“Avrupa Birliği’nin dahi ekonomistleri Yunanistan’ın zeytinyağını fazla ürettiği sonucuna varmışlar ve piyasadaki İspanyol ve İtalyan zeytinyağları ile rekabet edemiyormuşlar.
O yüzden parlak bir fikir ile köylülere para karşılığında zeytin ağaçlarını kesmelerini ve yerlerine kivi ekilecek tarlalar yapmalarını önermişler. Kuşkusuz bu bir öneri değil, bir zorbalıktır. Stavrozoğulları zeytin ağaçlarını keserken hüngür hüngür ağlayan yaşlı bir köylü gördüğünü anlatır.”
A. Tabucchi
“Yolculuklar ve Öteki Yolculuklar”, Sayfa 70
“Hiçbir şey değişmedi. /Sadece nehirlerin akışı, /ormanların çizgisi, kıyı boyları, çöller ve buzullar. / Bu görünümler arasında ürkek ruh başıboş dolaşır, / gözden kaybolur, geri döner, yaklaşır, uzaklaşır, /kendine yabancı, yakalanamaz, / şimdi kesin, şimdi kendi varlığından kuşkulu, /bedeni var, var, var, varken / sığınacak yer bulamaz.”
Wislawa Szymborska’nın “İşkence “adlı şiirinin son dizeleri.
A. Tabucchi
“Yolculuklar ve Öteki Yolculuklar”
Sayfa 28
“Bir şehrin sokaklarıyla bir yazarın bellek kıvrımları arasında fark yoktur” diyen Antonio Tabucchi, rivayete göre, gençlik yıllarında bir tren istasyonunda Fernando Pessoa’nın bir kitabını buldu ve bu keşif, yaşamını değiştirdi.
Kitap, Pessoa’nın ünlü eserlerinden biri olan “O Livro do Desassossego” yani “Huzursuzluğun Kitabı” idi.
Bu olay, Tabucchi’nin Portekiz edebiyatına yönelmesine ve kendi edebi yolculuğunu başlatmasına neden oldu.
Bu öyle bir başlangıçtı ki, Pisa doğumlu İtalyan Yazar hayata gözlerini yumduğunda Portekiz, Lizbon’daydı.
Antonio Tabucchi’nin “Yolculuklar ve Öteki Yolculuklar” (Viaggi e Altri Viaggi, 2010) adlı kitabı, onun ölümünden (25 Mart 2012) kısa süre önce yayımlanmış, deneme-anı-gezi yazısı karışımı bir eser.
Bu kitapta Tabucchi, yalnızca coğrafi yolculuklarını değil, edebiyat, tarih ve hafıza içindeki “öteki yolculukları” da anlatıyor.
Sayfalar arasında, Lizbon’un ara sokaklarından Hindistan’a, Borges’ten Pessoa’ya, geçmişten belleğe yapılan soyut gezintilere kadar uzanan bir çeşit “gezgin düşünce atlası” kuruluyor.
Bu ‘hibrit’ bir eser: Ne tam bir gezi kitabı ne de yalnızca edebiyat eleştirisi. Yer yer kişisel hatıra, yer yer kültürel gözlem, yer yer felsefi dalışlar var.
Özellikle “öteki yolculuklar”, artık geri dönülemeyecek zamanlara ve kaybolmuş insanlara dair bir melankoli.
Eserdeki “öteki yolculuk” kavramı, yalnızca fiziksel hareketi değil, içsel dönüşüm’ü, bellekteki ve hayâli yolculukları da ifade ediyor.
Bu yüzden kitap, klasik bir seyahatname değil; çünkü her bölüm kendi içinde küçük birer zihinsel evren kuruyor.
Zaman-mekân kırılması ile fiziksel yolculuk ile zihinsel yolculuk aynı düzleme çekilir.
‘Sinsiloglar’ kelimesi Tabucchi’nin ironiyle türettiği, “sinsi insanları inceleyen hayali uzman” anlamında kullandığı bölüme bir gönderme olmalı.
Muhtemelen kurgusal, espri amaçlı ya da bilinçli olarak uydurulmuş bir kelime olabilir.
“Sinsi” + “log” ekiyle bir mizah ya da ironi durumu ifade eden bir türetme gibi.
Bir yerde karşılaştığım “Sinsilolog” (yoksa sinsirolog muydu) ifadesi, muhtemelen, metnin Türkçeye çevirisinde özgün İtalyanca bir kelimeye yaratıcı şekilde yaklaşılması da olabilir. Bunu bilmiyorum.
Veya başka bir ilintili kaynağa dayanan (bir makale, röportaj ya da eleştirel inceleme) farklı bir yorum ya da espri, şeklinde bir bağlama da sahip olabilir.
Her ne hâl ise, bence başlangıçta alıntıladığım, Yunanistan’ın zeytinyağını fazla ürettiği sonucuna varmış “Avrupa Birliği’nin dahi ekonomistlerinin” art-niyetlerine cuk oturuyor.
Aynı yazardan öğrendiğime göre, andığım kitabında geçen Portekizce “solitudine” kelimesinin tanımı aşağıdaki gibiymiş:
Portekizce saudade sözcüğüne eşdeğer olarak, “Kaybedilen bir şey için duyulan hüzün, yitirilen sevgili; bir kişinin hem tatlı hem acı anısı.”
Bunun içimizde bir yerlere gizlemek istediğimiz, için için pişmanca bir duygunun karşılığı olduğunu sanıyorum.
Kırk yıl önce, eşyalarla birlikte İstanbul’dan gelip onları Bodrum’daki eve taşıyan, kan-ter içinde kalmış hamalları soluklanmaları için kıyıya öğle yemeğine indirmiştim.
Biri tam karşımıza düşen Karaada’ya bakıp, “Beyim bu ada bizim midir?” diye sormuştu.
“Bizimdir” dedim.
Bir nefes alıp, “Değilse, biz bitmişiz” diyerek fikrini fısıldamıştı.
Az önce “İçimizde bir yerlere gizlemek istediğimiz, için için pişmanca bir duygu”yu yazdım.
Eğer o da yoksa, hikâyesini anlattığım hamal gibi düşünüyorum.