Kendinizi sürekli şikâyet ederken mi buluyorsunuz? Annenizden, babanızdan, ailenizden… İşinizden, iş arkadaşınızdan, eşinizden, sevgilinizden… Hayatınızdaki herkesten ama herkesten yakınıyorsunuz. Üstelik bu bir alışkanlık hâline gelmiş. O kadar ki, adeta bir yaşam biçimi olmuş.
Çevreniz size “İstersen bu döngüden çıkabilirsin” dediğinde ise, yüzünüzde hafif bir tebessüm beliriyor. Çünkü aslında biliyorsunuz ki çıkmak o kadar da kolay değil. Konfor alanınızı terk etmek demek; risk almak, belki de yeniden başlamak demek. Ve bu, kulağa cesaret verici değil, ürkütücü geliyor.
Ailenizle ilgili tüm şikâyetlerinize rağmen “şunun kızı”, “bunun kardeşi”, “ötekinin ağabeyi” gibi sosyal roller, sizi hâlâ besliyor. Bir aidiyet hissi veriyor, hatta görünmez bir itibar yaratıyor.
Arkadaş grubunuzda çoktan popülerliğinizi kurmuşsunuz. Her ne kadar o ortamdan dert yansanız da, o çember içinde bulunmak ruhunuza iyi geliyor.
İş yerinde mutsuz olduğunuzu her fırsatta dile getiriyorsunuz ama biliyorsunuz ki aynı konumda başka bir yerde kendinizi yeniden ispatlamak zor. Yeni bir ortamda, neler yapabileceğinizi göstermek kolay değil, emek istiyor.
İlişkileriniz mi? Aslında şikâyetçi olduğunuz kişiyle yan yana durmak, o “hayat fotoğrafında” sizi daha iyi gösteriyor olabilir. Size maddi ya da manevi bir statü sağlıyordur. İçten içe biliyorsunuz ama kendinize itiraf edemiyorsunuz.
Ve sonra… Yılda iki-üç kez, güvendiğiniz birkaç kişinin sırtına bütün bu şikâyetlerinizi boca edip hafifliyorsunuz. Sanki bütün bu sözleri siz söylememişsiniz gibi, hayatınıza aynı kişilerle devam ediyorsunuz.
Ama bir farkla… Siz rahatlamışsınızdır, karşıdaki kişi ise yüklenmiştir. Sizi dinlemiş, anlamış, belki gece boyu gözyaşı dökmüştür ama sabah bir bakar ki… Instagram’da, Facebook’ta, TikTok’ta… Siz, şikâyet ettiğiniz o kişilerle kahkahalar atıyorsunuz, öpüşüp koklaşıyorsunuz, mutluluk pozları veriyorsunuz.
Ne mi oluyor o zaman?
Kurbanlarınız şoktan şoka giriyor.
Siz ise bedava terapinizi almış, ama hiçbir ders çıkarmadan hayatınıza devam ediyorsunuz. Ta ki… O gün gelene kadar.
Bir gün, biri çıkar karşınıza. Sizi silkeler.
Drama kraliçesi olmadığınızı, ağaç olmadığınızı; isterseniz yer değiştirebileceğinizi yüzünüze söyler.
O kişi garip gelebilir, belki içinizi kıyacak sözler söyleyebilir. Ama o, gerçek aynanızdır.
Size bugüne kadar sadece kötü günlerinizi anlatıp dert yandığınız, ama hiç yük paylaşmadığınız insanlar gibi değildir.
Sizi hizaya sokacak, gözünüzü açacak bir aynadır o.
Unutmayın, dertleşmek başkadır, dert satmak başka.
Sürekli şikâyetle beslenen, çevresindekileri “duygu çöplüğü” gibi kullanan insanlar bir gün en yakınlarını bile kaybeder.
Ve en acısı da şudur: Onlar gittiklerinde, içten içe “Ben ne yaptım da bu insanlar yok oldu?” diye sormazlar. Çünkü cevapla yüzleşmek daha ağırdır.
İşte bu yazıyı okuyan siz…
Eğer kendinizi azıcık bile içinde bulduysanız…
Lütfen bir durun.
Bir düşünün.
Ve artık harekete geçin.
Ağaç değilsiniz.
Kök saldığınız yerden kalkabilir, başka bir hayata yürüyebilirsiniz.
Yeter ki gerçekten isteyin.
Ve bir daha çevrenizdekileri, “kurban” ilan edip kemirmeyin.