Her Ailede “Seçilmiş Bir Köle” Var mıdır?
08 Eylül 2025

“Sen olmasan biz ne yaparız?”

Bu cümlenin muhatabı çoğu evde vardır. Sessizce yükleri sırtlayan, herkesin krizini çözen, kendi ihtiyaçlarını geri plana atan kişi… İşte ailenin “seçilmiş kölesi.”

Psikoloji buna parentifikasyon diyor: Çocuğun ebeveynleşmesi. Görünmez emek öyle normalleştirilir ki, kişi aileyi bir arada tutan yapıştırıcıya dönüşür. Ama bedeli ağırdır: tükenmişlik, görünmezlik, kronik suçluluk.

“Sürekli ‘iyi’ davranmaya zorlanan çocuk, ileride kendi kimliğini bastırarak yaşar.”
— Alice Miller

Filozofların metinleri de bu gerçeğe ayna tutar. Nietzsche, “köle ahlakı”nı başkalarının onayını erdem sanmakla tanımlar. Sartre, özgürlüğün sorumluluktan kaçışla ipotek edilmesini “kötü niyet” olarak açıklar. Fromm ise aile sevgisinin bazen özgürlük değil, yeni bir tutsaklık yarattığını söyler.

Edebiyat ve biyografiler de benzer sahnelerle doludur. Tolstoy’un Anna Karenina’sındaki Kitty, ailesi uğruna kendi arzularını erteler. Frida Kahlo, bedensel acılarına rağmen çevresine enerji saçan “fedakâr”dır. Hep aynı rol: görünmez kahraman, seçilmiş köle.

Bizim kültürümüzde bu rol genellikle “abla”ya ya da “fedakâr evlat”a yüklenir. Romantize edilir, kutsanır. Oysa fedakârlık özgürleştiriyorsa değerlidir; zincire dönüştüğünde sadece tutsaklıktır.

Kurbanın Hayal Kırıklığı

Uzun vadede saygı ve sadakat bekleyen kurban, bu karşılığı çoğu zaman alamaz. Çünkü özveri alışkanlığa dönüşür, takdir edilmez. “O zaten yapar” algısı, teşekkürün yerini alır. Böylece yük artar, karşılık azalır.

Nietzsche’nin dediği gibi:

“Minnet, çabuk unutanların icadıdır.”

Böylece seçilmiş köle hem tükenir, hem de beklediği sadakat ve saygıyı göremediği için ikinci kez incinir.

En Yıkıcı Darbe: “Yapmasaydın”

Seçilmiş köle kendi ihtiyacını dile getirdiğinde çoğu kez inandırıcı bulunmaz. Yardım talebi, sanki “aşırı hassasiyet” ya da “abartı” gibi görülür. En derin kırılma ise şu anda yaşanır:
“Ben senin için yaptım” dediğinde, karşılığında gelen “Yapmasaydın” cevabı.

Bu, bütün özverisinin, hatta kimliğinin üzerine inşa edildiği değerin tek kelimeyle boşa çıkarılmasıdır. Psikolojide bu durum “çifte bağlanma” diye tanımlanır: aynı anda hem gerekli hem gereksiz hissettirilmek. Edebiyatın kahramanları da bunu anlatır; Dostoyevski’nin karakterleri karşılık görmeyen sadakatleriyle hep bir uçurumun kenarında yaşar.

En büyük darbe, ihmal değil; verdiğin emeğin yok sayılmasıdır.

Her ailede bir seçilmiş köle olabilir. Ama bu kader değildir. Adını koyduğumuzda, yükü paylaştırdığımızda ve “hayır” diyebildiğimizde değiştirilebilir.

Sevgi, adaletle buluşmadığında geriye yalnızca sessizce yorulan bir kalp kalır.

ÇOK OKUNANLAR