En son ne zaman elinizle toprak karıştırdınız, toprağın üzerine yatıp gökyüzüne bakarak bulutların şekillerinden hikâyeler uydurup hayaller kurdunuz? Ya da hiç çocukluğunuzdan beri toprakla haşır neşir oldunuz mu?
İtiraf edeyim ki ben olmadım. Nişantaşı’nın ünlü taşına beş yüz metre mesafede büyüdüm. Alman Hastanesinin bir odasında annem doğum yapmış hemen ertesi gün eve gelmişiz. Kuyulu Bostan Sokak başında. Şimdiki adı değişik ama taştan sonra sağdan 3. Sokak.
Zemin katından beş yaşındayken taşındık. Baytar Ahmet sokağa dört yıl sonra da Kodaman Sokağa. Ben Nişantaşı’nı terk ettiğimde kırk yaşıma varmıştım.
Hayatımda ayak bastığım tek toprak zemin Şişli’nin arkasındaki çayırlardı. Koşup oynarken hayâl meyâl hatırlıyorum.
Evimizin Balkonundan bakınca da yemyeşil bir İstanbul görünürdü. Buralara Mecidiyeköy derlerdi. Otobüste son durak şimdiki Cevahir AVM nin olduğu yerdi. Devamı dutluk çayır bayır.
Toprakla çocukken ilişkim zayıf olsa da onun bizler için neler ifade ettiğini su gibi küçük yaşta öğrettiler.
Ülkemiz dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biriydi. Tahıl deposuydu. Sebze ve meyve bol bol yerdik. Nereye tohum atsan ürün fışkırırdı. İklimimiz tarıma çok uygundu ve bizler bu ülkede yaşadığımız için çok şanslıydık.
İlk okulda yerli malı haftası yapılır ve bizlere yerli ve milli olanın değeri öğretilirdi.
Yaz ise bizler için deniz demekti. Dolayısıyla ben yeşilin değil mavinin aşığı oldum. Son taşındığım Sarıyer’deki evimin elli metre ötesinden her gün Boğaz’ın tertemiz suyuna giriyorum. Bekleriz efendim.
Toprak ana deriz. Toprak Baba değil. Toprak bereketin, doğanın yaşamın simgesidir. Sürekli doğurandır. Bazen iki ya da üç kez ekin verir. Sen ona iyi bak ki o da sana verimkâr olsun. Bir ekersin on biçersin. Seni korur kollar. Kucağına yattın mı derdin tasan kalmaz. İstanbul’da ise bir karış toprak bulursan yatma sakın hemen üzerine beton dik, etrafını çevir ve yaşarken içine gömül. Böylesi daha akıllıca olmalı ki her yer beton.
Evrim teorisine inanıyorsanız yeryüzünde su ile başlayan ve toprağa taşınan yaşamdaki en gelişmiş varlığız, inanmıyorsanız tüm tek tanrılı ya da çok tanrılı dinlerin temelinde de topraktan gelmiş olduğumuz söylenir.
Toprak ve insan ve yaşam bir bütün. Yani insanlık toprağın hakkını tarih boyunca vermiş.
Onun bereketi sayesinde yerleşik düzene geçilmiş ve ne yazık ki fazla üretileni saklama ve mülkiyet kaygısı o gün bugündür savaşlara vesile olmuş. Aynı hızla berdevam.
İsrail Gazze’deki bir karış toprağa gözünü dikmiş milyonlarca insanı soykırımla yok etmek istiyor. Rusya Ukrayna’daki üç karış toprak benimdir diyor savaş bitmiyor. Bu toprak sana da yeter bana da ne zaman diyeceksin kardeşim. Gel birlikte huzurlu bir hayat kuralım buralar yaşarken cennet olsun, cehennem değil diyemiyoruz. Daha ne kadar demeyeceğiz. Toprağın bize izin verdiği kadar.
Bu dünyayı terk edince bir karış toprağa gömüleceğiz ama hırsımız bitmek bilmiyor. Dünyanın en zengin adamı Mars’ta koloni kurup kendi soyundan yeni bir üstün ırk yaratma sevdasına düşmüş. Acaba kafasında ne var. Sonra oradan gelip dünyayı yeniden ele mi geçireyim diyecek. O kulun da yaşam ömrü maksimum kırk yıl. Kırk yıl sonra dünya kalırsa tabii.
Acaba bu zâtı muhterem aşağıdaki tabloyu biliyor da mı Mars’ta koloni kurmaya çalışıyor. Peki neden hep birlikte bu gidişata son veril(e)miyor. Neden birkaç milyar dolar parayı tarıma aktararak insanlığı açlıktan kurtarmak istemiyor? Her yazımda okumaktan bıkmış olabilirsiniz ama ben de tekrar etmeden duramıyorum. İnsanlık ancak bu kadar tekâmül edebildiği için!! Gözünü hırs bürüdüğü için.
Muhteşem asistanıma sordum. Saniyeler içinde grafik çıkardı. Son kırk yıl içinde dünyada toprak kaybımız her yıl için ekilebilir tarım topraklarının yaklaşık %0,7–0,8’i. Yani 40 yılda %32 si gitmiş. Kayıp hızı artıyor. De ki bu hızla gidersek 100 yıl sonra ekilebilir alan yok.
Ülkemizdeki durum bu gelişmelere paralel. İlk defa dünyayla at başı giden bir istatistiğimiz oldu. Bizde de en geç yüz yıla kalmadan ekilebilir toprak yok. Ooh yaşasın. Gelişme dediğin budur işte.
Aslında yöneticilerimiz on yıllardır dünyanın hızına yetişmek için gece gündüz çalışıyorlar. Dünyada 100 yıl bizde 90 yıl sonra ekilebilir tarımsal arazimiz yok.
Bir istisnai Hollanda. Suyun altında kalan bir ülke önce denizi durduruyor sonra toprak üretiyor ve onun üzerinde yaptığı tarım ve hayvancılıkla ve süt ürünlerini dünyaya ihraç ediyor. Gel de kıskanma.
Rahmetli Demirel ne demiş? Demokrasi içinde çare tükenmez. Mademki toplu üretim ve tüketim yapamıyoruz bizler de bireysel olarak çözüm getiririz. Kapının önünde ne ekersen onu biçersin. Tencerede pişirip kapağında yersin.
Sizi Aşık Veysel Şatıroğlu’nun yüreğimize dokunan o şiiriyle baş başa bırakırken kendisini rahmetle anıyorum. Toprağı bol olsun.
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sâdık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sâdık yârim kara topraktır
Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sâdık yârim kara topraktır
Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sâdık yârim kara topraktır
Âdem’den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyve yedirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sâdık yârim kara topraktır