Değerli okuyucular bu haftaki konuyu yapay zeka da işledi. Takdir sizin
Bebeğinizin gözyaşları sel gibi akarken kalbiniz burkulur içiniz acır onu teselli edene kadar uğraşır susunca da bir oh çekersiniz.
Yaz sıcağında kavrulurken bir şişe su alıp kana kana içtiğimizde yeniden doğmuş gibi oluruz.
Üzüntüden kahrolurken bile su yanına ulaşırsak denizin dalgalarının, bir çağlayanın, derenin akan sesinde kısa sürede huzur buluruz.
Ne zaman kirlensek akan suyun altında yıkanıp kurulandıktan sonra bir yere uzandığımızda dertlerimiz zihnimizden çeker gider.
Çayımızı ya da kahvemizi duru bir suyla demledikten sonra dostlarla sohbet etmek ne büyük bir keyiftir.
Rakıya soğuk su katmaya başladığımızda buğulandığında kederlerimiz çoğunlukla arka kapıdan kaçmak için yol arar.
Mutfağınızda pilavınıza kattığınız kaynar suyun ayarını tutturduğunuzda gülümsersiniz. Yanına yaptığınız kuru fasulye ile ne de iyi gider. Hele hele eşinize de yazdınızsa: Turşu almayı unutma en sevdiğin yemeği yaptım.
Zaman zaman baharda yağan Nisan yağmurlarının eşliğinde yeniden sevdalanır mıyım? diyerek sakin sakin yürürsünüz. Şemsiye istemezsiniz ne de olsa ahmak ıslatan.
Yazın sıcaklarında kendinizi atacak bir su kenarı bulursunuz. Dal denize, nehire, göle ve ruhun arınsın. Bedenin uyansın.
Su hayattır. Ben gençken eğer bir gün kızım olursa adını Su erkek olursa Toprak koyarım demiştim. Her ikisi da yaşamdır.
Hayat yanı başımızda ve bila bedel olunca kıymetini bilmeyiz. İnsanız ya huyumuz kurusun. Yok edip kirletiriz kullanılamaz hale gelinceye kadar tüketiriz. Eşzamanlı da çözüm ararız.
Yüzyıldan kısa bir zaman içinde dünyamızın temiz su kaynaklarını el birliğiyle neredeyse yok ettik. Temiz suya nasıl ulaşabiliriz diye araştırıp yeni yöntemler keşfettik. Bekliyoruz. Kullanılacak su kaynakları bitsin ki harekete geçelim.
Önceleri endişeliydim. Ama şimdi içim rahat. Deniz suyundan ve havadan su üretebiliyoruz.
Tarımda da temel kaynak toprak ve su. Topraksız ve minimum suyla nasıl tarım yaparız dedik formüllerini de bulduk.
Yirmi birinci yüzyılın savaşları petrol değil su savaşları olacak diye buyurdular. Petrol bitince yerine geçen ucuz enerji yolları çoktan icad edildi Aynısı su için de geçerli.
Dünyadaki ilk medeniyetler hep su kenarlarında kurulmuş. Tarım da bu sayede gelişmiş. İnsanlık su sayesinde var olmuş. Bu arada vücudumuzun da büyük bir kısmı su zaten. Ama inatla hem kendimizi hem de dünyanın tüm kaynaklarını ışık hızıyla tüketiyoruz.
Biz neden gelecek nesilleri düşünmeden yaşıyoruz? Hadi onu bırakın neden kollektif bilincimiz ancak bir felâket sonrası harekete geçiyor ve hemen akabinde de yine koca koca BEN lere dönüşüyoruz.
Diyelim ki on bin hadi otuz bin yıldır tekâmül içindeyiz. Bir arpa boyu vardığımız yol bu mudur? Büyüklerimiz diyorlar ki kapitalizm bunun sebebi. Sanki var olduğumuzdan beri savaşmıyormuş, yekdiğerimizin haklarına tecavüz etmiyormuşuz gibi.
Sorun insan. Bindiği dalı kesen yaşamak için en temel olan ihtiyacını tüketen, komşusununkine tecavüz eden, gözü doymayan insan.
Sanmayın ki politikacılar özel seçilmiş kötü insanlar. Onlar da içimizden birileri. Son dönemde ortaya saçılan siyasi mücadele yöntemlerine ve çevresindeki insanlara bakın. Yeter.
Bazen içimden geçmiyor değil. Denizler yükselse, bu medeniyeti silip süpürse, ikinci bir Atlantis gibi sular altında kalsak ve yeniden doğsak.
Sizce Nuh’un gemisine binsek ve sonrasında dönsek farklı bir medeniyet kurabilir miyiz? Ne dersiniz?
Su, bu ülkenin en stratejik kaynağı olması gerekirken, yıllardır yanlış politikaların, rant uğruna alınmış kararların kurbanı oldu. Bugün Anadolu’nun birçok köyü tanker beklerken, büyük şehirlerde su faturaları birer vergi gibi kabarıyor. Halkın cebinden çıkan paralarla yapılan dev barajlar, gösterişli açılışlarda propaganda malzemesi oluyor ama kurak topraklara bir damla adalet düşmüyor.
İktidar, yıllardır suyu yönetmek yerine tüketmeyi seçti. Beton projeler uğruna dereler kurutuldu, maden şirketlerine verilen imtiyazlarla yeraltı suları zehirlendi, tarımda bilimsellik yerine günü kurtaran politikalar yürütüldü. Sonuç ortada: Bir yanda lüks sitelerde şelale süslemeleri, diğer yanda köylerde içecek bir bardak temiz suya muhtaç insanlar. Bu tablo yalnızca doğanın değil, siyasetin eseridir.
Her fırsatta vatandaşa “musluğu kapat, suyu israf etme” diyenler, milyonlarca ton suyu geri dönüşsüz kirleten sanayi tesislerini görmezden geliyor. Bir yandan “su tasarrufu” kampanyalarıyla halkın vicdanı sıkıştırılıyor, diğer yandan su kaynakları sermayeye peşkeş çekiliyor. Bu, apaçık bir ikiyüzlülük değil de nedir?
Bugün su meselesi yalnızca çevresel bir kriz değil, doğrudan siyasal bir ihanettir. Halkın en temel hakkı, yani yaşam kaynağı, çıkar gruplarının elinde bir silaha dönüşmüş durumda. Eğer bu ülkede gerçekten suyu korumak istiyorsak, önce bu düzeni değiştirmek zorundayız. Çünkü suyu kaybetmek demek, sadece doğayı değil, geleceğimizi ve özgürlüğümüzü de kaybetmek demektir.
Suyu korumak, sadece çevreyi değil; çocuklarımızın özgürlüğünü savunmaktır.