Ayrımcılıktan arınmış bir dil mümkün mü?
26 Ağustos 2025

Dil, yalnızca bir iletişim aracı değil; aynı zamanda kültürün, değerlerin ve toplumsal normların hem taşıyıcısı hem de yansımasıdır — bir anlamda toplumun aynasıdır. Sosyologlar, dilin yalnızca bir araç değil, aynı zamanda bir “toplumsal kurum” olduğunu savunuyor. Bu bakış açısı ise dilin dönüşümü, toplumsal değişimlerin hem nedeni hem de sonucu olarak karşımıza çıkıyor.

Dijitalleşme, küresel eşitlik hareketleri ve kimlik politikalarının yükselişiyle birlikte, dil de bu dönüşümden payını almaya başladı. Antonio Gramsci’nin “hegemonya” kavramı üzerinden bakarsak; egemen sınıflar ya da gruplar, dili kullanarak kendi dünya görüşlerini “doğal” hale getirmektedir. Örneğin;

  • “Adam gibi konuş”, “erkek sözü”, “kız gibi ağlama” gibi ifadeler, cinsiyetçi normların dil aracılığı ile içselleştirilmesine hizmet eder.
  • “Beyaz yakalı”, “kara gün”, “temiz kan” gibi ifadeler ise sınıfsal, ırksal veya kültürel üstünlük/altlık hiyerarşilerini pekiştirir.

Howard Becker’in öne sürdüğü “Etiketleme Teorisi” ise bireylerin nasıl tanımlandıklarının, kim oldukları kadar önemli olduğunu söyler. “Deli”, “özürlü”, “eşcinsel sapkın”, “yasadışı göçmen” gibi etiketleyici dil formları, bireyleri belli kalıplara hapseder ve toplumsal dışlanmaya neden olur.

Günümüzde toplumsal dışlanma; yalnızca ekonomik ya da fiziksel değil, dilsel düzeyde de yaşanıyor. Irk, cinsiyet, cinsel yönelim, engellilik gibi alanlarda kullanılan bazı kelimeler doğrudan dışlayıcı bir yaklaşım içermektedir. Bu nedenle, kelimeleri yeniden düşünmek ve gerektiğinde dönüştürmek toplumsal adaletin bir parçası olmalıdır.

Herkes kapsayıcı bir dil kullanmak zorunda hissediyor

Özellikle 2020’lerden sonra sosyal medya, dilin dönüşüm hızını radikal biçimde artırdı. Dijital dünyadaki platformlar üzerinden yayılan aktivizm, bireylerin kendi kimliklerini ifade etme biçimlerini dönüştürdü. Etiket kampanyaları dilin politik bir araç olarak kullanımına güçlü örnekler sundu. Bu mecralarda yaygınlaşan yeni söylemler, kurumların ve kamusal alanın dilini de dönüştürmeye başladı. Artık yalnızca bireyler değil, markalar, kurumlar, üniversiteler, medya kuruluşları daha kapsayıcı bir dil kullanmak zorunda hissediyor.

2025 ve sonrası, sadece teknolojik veya politik değişimlerin değil; aynı zamanda dilin de dönüştüğü bir dönem olacak gibi görünüyor. Kullandığımız kelimelerle dünyayı daha adil ve kapsayıcı bir yer haline getirmek mümkün. Bu değişim elbette farkındalık, öğrenme ve niyetle başlıyor.

Elbette bu dönüşüm, herkes tarafından olumlu karşılanmıyor. Kimi çevreler bu değişimi “aşırı duyarlılık” veya “ifade özgürlüğüne tehdit” olarak görüyor. Ancak sosyolojik olarak bakıldığında, bu direniş de aslında mevcut güç yapılarını koruma refleksinin bir parçası. Toplumsal değişim her zaman çatışma yaratır; dildeki dönüşüm de bu çatışmanın bir yansıması olması doğaldır.

Türkçede hangi ifadeleri dönüştürmeliyiz?

Yeni dünyada artık kullanılmaması gereken bazı tanımlara birlikte bakalım.

  • Blacklist /Whitelist yerini Blocklist / Allowlist’e bırakıyor. Çünkü önceki tanım; siyah kötü, beyaz iyi diyerek ırksal çağrışımlar içeriyordu.
  • Transsexual yerini Transgender’a bırakıyor. Çünkü yeni tanım daha kapsayıcı.
  • Chairman yerini Chairperson’a bırakıyor. Çünkü meslek ve pozisyon tanımlamaları cinsiyetsiz olmalı.
  • Handicapped yerini Person with a disability’ye bırakıyor. Çünkü kişinin durumuna hem saygı gösterilmeli hem de kişiliği öncelik olmalı.
  • Crazy, Psycho gibi tanımlar yerini Person with a mental health condition’a bırakıyor.

Peki, Türkçede hangi ifadeleri dönüştürmeliyiz?

  • “Adam gibi konuş”“Düzgün konuş / Saygılı konuş”
    • Sorun: “Adam gibi” ifadesi erkekliği norm kabul eder.
  • “Karı gibi” / “Kız gibi ağlama”“Ağlama” / “Duygularını bastırma”
    • Kadınlık küçültücü anlamda kullanılır.
  • Çingene pazarlığı”“Sıkı pazarlık / Sert pazarlık”
    • Romanlara yönelik negatif stereotipi besler.
  • “Karakış”, “Kara haber”, “Kara gün” → Irkçılık tartışmaları bağlamında yeniden düşünülmelidir.

Kapsayıcı bir dil, yalnızca “doğru kelimeleri seçmek” değildir; aynı zamanda bir toplumun vicdanını ve adalet anlayışını yeniden inşa etme çabasıdır. Bu, tek seferlik değil; sürekli bir farkındalık, öğrenme ve dönüşüm sürecidir. Kullandığımız her kelime ya ayrımcılığı yeniden üretir ya da adaleti büyütür.  Toplumun aynası olan dili dönüştürmeden, toplumsal yapıyı dönüştürmek de mümkün değildir. Şimdi aynaya yeniden ve dikkatle bakma zamanı.

ÇOK OKUNANLAR