İnsanın çift olma hali kadim bir soru. Evlilik, birlikte yaşamak, bir ilişki içinde olmak… Gerçekten doğamız mı bizi buna yönlendirir, yoksa yaşadığımız toplum mu?
Psikoloji bize şunu söylüyor: İnsan sosyal bir varlıktır. Bağ kurma ihtiyacı biyolojik düzeyde vardır. John Bowlby’nin bağlanma kuramı, bebeklerin hayatta kalmak için bakım verene bağlanma refleksiyle doğduğunu gösterir. Yani ilişkilenme, aslında ilk nefesle başlar.
Ama bu, illa ki romantik çift ilişkisi anlamına gelmez. Tek başına da yaşam mümkündür. Antik Yunan’da Stoacılar erdemin yalnız başına da korunabileceğini savunurdu. Nietzsche için gerçek özgürlük, çoğu kez kalabalıklardan koparak yalnız yürümekteydi.
Toplum ise başka bir şey fısıldar: “Yalnızsan eksiksin.” Çocukluktan itibaren aile, çevre, ülke hep aynı telkini yapar. Masallar “mutlu son”u evlilikle bağlar, filmler aşkı tek kurtuluş gibi gösterir. Böylece birey kendini evlilik ve ilişkiler etrafında ölçmeye başlar.
Tarihten İzler
Ortaçağ Avrupa’sında evlilik bir aşk değil, siyasi ittifaktı. Aşk, hatta yasaktı; aşkı yaşamak için saray dışında gizli bahçeler aranırdı.
Divan edebiyatında aşk, çoğunlukla mecazla anlatıldı. Gerçek aşk değil, ilahi aşk kutsandı. Bu da gösteriyor ki aşkın ve birlikteliğin algısı her dönemde toplumsal koşullara göre değişti.
Tolstoy’un Anna Karenina’sı, toplum baskısıyla bireysel arzunun çeliştiğinde nasıl yıkıcı bir sona sürüklediğini anlatır. Anna’nın aşkı bir ihtiyaçtır, ama toplumun kuralları bu ihtiyacı boğar.
Günümüzün Çelişkisi
Bugün ise farklı bir baskı var. Popüler kültür bize “çift olmak” üzerinden değer biçiyor. Sosyal medyada ilişki fotoğrafları, düğün videoları, “ideal çift” imgeleri sürekli önümüze çıkıyor. Yalnızlık çoğu zaman eksiklik gibi pazarlanıyor.
Ama aynı zamanda “özgürlük” söylemi de yükseliyor: Tek başına seyahat, tek başına kariyer, tek başına yaşamak övülüyor. Yani çağımız, bir yandan ilişkiyi dayatıyor, öte yandan yalnızlığı cazip bir alternatif olarak sunuyor.
Gerçek Nedir?
Bir kısmımız için çift olmak ihtiyaçtır. Aidiyet, paylaşım, birlikte yaşlanma arzusu insan doğasının güçlü bir yanıdır. Ama bir kısmımız için yalnızlık, özgürlüğün ve yaratıcılığın anahtarıdır.
“İhtiyaç mı, baskı mı?” sorusunun tek bir cevabı yok. İnsan ya doğasının sesini ya da toplumun baskısını dinler. Çoğu zaman ikisini aynı anda.
Asıl mesele şudur:
Biz ilişkileri gerçekten istediğimiz için mi kuruyoruz, yoksa “öyle olması gerektiği” söylendiği için mi?
Eğer ikinci neden ağır basıyorsa, o zaman ilişki bir ihtiyaç değil, bizi içine çeken bir sarmaldır.