Uluslararası Af Örgütü’nün de aralarında bulunduğu 12 örgüt, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu’na açılan dava için “amicus curiae” görüşü sundu. Örgütler, davanın avukatlık mesleğinin bağımsızlığına doğrudan saldırı olduğunu vurgularken, baronun yaptığı açıklamanın suç sayılamayacağını belirtti. Davanın iki gün sürmesi beklenen ikinci duruşması yarın başlıyor.
12 insan hakları ve meslek örgütü Baro Yönetim Kurulu’na açılan davayla ilgili olarak, “amicus curiae (mahkeme dostu)” ortak görüşü hazırladı.
Ortak görüş cuma günü İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunuldu.
Davanın iki gün sürmesi beklenen ikinci duruşması yarın başlıyor.
Uluslararası Af Örgütü, Avrupa Barolar ve Hukuk Dernekleri Konseyi, Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi’nin de yer aldığı 12 uluslararası hukuk ve insan hakları örgütünün, yarın başlayacak olan İstanbul Barosu Yönetim Kurulu’na açılan davanın ikinci duruşmasına ilişkin hazırladıkları ortak görüş, 5 Eylül’de İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunuldu. Hazırlanan görüşte, davanın hukuk mesleğinin bağımsızlığına “doğrudan bir saldırı” olduğu vurgulandı.
İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu ve 10 yönetim kurulu üyesine yönelik , iki Kürt gazeteci Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in, Suriye’nin kuzeyinde insansız hava aracı saldırısında öldürülmesi iddiasının ardından, Baro’nun 21 Aralık 2024’te yaptığı basın açıklaması gerekçe gösterilerek açıldı.
İstanbul Barosu yaptığı açıklamada, çatışma bölgelerindeki gazetecilere sağlanması gereken uluslararası hukuk güvencelerini hatırlatmış, ölümlerin etkili bir şekilde soruşturulmasını ve aynı gün İstanbul’da düzenlenen bir gösteride gözaltına alınan protestocular ve avukatların serbest bırakılmasını talep etmişti. Buna karşılık Türkiye’deki soruşturma makamları, Baro yönetimi hakkında “terör örgütü propagandası” ve “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçlarından ceza soruşturması açtı. Makamlar, eş zamanlı olarak, yönetim kurulunun görevlerine dair yasada belirtilen amaçları aştığı gerekçesiyle görevden alınmasına yönelik bir dava süreci başlattı.
12 örgütün ortak görüşünde, bu davaların Türkiye’nin Uluslararası İnsan Hakları Hukuku kapsamındaki yükümlülükleri ihlal ettiğini savunuyor. İstanbul Barosu’nun açıklamasının, baronun insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü savunma yönündeki mesleki görev ve yükümlülükleri kapsamında olduğunu belirtiyor.
İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, 21 Mart 2025 tarihinde Yönetim Kurulunun tamamının görevine son verilmesini kararlaştırdı. Karar, istinaf aşamasında bulunuyor.
Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi Direktörü Ayşe Bingöl Demir, konuya ilişkin “İstanbul Barosu Yönetim Kurulu’na açılan ceza ve hukuk davaları, hukuka uygun, hak temelli savunuculuk faaliyetinde bulunulmasına karşı misilleme niteliğinde. Bu süreçler, avukatlık mesleğini sindirmeye ve devlet otoritesine eleştiri yönelten kurumları susturmaya yönelik geniş çaplı bir çabanın parçasıdır” ifadelerini kullandı.
Avrupa Barolar ve Hukuk Dernekleri Konseyi (CCBE) Başkanı Thierry Wickers’ın “Bu eylemler, sadece İstanbul Barosu’na yönelik bir saldırı değil, demokratik bir toplumun temel direklerinden biri olan ve hukukun üstünlüğünün sağlanması ve devlet gücünün kötüye kullanılmasının önlenmesi için temel güvence teşkil eden bağımsız avukatlık mesleği fikrine yönelik bir saldırıdır” sözlerinin üzerine imzacı örgütler, baroların hukuk ve insan haklarıyla ilgili kaygılarını herhangi bir baskı, sindirme ya da cezalandırma tehdidi olmaksızın dile getirebilme özgürlüğüne sahip olması gerektiğini vurguluyor.
Uluslararası Barolar Birliği İnsan Hakları Enstitüsü Direktörü Baroness Helena Kennedy, İstanbul Barosu’nun yaptığı açıklamaya ilişkin, “Böyle bir açıklamanın suç sayılması, hukuken savunulamaz ve siyasi açıdan da son derece kaygı vericidir” dedi.
İmzacı örgütler, bu davanın münferit olmadığını, Türkiye’de baroların artan müdahalelerle karşı karşıya kaldığı, avukatların mesleki faaliyetleri nedeniyle giderek daha fazla yargılanmaya maruz kaldığı ve muhalif kurumların sistematik baskılarla sindirilmeye çalışıldığı daha geniş bir örüntünün simgesi olduğunu vurguladı.
Af Örgütü Avrupa Bölgesel Direktör Yardımcısı Dinushika Dissanayake de şunları kaydetti:
“Bu davada yaşananlar, sadece yapısal bir sorunun yansıması değil, aynı zamanda son derece tehlikeli bir emsal teşkil etmektedir. Ceza hukuku yalnızca görevlerini yerine getiren avukatları, onların meslek örgütlerini ve insan hakları savunucularını hedef almak amacıyla kötüye kullanılmaktadır. Türkiye’nin aşırı geniş düzenlenmiş terörle mücadele yasaları istismara açıktır. Bu tür kovuşturmalar, yetkililerin insan hakları yükümlülüklerine uymalarını talep etmenin ağır bir bedeli olduğunu ve hem avukatların hem temsilcilerin hem de hepimizin ifade özgürlüğü hakkının keyfi olarak sınırlandırılabileceğini gösteren gözdağı niteliğinde bir mesaj vermektedir. Bu tablo karşısında adil olan tek sonuç, yarınki duruşmada İstanbul Barosu’nun tüm yöneticilerinin beraat etmesidir.”