Kuralsızlaşma, hızlı zenginleşme ve gözümüzün önünde olanlar
12 Eylül 2025

Belki İstanbul’un yanlış bir mahallesinde oturuyorum ve hep yanlış mahallelerinde geziyorum diye bir çeşit algıda seçicilik yaşıyorum ama gün boyu etrafımda gördüğüm bir sembol otomobil var, son birkaç yılda o modelin sayısında büyük bir artış olduğunu düşünüyorum.

Kastettiğim otomobil ve modeli Mercedes’in G-Wagon adı verilen modeli. Mercedes’in ‘G Serisi’ diye adlandırdığı model, son 10 yılın Türkiye’de de dünyadada son moda arzu objesi SUV tipi araç.

Macera filmlerinden tutun bazı TV dizilerine kadar her yerde “statü arabası” olarak bu modeli görüyoruz. Bu tabii Mercedes’in dünya çapındaki halkla ilişkiler/reklam kampanyasının sonucu. Ama gerçek hayatta da bir karşılığı var; özellikle de Türkiye’de.

Bu aracın en üst modeli olan G 63, ülkemizde 26 milyon liraya (635 bin dolar) satılıyor. En ucuzu G 450d ise 19 milyon liraya (465 bin dolar).

Bunlar çok büyük paralar. Hele bir otomobile vermek için aşırı büyük paralar. Aynı paraya ev almak, para kazandıracak yatırımlar yapmak mümkün.

Ben, dediğim gibi subjektif bir gözlem olarak, her gün bu model araçlardan onlarcasını gözlerimle görüyorum. Bazen genç hanımlar kullanıyor, bazen sakallı genç erkekler.

İnternette bu araçtan 2024’te kaç tane satıldığını öğrenmeye çalıştım, bir Mercedes yetkilisinin “Üst sınıf araç satışlarımız da 2023 yılına kıyasla yüzde 26 oranında arttı. İçten yanmalı G-Serisi en çok satan aracımız oldu” dediğini gördüm.

Türkiye’de 2024 yılında SUV tipi araçlarda “lüks” ve “üst lüks” kategorisinde 18 binden fazla araç satılmış. Bunların kaçı G-Wagon bilmiyorum ama çok olmalı.

Kim bu insanlar çok merak ediyorum. Bu denli pahalı otomobillerini pervasızca kahyalara teslim ediyor, eğlence yerlerine gidiyorlar. Bazı kalburüstü özel okullarda sabah okul başlama saati öncesi veya öğleden sonra okul çıkış saatinde bu modelden onlarca araç çocukları bırakmak veya almak için okul önünde görülüyor.

Sahiden kim bu insanlar bir otomobile 500 bin dolar veren? Nereden kazanıyorlar bu paraları?

Otomobil tabii lafın gelişi aslında. Denizlerdeki tekne sayısının artışına bakıyorum, “lüks konut” adı verilen konutların sayısındaki artışa bakıyorum, hep aynı sonuca varıyorum:

Ülkemizde son 20-25 yıla damga vuran gelişmelerin başında bazı bireylerin hızlı zenginleşmesi geliyor.

Bir yanıyla refahın yayılması bu elbette. Ak Parti’ye çok kızıyor olsak bile hepimizin hayat standardının bundan 25 yıl önceye göre daha yüksek olduğunu kabul etmeliyiz.

Öte yandan bu zenginleşmenin ve refah artışının tek nedeni Ak Parti iktidarı da değil. Dünya, 2008 krizinin ardından büyük bir para bolluğuna boğuldu. Aynı bolluk pandemi ile yeni zirvelere tırmandı. Dünyanın dört bir yanında “lüks” adı verilen tüketimde müthiş artış oldu, düşünün bir zamanların sıradan içecekleri olan kahve, tekila, votka, cin gibi şeylerin bile “lüks”ü çıktı.

Bu küresel çılgınlıktan elbette Türkiye de payını aldı. Türkiye’de bir kısım da olağanüstü gösterişli bir yaşama geçti. O gösterişli yaşam evet bir yandan bir çeşit görgüsüzlük ama bir yandan da çoğunluğun imrendiği, özendiği bir hayat.

Bu hayatların bir ucu kuşkusuz şirketler dünyasına uzanıyor. Dün sabahtan beri Can Holding isimli bir şirketten konuşuyoruz. Bu şirket epeydir yaptığı büyük şirket alımlarıyla adından söz ettiriyordu. Daha yakın zamanda epey bir parayı gözden çıkarıp Tekfen Holding’de çoğunluk hissedar olmak üzereydiler.

Tekfen Holding ki, bu ülkenin sayılı müteahhitlik şirketlerinden biri olarak uzun yıllar boyu ciddi zenginlik yaratmış bir şirket, onu satın alan şirket herhalde ondan da zengin olmalıydı.

Tekfen’i iyi eğitimli üç genç mühendis kurmuş, 70 yılda bugün olduğu yere tırnaklarıyla kazıya kazıya getirmişti. Pek onu satın alan Can Holding neydi, ne yapmıştı?

Son dönemde bazı teknoloji şirketlerinin ülkemizde de büyük ve hızlı yükselişini gördük. Mobil oyunlar üreten bir şirket kurucularına milyarlarca dolar kazandırdı örneğin.

Ama Can Holding böyle bir şirket değil. 

Bu holding 2019’dan beri milyonlarca dolarlık şirket alımı yaparken kimsenin dikkatini çekmemiş, “Nereden geliyor bu değirmenin suyu” diye sorulmamış olabilir mi?

Benzer bir konuyu Sezgin Baran Korkmaz adı etrafında da konuşmuştuk. Ama SBK başlangıç sermayesi bilinmemekle birlikte hiç değilse iflas halindeki şirketlere mafyavari el koymalarıyla meşhur birisiydi.

Oysa Can Holding’in tam olarak ne yapıp da bu satın almalar için gerekli yüzmilyonlarca doları bir araya getirdiğini hiç öğrenemedik.

Kuralsızlaşmanın ve zenginliği sorgusuz sualsiz kabullenmenin bir sonucunu yaşıyoruz korkarım.

Burada Rıza Zarrap karşılaştırması bir yere kadar geçerli. Zarrap, sonuçta İran devletinin dünyanın geri kalanı tarafından “kara para” kabul edilen ve Türkiye’de HalkBank’ta özel bir hesapta yatan parasını bir nevi aklıyor, içinden kendi komisyonunu alıp İran’a mal veya altın olarak geri yolluyordu. Bunu yapabilmek için Türkiye’de rüşvet dağıtması bizim için belki önemliydi ama onun para kazanma düzeni açısından bir detaydı sadece. Para İran’ın doğal gaz ve petrol parasıydı.

Peki Can Holding’in parası nereden geliyordu? Kendileri “Yasal yollarla kazandık” diyecekler muhakkak.

Çok çarpıcı bir kapı açıldı.

ÇOK OKUNANLAR