Enerji, bana göre, yalnızca ışığı açtığımızda gelen elektrik, arabamıza koyduğumuz yakıt ya da sanayinin çarklarını döndüren güç değil.
Enerji, dünyanın damarlarında dolaşan kan gibidir; durduğunda beden çöker, akış yön değiştirdiğinde tüm organların dengesi bozulur. Bugün gezegenin en sert çatışmalarının, en büyük uzlaşı arayışlarının ve en derin kırılganlıklarının merkezinde işte bu “enerji akışı” var.
Daha birkaç on yıl önce enerjiye dair tartışmalar, çoğu zaman üretim–tüketim dengeleri, OPEC kararları ya da yeni keşiflerle sınırlıydı. Oysa artık enerji, doğrudan güvenlik, diplomasi, teknoloji ve iklim dosyalarının kalbine yerleşti.
Washington’un enerji hegemonya stratejilerinden Moskova’nın gazı bir “silah” gibi kullanmasına, Pekin’in kritik madenler üzerindeki hâkimiyetinden Brüksel’in yeşil dönüşümü stratejik güvenlik meselesine çevirmesine kadar bütün gelişmeler, bunun kanıtı.
Küresel Enerji Tablosu: Kopuş Yerine Çeşitlenme
2024’ün rakamlarına bakınca tablo açıkça görülüyor.
Dünya petrol üretimi günlük 97 milyon varile ulaştı. Bunun üçte ikisinden fazlasını OPEC dışı ülkeler karşıladı. Fosil yakıtların payı hâlâ küresel enerji tüketiminin yüzde 80’i civarında. Bu bize, tüm yeşil dönüşüm rüzgârlarına rağmen petrol ve gazın hâlâ sahnenin baş aktörleri olduğunu gösteriyor.
Ancak düşük karbonlu kaynakların küresel elektrik üretimindeki payı da yüzde 41’e yükselerek tarihi bir rekor kırdı. LNG ticareti, 411 milyon ton seviyesine çıkarak yüzde 2,4 büyüdü.
Yani enerji sahnesinde aslında bir “kopuş” değil, bir “geçiş” yaşanıyor. Fosiller sahneden çekilmiyor, ama yanında yeşil enerjiyle birlikte yaşamaya başlıyor. Dünya aynı anda iki gerçeği taşıyor: biri bugünün güvenliği için vazgeçilmez olan fosiller, diğeri geleceğin sürdürülebilirliği için tek çıkış yolu olan yenilenebilirler.
Amerika’nın Enerji İmparatorluğu
ABD bugün dünyanın en büyük petrol üreticisi, doğalgazda da aynı tahtı zorluyor. Kaya gazı devrimiyle sadece enerji bağımsızlığını kazanmakla kalmadı, aynı zamanda küresel piyasaların yönünü tayin eder hale geldi.
Stratejisi net: Venezuela’nın devasa rezervlerini yaptırımlarla erişilemez kılmak, İran’ın doğalgazdaki üstünlüğünü tecrit politikalarıyla sınırlandırmak, Rusya’nın boru hatlarını Avrupa’dan sökmek ve Çin’in enerji güvenliği için hayati öneme sahip boğazları kontrol altında tutmak.
Bunu bizzat Washington’da yaptığım görüşmelerde de hissediyorum. Amerikalılar için enerji artık “ticari bir emtia” değil; doğrudan ulusal güvenlik. Panama, Malakka, Süveyş ve Türk Boğazları onların stratejik satrancında birer taş değil, tam anlamıyla “kilit kareler”.
Doğu Akdeniz’in Kırılgan Dengesi
Türkiye’nin yanı başında, Doğu Akdeniz’de, enerji üzerinden yeni fay hatları oluşuyor. İsrail, GKRY ve Yunanistan üçgeni yalnızca bir diplomatik blok değil, Ankara’yı dışarıda bırakmaya dönük enerji-siyasi bir ittifak. Doğu Akdeniz gazını Türkiye harici rotalarla Avrupa’ya ulaştırma hayali var.
Ama gerçekler inatçıdır. Türkiye’yi dışarıda bırakan senaryoların maliyetleri katlanıyor, güvenlik riskleri büyüyor. İsrail gazının en rasyonel ve güvenli rotası Anadolu’dan geçmek zorunda. Burada mühendislikten çok daha önemli bir şey var: diplomasi. Ankara’nın, masada doğru mesajları vererek güven tesis etmesi ve rasyonel zemini güçlendirmesi gerekiyor.
Ukrayna Savaşı ve Avrupa’nın Enerji Depremi
Rusya–Ukrayna savaşı, Avrupa enerji sistemini İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülmemiş ölçüde sarstı. Rus gazı AB talebinde yüzde 40’tan tek hanelere düştü. LNG kargoları açığı kapatmaya çalışıyor. ABD ve Katar’ın sıvılaştırılmış gazı, Baltık’tan Akdeniz’e Avrupa’yı dolduruyor.
Bu tabloda Karadeniz yeniden stratejik bir arter haline geldi. Türkiye’nin Sakarya sahasında keşfettiği gaz, dünya ölçeğinde dev bir rezerv olmasa da Ankara’ya yeni bir kimlik kazandırdı: artık sadece transit ülke değil, aynı zamanda üretici. Bu, masada Türkiye’nin elini güçlendiriyor.
Türkiye’nin LNG ve Altyapı Hamlesi
2025 Gastech Zirvesi’nde BOTAŞ’ın açıkladığı anlaşmaları dikkatle takip ettim. Önümüzdeki üç yıl için toplam 15 milyar metreküplük LNG tedariki garanti altına alındı. BP, Shell, ENI gibi devlerle yapılan anlaşmalar, Türkiye’nin küresel enerji satrancında ne kadar ciddi bir oyuncu olduğunu bir kez daha gösterdi.
Türkiye’nin FSRU terminalleri, depolama kapasitesindeki büyüme ve genişleyen boru hattı ağı, ülkeye hem arz çeşitliliği hem de jeopolitik manevra alanı kazandırıyor. Boru hattı gazı Rusya, Azerbaycan ve İran’dan; LNG ise ABD, Katar ve Nijerya’dan geliyor. Bu çeşitlilik Ankara’nın en büyük gücü.
Yeni Riskler: Su, İklim, Karbon ve Madenler
Artık enerji güvenliği yalnızca petrol ve gazla sınırlı değil. İklim değişikliği, su kıtlığı ve gıda güvenliği, enerji denkleminin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Türkiye hızla “su stresi” yaşayan ülkeler arasına giriyor. Dicle ve Fırat’ın suları üzerinde Irak ve Suriye ile çözülemeyen anlaşmazlıklar, önümüzdeki yıllarda enerji kadar kritik hale gelecek.
Avrupa Birliği’nin 2026’da devreye alacağı sınırda karbon düzenlemesi, Türkiye’nin sanayisini yeşil dönüşüme uyumlu hale getirmesini zorunlu kılacak. Lityum, kobalt ve nadir toprak elementleri gibi kritik madenler de enerji dönüşümünün yeni cephesi. Türkiye’nin bu alandaki rezervleri, Çin ile işbirliği için önemli fırsatlar sunabilir.
Çin Faktörü ve Yönetilen Karşılıklı Bağımlılık
Çin ile Türkiye arasındaki enerji işbirliği yalnızca hidrokarbonlarla sınırlı değil. Nükleer enerji, yenilenebilir projeler, iletim hatları ve kritik minerallerde büyük bir potansiyel var. Ortak Afrika ve Orta Asya projeleri gündeme gelebilir. Ama burada kritik olan, bu işbirliğinin tek taraflı bağımlılık değil, “yönetilen karşılıklı bağımlılık” mantığıyla kurulması.
Çünkü Washington önümüzdeki dönemde Ankara’yı Çin karşıtı blokta yer almaya zorlayacak. İşte tam da bu noktada Türkiye’nin denge siyaseti, bağımsız manevra alanı ve stratejik aklı belirleyici olacak.
Geçit Ülkeden Oyun Kurucuya
Türkiye, Hazar’dan Orta Doğu’ya, Karadeniz’den Akdeniz’e kadar bütün enerji satranç tahtalarında var. Ama coğrafya tek başına yeterli değil. Ankara’nın “geçit ülke” olmaktan çıkıp “oyun kurucu” bir enerji gücüne dönüşmesi için yatırım güvenliği, şeffaf fiyatlama, çeşitlendirilmiş ortaklıklar ve enerji politikasını diplomasi–ekonomi–iklim üçgeniyle bütünleştirmesi gerekiyor.
En önemlisi de güven yaratması. Çünkü enerjide yalnızca boru hatları değil, güven hatları da inşa edilmek zorunda.
Son Soru: Kuralları Kim Yazacak?
Önümüzdeki on yıl, enerjide kimin mevcut kurallara uyacağını değil, kimin yeni kuralları yazacağını belirleyecek. Türkiye’nin önündeki soru çok açık: Başkalarının kullandığı bir geçit olarak mı kalacağız, yoksa güvenilir, vizyoner ve dengeli bir stratejiyle gerçek bir enerji gücüne mi dönüşeceğiz?
Benim gördüğüm şu: Ankara, doğru hamleleri yaparsa, yalnızca coğrafyanın değil, aklın ve vizyonun da gücüyle bu yeni enerji çağının kurallarını yazan aktörlerden biri olabilir.
Ve belki de tarih, Türkiye’ye böyle bir fırsatı ikinci kez vermeyecek. Ona göre hareket edelim, ona göre hazırlanalım.