.
O enkaz ki, altından hala canhıraş feryatlar gelirken, Kızılay Başkanı AKUT gönüllülerine çadırı bile parayla satmaya çalışıyordu.
Halkın gözünde diplere inmişti bu kurum…
Meğer bu düşüş orada kalmamış…
Dibin daha da dibi varmış.
Bakın bu güzide kurumumuzun Muğla ve Fethiye şubelerinde neler yaşanıyormuş…
Bu yılın Temmuz ayında Fethiye Kızılay’ında paylayan skandal
Bu yılın Temmuz ayında…Yani geçen ay…
Bu yılın Temmuz ayında Kızılay Fethiye Şube Başkanı Burhanettin Tuna’nın iki oğlu tutuklanıyor.
Olayın ayrıntısı şöyle:
Fethiye Kızılay Şube Başkanı Burhanettin Tuna’nın oğlu, Emrullah Tuna, Seydikemer Başsavcılığının yaptığı bir operasyonla göçmen kaçakçılığından gözaltına alınıyor ve çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderiliyor.
Aynı gün diğer oğlu Enes Tuna iki farklı araçla Antalya’dan Fethiye’ye gelirken (fiziki takipteymiş) Fethiye girişinde durduruyor.
Aracında yapılan aramada uyuşturucu ve tarihi eser bulunuyor.
Aynı gün tutuklama talebi ile Hakimliğe sevk ediliyor ve uyuşturucu madde kaçakçılığından tutuklanarak cezaevine gönderiliyor.
Kızılay Merkezi: Başkan istifa etti; Fethiye Başkanı: Hayır, koltuğumda oturuyorum
Soruşturmanın ardından Fethiye Şube Başkanı Burhanettin Tuna’nın, şube başkanlığı görevinden istifa ettiğini açıklanıyor.
Kızılay Genel Müdürlüğü açıklamasına göre istifa “kendi isteğiyle” gerçekleşmişti.
Dışardan ve Ankara’dan bakıldığında durum böyle.
Genel merkez “Başkan kendi isteği ile ayrıldı” diyordu ama Fethiye’de yaşayanların gördüğü tablo tamamen farklıydı. Kızılay Fethiye İlçe Başkanı Tuna, bir açıklama yaparak; “Hayır ben görevimin başındayım” diyordu.
Ancak kamuoyu bu konuda öylesine yükselmişti ki, başkan 10 gün sonunda istifa etmek zorunda kalıyor.
Kızılay ilçe başkanı neye veya kime güvenerek direniyor
Peki o kadar süre nasıl direnebildi?
Belli ki genel merkez ona “Kendin çekil” demiş, ama o direnmişti.
Böyle bir durumda genel merkezden ne beklersiniz?
İlçe başkanını görevden almak değil mi…
Hayır…
Ne görevden alındı ne de bir açıklama yapıldı.
Bu durumda;
Ya Fethiye’deki adam çok kuvvetlidir ve Ankara’daki siyasiler aracılığıyla yerinde kalmıştır.
Ya da bilmediğimiz başka şeyler vardır.
Neticede meseleyi Ankara değil yerel kamuoyu hallediyor.
Kızılay Muğla Başkanının sessizliği neden?
Bütün bunlar olup biterken Fethiye şubesinin bağlı olduğu Muğla Kızılay Başkanlığı ne yapmaktadır?
Hiçbir şey…
Ağzını açıp tek kelime etmemektedir.
Neden?
Cevabı basit…
Çünkü Muğla Kızılay Başkanlığına biraz yakından bakınca orada da bambaşka bir durumla karşılaşıyorsunuz.
Orada da bir başka rezalet vardır.
Hadi öyleyse o durumu da görmek için Muğla Kızılay’ına geçelim.
Başkanın kesinleşmiş kararı: “Resmi belgede sahtecilik”
Muğla Kızılay Şube Başkanı’nın adı Şadi Pirci…
Onun rezaletini de CHP Muğla İl Başkanı Av. Zekican Balcı’dan öğreniyoruz.
Ona göre Pirci’nin sicilinde kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı vardır.
“Şadi Pirci’nin 2015 yılında “resmî belgede sahtecilik” suçundan yargılanmış 2 yıl 6 ay ceza almıştır.
Yani, Kızılay Muğla Başkanının “kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı” bulunmaktadır.
Birileri bu kesinleşmiş cezayı sümen altı etmiştir.
Sicilinde bu karar bulunan biri Kızılay Başkanı olamaz
Oysa, “TCK 204/2 ve 53. maddeleri gereğince Pirci’nin kamu görevlerinden men edilmesi, seçme-seçilme hakkının kısıtlanması ve dernek-vakıf gibi kuruluşlarda görev alamaması gerekmektedir.”
Ama ne var ki, Muğla Kızılay başkanı hala görevinin başındadır.
Yani hakın gözünde en itibarlı kuruluş olması gereken kurumun başındaki insan 10 yıldır, kanunen oturmaması gereken bir koltukta oturmaya devam etmektedir.
Şadi Pirci bu cezaya yargıtay nezdinde itiraz ediyor. Ne olduysa burda oluyor. Dosya bekliyor ve zaman aşımına uğratılıyor.
Yargıtay zaman aşımı kararı veriyor.
Aile içinde olan aile içinde kalır
Bütün bunlar olup biterken Kızılay Genel Merkezi de tek kelime etmiyor.
Sadece Muğla değil, Kurumun Ankara’daki genel merkezi üzerine adeta “sessizlik sisi” çökmüştür.
“Aile içinde olan aile içinde kalır, dışarı konuşan gider” manzarası yani…
Kızılay’a yapılan kurban bağışı 2024’te neden yüzde 67 düştü?
Bunları araştırırken, önüme Kızılay’la ilgili çok ilginç bir rakam düşüyor.
Kızılay’a yapılan kurban bağışında büyük bir düşüş yaşanıyormuş.
2023’te Kızılay’a yapılan kurban bağışı sayısı yaklaşık 42 bin hisse iken, 2024’te bu rakam 14 bin hisseye gerilemiş..
Bu, yaklaşık %67’lik bir düşüş anlamına geliyor .
Aynı kaynakta nakdi bağışlar açısından da düşüş görüldüğü, ayrıca kan bağışlarının da azaldığı belirtiliyor..
Devlet adeta derin bir “itibar krizi” yaşıyor
Bir devletin, gönüllülük esasına dayalı kurumlarında böyle çürümeler başlamışsa, bilin orada işler iyi gitmiyor demektir.
Çünkü bu çöküş öteki kurumlara da hızla yayılıyor.
Şu halimize bakın.
Önce bir LGS krizi yaşadık.
Milli Eğtim, zaten bizzat bakanın eylemleri ile halkın itibar sıralamasında en altlara düşmüştü.
Şimdi “Parti rümuzulu ayrımcılık” üniversite sınavlarına da bulaştı duygusu yarattı.
Yüzbinlerce genç devletine olan güvenini sorguluyor.
Adalet ve yargı artık insanlar için ekonomiden sonra en büyük tehlike olarak görülmeye başladı.
e-Devlet’in dijital sinir uçları zona
Güvensizlik, devletin inanç damarlarına da yayılıyor.
Diyanet İşleri, sanki halkın gözünde devletin itibarını en dibe düşürmek için her hafta Cuma vaazlarında elinden geleni yapıyor.
Arkasından şimdi de sahte diploma krizi patladı.
Seçilmiş İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanın YÖK tarafından kabul edilmiş diplomasını bile elinden almayla çalışan iktidar, sahte diplomayı alanı da vereni de öyle seyrediyor.
Sahtecilik diplomadan, tapu kayıtlarına bulaşıyor.
Ama “Sessizlik kanunu” herşeyin üstünü örtüyor.
Yeni Türkiye’nin e-Devleti, dijital sinir uçlarından zona olmuş.
“Dijital Enflamasyon” halkın devlet kurumlarına olan itibarını da yakıyor.
Devlet sanki bütün kurumları ile oradan buradan sökük atıyor.
Bunların onda biri bir CHP’li belediyede olsaydı
İşte bu manzaraya bakıp yine 7 Şubat 2023 sabahına dönüyorum.
Muğla Belediyesinin , şehrin kapısında durdurulup, üzerine zorla “AFAD” amblemi yapıştırılan yardım kamyonuna…
Devletin, bir o kamyonun üzerindeki bez afişini değiştirme azmini hatırlıyorum.
Bir de bugün valiliğin gözü önünde Kızılay’da olup bitenlere karşı sessizliğini görüyorum.
Herkes gibi ben de aynı soruyu soruyorum:
Bunların onda biri bir CHP’li belediyede olsaydı ne olurdu?
Şimdi yerinde bir kayyım oturuyor olurdu.
Tabii kendisi de Silivri’de…